TOZ RUHU X X X 1/2 Yönetmen: Nesimi Yetik Senaryo: Betül Esener, N. Yetik Görüntü: Cevahir Şahin, Sedat Şahin Müzik: Ezgi Baltas, Betül Esener Oyuncular: Tansu Biçer, Aytaç Arman, Settar Tanrıöğen, Ertuğrul Aytaç Usun, Selin Yeninci/ Özminimalist Film yapımı |
Toz Ruhu aylar önceki Adana şenliğinde en iyi film dahil üç büyük ödülü alarak kendisinden söz ettirdi. Ve bir küçük mitosa dönüştü. Bunca zaman sonra bu filmi izlerken, karışık duygular içinde kaldım. Ama sonuç olarak o mini şöhretini hak ettiğini söyleyebilirim.
Film bizlere orta sınıftan birkaç kişi tanıtıyor. Hepsinin odağında, hayatını evlere gidip gündelik işler için hizmet vererek, ortalığı toplamaktan musluk tamirine, ampul değiştirmekten sofra kurmaya, tuvalet parlatmaktan yemek pişirmeye her konuda iş görerek kazanan Metin var. Tanıdığı tüm insanlarla belli bir yakınlık kuran, ama asla fazla ileri gitmeyen bir adam. Alabildiğine sakin, tepkisiz, hatta belki duygusuz...
Nitekim o insanlarla konuşup söyleşiyor. Ama hiçbir yakınlık duymuyor, hiçbir tepki göstermiyor. Ne evine genç erkekleri aldığı ortaya çıkan zengince dul Suzan hanıma o gözle bakıyor, ne de bir süreliğine konuk ettiği genç ve güzel Neslihan’a...Belki en çok yakınlık kurabildiği yeğenidir: İstanbul’da askerliğini yapmakta olan genç Ümit.
Metin’in tek merakı “fantezi müzik”. Yani bir tür arabesk. Repertuarını ya elindeki küçük teype okuyor. Ya da, daha cesur zamanlarında, sokak ya da meydandaki işsiz-güçsüz takımına söylüyor!...Belki müzik onun son ya da tek sığınağı. Ama o alanda da pek şansı yok: memlekette albüm mü yapılıyor?
Metin ilginç biçimde bir ‘yabancı’: çevresine ve olaylara karşı....Ne bir cinsel dürtü belirtisi var onda, ne de bir duygusallık gösterisi. Sanki Varoluşçuluk’un babası Albert Camus’nun ünlü Yabancı romanındaki Arthur Meursault o; olup bitene ilgisiz, hayatın sunduğu dram veya komedi yüklü tablolara mesafeli. Belki bizden de Kavur’un Anayurt Oteli’nin Zeberced’i, Nuri Bilge’nin Uzak’ının Mahmut’u, Zeki Demirkubuz’un Yeraltı’sının Muharrem’i gibi, incelikle işlenmiş karakterlerle akrabalığı olduğu söylenebilir.
Hikaye hayli ağır biçimde ilerliyor: ne bir aksiyon, ne de gerilim...Ama film hayatın gerçek temposuyla akarken, giderek belli bir ilgi duymaya başladığınız karakterleri ve onların aralarındaki sessizce örülen ilişkileri bir merak konusu haline getirmeyi başarıyor.
Oyunculuk da gösterişsiz, ama üst düzeyde. Son dönemin iyi filmler oyuncusu Tansu Biçer, aykırı fiziğini (şu açıdan aykırı: hiç Türk’e benzemiyor, daha çok Kuzey Avrupalı fiziği var!) yine zor bir role hayat vermede başarıyla kullanıyor.
Bir dönemin ustası Aytaç Arman ilk kez konuk oyunculuk yapıyor. Ama öylesine iyi ki, niçin daha önce bunu denemedi, büyük-küçük demeden rol kabul etmedi diye üzülesiniz geliyor. Kadın oyuncular da öyle.
Ve küçük, ama anlamlı bir final filmin kendine özgü yapısını tamamlıyor, bütünlüyor. Aman, öyle görkemli bir sahne, vurucu bir son beklemeyin...Ama öylesine güzel çizilmiş bir çerçeve içinde, öylesine görsellik yüklü bir çekim ki bu...
İşte o an kafanıza dank ediyor; bu son derece sessiz, ama aynı ölçüde derinden giden bir filmdir. Meraklısı için bir küçük mücevher...
AŞKI BULUNCA (Posthumous) X X Yönetim ve senaryo: Lulu Wang Görüntü: Stefan Ciupek Müzik: Brian Crosby, Dustin O’Halloran Oyuncular: Jack Huston, Brit Marling, Lambert Wilson, Tom Schilling, Nikolai Kinski/ Amerikan filmi. |
Çin kökenli Amerikan kısa film yönetmeni Lulu Wang, yazıp.yönettiği bu ilk filmle sinema dünyasına adım atıyor. Ama yine imbd’nin bol keseden verdiği 7.4 puana karşın, başarılı bir iş yaptığını söylemek en azından bana mümkün gözükmüyor.
Kendisine dekor olarak Berlin kentini seçen ve bu kentin olağanüstü yeşil görünümünü iyi kullanan Lulu hanım, bizlere bir sanatçının öyküsünü anlatıyor. Kendine özgü heykel sanatçısı Liam Price, biraralar gözdeyken unutulmuş ve sanat dünyasını elinde döndürenlerden galeri sahibi Daniel’e nefret beslemeye başlamıştır. Çok tartışmalı bir sanatçının resimlerini onurlandıran galeriyi basar, ortalığı birbirine katar ve depoda duran kendi eserlerini ateşe verir!...
Ve sonra da kaybolur. İntihar ettiği ve cesedinin bulunduğu haberleri çıkar. Bunun üzerine tüm heykelleri birden değer kazanmaya başlar. Ve daha ilk olayda onu tanıyıp ilgi duyan bir kadın gazeteci-yazar, işin peşine düşer.
Sanat ve özelde de plastik sanatlar dünyasını mekan edinen bu film, ilginç biçimde başlıyor. Ama giderek tüm klişeleri bol bol kullanmayı seçiyor. Oyuncu düzeyiyse bir facia: hemen hiçbir oyuncu rolüne oturmamış ve de inandırmıyor. Üstelik aralarında yönetmen John Huston’un torunu, Anjelica Huston’un yeğeni Jack Huston, Klaus Kinski’nin oğlu, Nastassja Kinski’nin kardeşi Nicolai Kinski ya da tanınmış Fransız oyuncusu Lambert Wilson olduğu halde...
Genç kuşağın pek tuttuğu, benimse henüz doğru-dürüst tanımak zevkine erişemediğim Brit Marling’e ise hiç ısınamadım. Hepsinin farklı ülkelerden gelip İngilizce konuşmada birleşmeleri de sorunun çözümüne yardım etmiyor.
Boş bir zamanınızda, belki dalgın bir gözle izleyebileceğiniz bir film. Plastik sanatçıları ayrıca çekebilir. En azından, sorunlarının bütün dünyada ayni olduğunu görmek için!...