VEZİR PARMAĞI X X X Yönetim ve senaryo: Mahsun Kırmızıgül Görüntü: Soykut Turan Müzik: Yıldıray Gürgen, M. Kırmızıgül Oyuncular: Ali Sürmeli, Yasemin Yalçın, Gülben Ergen, Mahsun Kırmızıgül, Ece Uslu, Rana Cabbar, Selim Bayraktar, Cezmi Baskın, Altan Erkekli, Arif Erkin, Defne Yalnız, Suna Selen, Meral Çetinkaya, Derya Şensoy, Cihat Tamer, Peker Açıkalın, Talat Bulut, Coşkun Göğen, Nuri Alço Boyut Film yapımı. |
İnsanoğlunun ayrılmaz parçası olan cinsellik edebiyatta hep önemli bir yer tutmuştur. Daha antik Yunan’da ve onun insanlarla tanrıları eşit biçimde işin içine karıştıran ve mitoloji denen türü yaratan yaklaşımıyla...
Sonraları, hoşgörüyle tutuculuğun o bitmeyen savaşı içinde, cinsellik de hemen her halkın ve kültürün yaratıcı ve itici güçlerinden biri oldu, edebiyat başta tüm sanatlara da yansıdı. Tarih boyunca İtalyanların Decameron Hikayeleri, İngilizlerin Canterbury Öyküleri ve Doğu’dan bunlara gelen görkemli karşılık olan Arap’ların 1001 Gece Masalları gibi örneklerle tür kendini zenginleştirdi. Hintlilerin Kamasutra’sı da hatırlanmalı.
Ayrıca bizde de Fuzuli’den Baki‘ye, Nefi’den Nedim’e Divan şiirinde ve Karacaoğlan’dan Aşık Veysel’e halk ozanlarında böylesi bir yaklaşım hep varoldu.
Nitekim özgün ve yaratıcı İtalyan ustası Pasolini, Decameron, Canterbury ve 1001 Gece filmlerinden oluşan Cinsellik Üçlemesi’ni yaratmadı mı? Herdaim görülmeyi hak eden eşsiz üç film, benim tercih ettiğim deyimle Çapkınlık Üçlemesi. Kamasutra ise yine Hintli bir kadın yönetmen, Mira Nair tarafından sinemalaştırılmıştı.
Şimdi Mahsun Kırmızıgül aynı sulara yelken açıyor. Ve bize Osmanlı döneminden bir cinsellik masalı anlatıyor.
Hikaye taşrada, eski bir kervansarayın geniş mekanındaki kalabalık bir kadınlar meclisiyle açılıyor. Türlü-çeşitli kadınlar coşkuyla ve tutkuyla konuşuyorlar: Temel bir ihtiyaçları üzerine...
Bu bir erkeğe olan ihtiyaçlarıdır. İster dul veya boşanmış, isterse kızoğlan kız olsunlar... Hepsi de bu kadını bol, erkeği kıt diyarda doyumsuz kalmışlardır. Ve bu dertlerini anlatırlar. Her şeyi ayan beyan dile getiren bir mektupla...
Payitahtta mektup gidip başvezirin eline geçer. O da işi ciddiye alır, yardımcısına çözmesini emreder. Seçilen erkeklerin oraya varışı ve sonrası ise yörenin kadısına emanet edilir.
Film öncelikle kadınları ön plana almış. O geniş kadın klanı içinde herctürlüsü var. Yaşlısı-genci, güzeli-çirkini, zayıfı-şişmanı, sevimlisi-ürküncü, cahili-allamesi, korkağı-cesuru. Hepsi özenle seçilip layık olduğu oyuncunun eline geçmiş değişik bir rol, kadın denenen ummanın ya da muammanın farklı birer yüzü.
Ama erkekler de öyle. O kadar ki, köye yollanacak ve ‘damızlık’ olacakları resmen açıklanmasa da kulaktan kulağa yayılmış olan seçme toplantısına, daha da fazla erkek katılıyor. Ve onlar erkekliğin yine en temel ve biraz da bize özgü yanlarını temsil ediyorlar. bu kez taşradan payitahta aktarılmış olsa da...
Kırmızıgül bu yeni filminde apayrı bir yön tutmuş. Cinsellik üzerine gösterişli, panoramik, sinemasal ve popüler (olmaya aday) bir güldürü inşa etmek. Bunun için, dört filmle oluşan bilgi ve deneyimini zengin bir bütçeyle destekleyip yola çıkmış.
Sonuç: Öncelikle perdede parlak bir gösteri var. İçeriğe katılmasanız bile göz zevkinizi okyayacak, gerçek bir sinema duygusunu ve zengin bir görselliği size taşıyacak bir film. Dekorlar İstanbul’un tümüyle yemyeşil (gösterilmiş) Boğaziçi’nden Topkapı sarayına, medrese avlularından Sait Halim Paşa yalısına çok güzel kullanılmış.
Tıpkı taşranın da kullanıldığı gibi: o görkemli Kapadokya görüntüleri, o eski hanların, kervansarayların, kıliselerin iç mekanlarıyla oluşturduğu fon. Birkaç yerde bir rüyaya veya şiire dönüşen... Burada görüntü ustası Soykut Turan’ı övmeden olmaz.
Film hiç bir anında gerçeklik iddiası taşımıyor. Hep bir fantezi, bir taşlama havası var. Bir ‘fable’, masal/efsane karışımı bir şey. Ara yerde müzikal bölümler var: şarkılı ve danslı. Bu sahnelerde yeterince iyi bir koreografi de var.
Müzik demişken: Kırmızıgül’le Yıldıray Gürgen’in ortak çalışması. Ve filmin temposuna çok uygun neşeli bir müzik. Birkaç yerde çıkagelen çok sevdiğim bir melodi beni şaşırttı. Yanılmıyorsam birzamanlar popüler bir TV programının da müziğiydi. Mahsun’a sordum, bunun padişah Abdülmecid’in bir bestesi olduğunu söyledi. İlginç!..
Hikaye bize cömert bir cinsellik sosuyla sunuluyor. Ama bu bitmeyen cinsellik muhabbeti yer yer iyice kabalaşıyor: vezir parmağı bölümünde olduğu gibi... Biraz daha incelikli, daha sofistike olamaz mıydı?
Olabilirdi elbette. Ama bu yönetmenin seçimi. Cinsellik denen o ezeli ve ebedi kadın/erkek ilişkilerini, o ‘temel içgüdü’yü belki en kestirme yoldan anlatma sevdası. Yer yer itici, ama filmin bütünü içinde kendince tutarlı.
Bana en ilginç gelen noktalardan biri, o beş ‘damızlık’ erkeğin seçimi. Vezirin adamı Müstesna, burada en tuhaf, en garip, tiklerle malul erkekleri seçiyor. Daha yakışıklı, en azından daha normalleri dururken...
Ama sonra bir mucize oluyor. Ve bu ‘ucubeler’ kadınlarla tanıştıkları andan itibaren, tiklerinden kurtulamasalar da normalleşiyor, hatta soylulaşıyorlar.
Benzer bir şey kadınlarda da oluyor. Elbette ‘aşkın mucizesi’ bu... Klasik, ama bu hikaye içinde hayli etkileyici duruyor.
Oyunculara gelince... Böylesine bir kadro içinde hangisinden söz etmeli? Belki özellikle kadınlardan. Özlediğimiz Yasemin Yalçın, hiç konuşmadan gözleriyle oynayan Gülben Ergen, üç bilge yaşlıda ise o görkemli üçlü: Suna Selen, Defne Yalnız ve Meral Çetinkaya. Aslında hepsi anılmayı hak ediyor ya...
Erkeklerdeyse Müstesna’da Ali Sürmeli, Kadı’da uzun zamandır görmediğimiz Rana Cabbar, yaşlılardaysa Cezmi Baskın ve Arif Arkin. ‘Damızlık beşli’nin hepsi çok iyi. Ama doğrusu Mahsun’dan gayrisini tanımıyorum, yanlış yapmak istemem..
Eski Yeşilçam kadrosundan Coşkun Göğen ve Nuri Alço ikilisininin ‘sapık’ kontenjanından gözükmeleriyse ayrı bir kahkaha nedeni!...
Yarın: SATICI ve yıldız tablosu