Adalet’in artık esamesinin bile okunmaz olduğu bir toplumda yine iyi yaşadı, görece olarak uzun yaşadı ve 91 yaşına dek direndi.
Adalet Ağaoğlu benim için eski, değerli, hatta benzersiz bir dosttu. Ankara’da TRT’de radyo oyunlarıyla başlayan, hikâyecilikle süren, sonra romancılığa geçen ve özellikle sonunda "Dar Zamanlar Üçlemesi" diye adlandırılan o üç romanıyla çağdaş edebiyatımıza damgasını vuran: "Ölmeye Yatmak", "Fikrimin İnce Gülü" ve "Bir Düğün Gecesi".
1970-80’lerin Türkiye’sine inanılmaz keskinlikte bir bakış atan, dönüşüm hâlindeki bir toplumun tüm çelişkilerini yakalamaya çalışıp bunu başaran, toplumculuğu edebi değerine ve dil hâkimiyetine kesinlikle engel olmayan, tersine onu besleyen bir yazma çabası.
Deniz ve Mehmet Adanalı, Adalet Ağaoğlu ve Atilla Dorsay
Ve sonra başlayan dostluğumuz. Özellikle "Fikrimin İnce Gülü"nün oyunculuktan gelen (ve en çok 70’lerin çok tartışılan filmi Otobüs’e imzasını atan) Tunç Okan tarafından o dönemde "Sarı Mercedes" diye adlandırılarak filme alınmasıyla... Ve onun artık başkenti terk ederek gelip İstanbul’a yerleşmesiyle...
Tatilimi deniz kıyısında geçirdiğim şu günlerde ne uzun yazmaya vaktim ne teknolojik rahatlığım var; ne de böyle bir yazı için kullanmayı çok isteyeceğim fotoğraflara erişimim... Çok özetlemek gerekirse, onu hep izledim. Sonraki romanlarının da hemen hepsini okuyarak: "Yaz Sonu", "Üç Beş Kişi", "Hayır", "Ruh Üşümesi", "Romantik Bir Viyana Yazı"...
Birbirimizin evlerine gidip geldik; eşi ve hayatının ışığı sevgili Halim’iyle o sımsıcak ilişkisine tanık olduk, Boğaz kıyısında ona bir araba çarptığında hastanelere taşındık.
Bir dönem de Türkan Şoray için bir senaryo yazmayı çok istemişti. Ve bunun için bir araya gelmiştik, hatta bu üçlü söyleşiyi gazetede yayınlamış, sonra da kitaplarıma almıştım. Ama o proje gerçekleşmedi. Ne yazık!...
O yazmayı sürdürdü. Uzunca bir süre Cumhuriyet’te güncel konulara değinerek, toplumsal-siyasal konularda her çabaya ve girişime en azından imzasını vererek... Boğaziçi Üniversitesi veya bir yayınevinin ödül töreni gibi bir etkinliklerini de hatırlıyorum. Ama sonra her şey kötüye gitti. Önce sevgili Halim’i çekip gitti: gerçekten de yorulmuştu... Ve ben bir çiftten birinin ölümünün diğerini bu kadar ve böylesine yıprattığına ilk kez tanık oldum.
Sonra ona sıra geldi. Ve giderek kötüleşti. Birkaç yıldır Etiler Doktorlar Sitesi’ndeki evinde yaşıyordu; yanında sadece bir yabancı bakıcı hanım olduğu halde... Aile yakınları hâlâ Ankara’daydılar ve her dakika yanında olamıyorlardı. Biz en azından zaman zaman, özellikle de bayram-seyran günlerinde ziyaretine gitmeye çalışıyorduk. Aynı sözcükleri birçok kez yineleyen, inatla uzun cümleler kurmayı deneyen, kendine özgü bir konuşma tarzı geliştirmişti. Ama olup biteni uzaktan da olsa izleme çabası ve belli bir merakı hep vardı. Naçizane doyurmaya çalıştığımız...
En son önceki bayramda gitmiştik. Ve onu birazcık da olsa mutlu etmeyi başarmıştık. Daha fazlası belki anılarımda...
Bu toplumun edebi ve kültürel tarihinde eşsiz bir kişilikti. Rahat uyusun...