KARAKOMİK FİLMLER: 2 ARADA X X X ½ Yönetim ve senaryo: Cem YılmazGörüntü: Ahmet SesigürgilOyuncular: Cem Yılmaz, Ozan Güven, Zafer Algöz, Cemre Ebuzziya, Cem Davran, Umut Kurt, Bala Atabek, Kuntay Kumbur, Şirincan Çakıroğlu. |
KARAKOMİK FİLMLER: KAÇAMAK X X X Yönetim ve senaryo: Cem YılmazGörüntü: Ahmet SesigürgilOyuncular: Cem Yılmaz, Zafer Algöz, Özkan Uğur, Can Yılmaz, Necip Nemili, Nilpen Şahinkaya, Alişan Uğur, Sami Hamidi CMYLMZ Fikirsanat - Nulook Production yapımı. |
Cem Yılmaz’ın uzun zamandır beklenen ‘çifte filmler’inin ilk ikilisi nihayet arz-ı endam etti!.. Ben yargılamadan önce şunları belirtmek isterim.
Yılmaz bu ülkenin en önde gelen komedi sanatçılarından biri, günümüzde olasılıkla birincisidir. Komedi yalnızca bir tür değil, toplum için başlı başına bir olaydır. Toplumlar belki drama da komedi kadar ihtiyaç duyarlar denebilir.
Ancak komedi en zor zamanların uğraşıdır. Toplumlar en sıkışık anlarında, en büyük bunalımların içinde, en çok komedi sanatıyla kendilerine gelirler; boşalırlar; rahatlarlar. Ve güldürü bir toplum için en birleştirici, en bir araya getirici sanatsal olay sayılır. Demek ki, hele şu dönemde komediye duyduğumuz gereksinme açık ve seçiktir.
Ayrıca komedi zekanın ölçüsüdür, aynasıdır, yansımasıdır. Ve toplumların ortak düzeyi komediyle gelişir, beslenir, serpilir. Onun için tarihimizde Nasreddin Hoca efsanesiyle başlayıp İsmail Dümbüllü’den Vasfi Rıza’ya, Haldun Taner’den Aziz Nesin’e, Sadri Alışık’tan Halit Akçatepe’ye, Kemal Sunal’dan Münir Özkul’a, Zeki Alasya’dan Metin Akpınar’a, Ferhan Şensoy’dan Yılmaz Erdoğan’a, Adile Naşit’ten Ayşen Gruda’ya, Levent Kırca’dan Müjdat Gezen’e, Uğur Yücel’den Şener Şen’e, Demet Akbağ’dan Demet Evgar’a uzanan bir çizgideki o büyük ustaları, o mutluluk dağıtan emekçileri hep başımızın tacı yapmalı ve hep öyle kalmalarına dikkat etmeliyiz.
Demek ki, hoş geldin Cem Yılmaz!.... Ne kadar sık gelirsen, perdeye ne kadar çok şey yansıtırsan bizim makbulümüz... Hele şu acılı ve acıklı günlerde; hem ülkede hem ülke dışında toplumca kahrolduğumuz olayların arasında, sanat yoluyla gülmek bizim için bir terapi değerinde oluyor.
Bu iki film birbirlerini tamamlıyor denemez. Başlıca ortak noktaları bir avuç baş oyuncu. Onun dışında farklı öyküler bunlar...
İlki bence daha ilginç olanı. Bu öykü tümüyle İstanbul’un o güzelim arabalı vapurlarında geçiyor. Metin Arıcı burada çalışan bir garsondur. Ayrıca altı yıldır da gemide yatıp kalkmaktadır. Tüm ekiple arası iyidir ve geçinip gitmektedirler.
Bir ara gemiye bir film ekibi gelir: Yalan Dünya Aşkları adlı filmi (ya da diziyi) çekmek için...Bu ortalığı karıştırır. Ayrıca yönetim yaptığı açıklamada personelin değiştirileceğini açıklar ve herkes gibi Metin, ya da çağrıldığı adıyla Ayzek iyice korkmaya başlar.
Öncelikle filmin dekoru bence harika. Boğaz gemileri filmlere mekan olmuştu: Çok az da olsa...Ah Güzel İstanbul, Hanım, Gemide (ki filmde de anılıyor) ilk akla gelenler. Arabalı vapur ise özellikle o unutulmaz Son Kuşlar filmine dekor olmuştu.
Burada tüm hikâye bu vapurlardan birinde geçiyor. Bu da filme muhteşem bir Boğaz dekoru getiriyor. Ama hikâye de hoş. İyi düşünülüp yazılmış. Yılmaz kendisi için dört başı mamur bir karakter çizmiş. Orta yaşları aşmak üzere, üç kuruşu bir araya getirmeye çalışan, bozuk öndişlerini yaptırmak için istenen neredeyse dört bin lirayı nasıl bulacağını acı acı düşünen ezik bir kişilik.
Ve yoldaşları. Yarı-otoriter (ama çok değil!) kaptan (Cem Davran). Her daim içkili çarkçı Salih (Zafer Algöz). ‘Mülakatçi’ (Ozan Güven), vs. ve de Ayzek’in kalbini ayaküstü çalan gemi müdavimlerinden Songül (Cemre Abuzziya).
Bir ara her şey öyle kötü gidiyor ki, gidişat melodrama kayıyor diye düşünüyorsunuz. Öyle de oluyor. Ve o işini yitirme korkusu, o rekabet, böyle koşullarda insan karakterinin nasıl çürüdüğünü gösterir gibi oluyor. Ama Yılmaz’ın ilginç senaryosunun sürprizleri çabuk bitecek gibi değildir...
Böylece bir saatin nasıl geçtiği anlaşılmıyor bile...(Her film bir saat sürüyor). Ve bu Boğaz güzellemesi, bu arabalı vapur sevdası, sanatçının en iyi işleri arasında yer alıyor. Kimi unutulmaz esprilerle birlikte... Ki biri “Titanic yapmak” lafı ve sahnesiydi.
İkinci film olan Kaçamak çok farklı. Yine bir vapurda açılıyor gerçi. Ve de dekorun aynı olduğunu düşünüyorsunuz.
Ama öyle değil. Bu kez dört erkek kahramanımızın hepsi, ailelerinden bir bahaneyle izin alıp felekten bir hafta çalmak isteyen evli (biri dışında) ve orta yaş üstü erkeklerdir. Vapur Marmara’da bir kıyıya yanaşır yanaşmaz, arabalarına biner ve lüks bir otele doğru yol almaya başlarlar. Orada daha kapıda karşılanırlar. Ve tatilleri başlar.
Burası bir ‘detox yeri’ ya da bir ‘spa seexual’dir. Asıl hedef de odur: Yani işin seks yanı!.. Otelin müdürü olan Alpay (Cem Yılmaz çok farklı bir kimlikte) hinoğlu hin bir iş adamıdır ve yaşlılara havuzun, bol yiyeceğin ve konforun yanı sıra seks de sunmaktadır: Küçük bir fahişeler ordusuyla...
Böylece ortalık şenlenir. Zafer Algöz bu kez eşinden ödü kopan ve yanında getirdiği minik köpeklerine gözü gibi bakmak zorunda olan Nevzat rolündedir. Ama iki yeni kahraman daha vardır: Ağabey Yılmaz olan Can. Ve de İbrahim olarak perdeye gelen MFÖ’nin Özkan Uğur’u. Özellikle yeni saç ektirmiş olan İbrahim, ekim alanını korumak için kafasına taktığı kasketle son derece komiktir.
Ama işler orada kalmaz. Yakınlara inen dev bir badem görünümündeki uzay gemisi ortalığı birbirine katar. Tüm dünya ayaklanır, ABD’den özel bir ekip gelir. Ve operasyon başlar.
Yılmaz’ın bilim-kurgusal işlere merakı biliniyor. GORA, AROG, Arif V 216 gibi filmlerden beri... Bu kez yeterli gözüken özel efektlerle ve bol gırgıra dayalı gelişmelerle, bu film de belli ölçüde yürüyor: kaybolan köpek, gemiye kaçırılan Nevzat, operasyon sırasında nohutlu pilav dağıtan belediye...
Ve de yüksek rütbeli bir Amerikalı subayın sözü: “O gemiye bir saat içinde demokrasiyi getireceğim!”. Elbette diğer ülkelere yaptıkları gibi...
Bunlara rağmen bu film ilki kadar iyi değil. Fantezisi aşırı duruyor; birçok şey komedinin sınırları içinde bile inandırmıyor. Bir sanatçıya, hele işinin gerçek bir ustasına “şunu yap, bunu yapma” diyerek sınırlama getirmeyi hiç sevmem ve istemem.
Yine de sevgili Cem’e bu bilim-kurgu merakından vazgeçmesini öğütlüyorum. Hayatlarımızın içinde yeterince fantastik mi yok?
Yarın: MALEFİZ