Türk Yahudilerini ne severim!.. Aslında tüm Yahudileri severim demeliydim.
Nasıl demeyeyim ki... Dünya tarihinin, siyasetinin ve kültürünün geçmişine topluca bir baktığınızda, hemen her alanda en önemli öncüler onlardan çıkmış. Siyaset deseniz, o karmakarışık 19. yüzyılda komünist manifestosuyla 'sınıf kavramı'nı yaratan, sosyalizm ya da solculuk denen evrensel eyleme yol gösteren ve dünya siyasetini geriye dönülmez biçimde değiştiren Karl Marx bir Yahudi.
Toplumculuğun tam öte yanı gözükse de, belki sonuç olarak onu tamamlayan 'birey' kavramını yaratan, adeta insanoğlunu tüm özellikleriyle, ruhuna girerek tanımlayan ve çağdaş psikoloji/psikiyatri alanlarını önümüze açan Sigmund Freud de bir Yahudi.
Peki ya bilim? Bu çok farklı alanda yine sayısız çağdaş buluşu, devrimi ve ilerlemeyi yaratan eşsiz bilim dehası da bir Yahudi: Albert Einstein...
Ve bugün eserleri biz dahil her yerde en çok okunan, baskı üstüne baskı yapan klasik yazar kim? Elbette Stefan Zweig. O da bir Yahudi....
İlginç olan şu ki, yüzyıllar boyu bir vatan sahibi olamamış, dolayısıyla dünyanın her köşesine yayılmış bu talihsiz ırkın şu andığım ünlülerinin hepsi Alman Yahudisi; ya Avusturya- Macaristan imparatorluğundan ya da Almanya'dan çıkmış... Sonrasında ve Hitler sayesinde yine Almanlar tarafından tarihin en büyük soykırımına uğratılmaları, bir korkunç, hazin ve meşum şaka gibi durmuyor mu?!
Aslında durmuyor elbette... Çünkü adına Faşizm denen ve insanoğlunun maruz kaldığı en ölümcül virüs olan o hastalık, zaten doğası gereği bu ünlü Yahudilerin temsil ettiği şeylere karşı değil mi?
Temelde bence asıl ideolojisi denetimsiz, aşırı, mantık dışı ve çılgınlık düzeyine varmış bir milliyetçilik olan, hatta bunu kendisini bir 'üstün ırk' görmeye kadar götüren bir rejimdir Faşizm... Bunun o kişilerin ulaştığı bilim, toplum bilim, birey ve sanat düzeyiyle ne gibi bir ilişkisi olabilir? Tüm bunların farkına bile varamayacak kadar gözleri kör eden bir tek adam diktatörlüğü altında?..
Ama şunu da eklemeliyim: Tarih boyunca bir vatan aramış, bu arada da değişik ülkelerde yaşayıp o toplumlara uyum sağlarken, kendi temel özelliklerini, ana kimliklerini de korumayı başarmış olan Yahudiler, sonunda o vatanı buldular. Ve eski kutsal topraklarının yanıbaşında, İsrail devletini kurdular: 1948 yılında, uluslararası bir Konsensusla... Ve herkes mutlu oldu.
Yani her halkın mutlaka bir vatanı hak ettiğine inanan herkes... Ki ben onlardanım!... İşgale uğramış, vatanına kavuşmak için koskoca bir İstiklal Savaşı vermiş bir halkın çocuğu olarak böyle düşünmem de doğal değil mi?
Ama ne oldu? Sonradan çıngar çıktı. Çünkü o topraklar sadece Yahudiler için değil, üç büyük dinin üçü için de kutsaldı. Hepsi o topraklarda yeşerip boy atmıştı. Ve Musevilik'in tek Tanrı inancını bulan ilk din olması, ona bu açıdan bir üstünlük sağlamıyordu; sağlamaması gerekirdi.
Ama öyle olmadı. Ve İsrail devlet olarak gücüne ve çeşitli üstünlüklerine dayanarak, diğer inanç sahiplerini ezmeye ve kovmaya başladı. Özellikle de Müslüman Filistin halkını... Günümüze dek gelen bu tür acıklı, üzücü, kimi zaman zalimce olayları hep izledik, izliyoruz. Oysa İsrail'in, yüzyıllar boyu bir vatan arayıp sonunda güç-bela bulmuş olan bir halkın devleti olarak, böyle yapmaması, kendi çektiklerinin bir benzerini bir başka halka yaşatmaması gerekirdi. Asgari düzeyde bir insancıl yaklaşım bunu gerektirirdi. Bu da sorunun öteki yüzü!..
Ama şunu da düşünüyorum. Bu resmi İsrail politikası, dünyanın birçok yerinde yaşayan Yahudilerce onaylanmıyor. Bırakınız onları, kendi ülkelerinde bile buna karşı olan geniş bir kesim var. Özellikle aydınlar arasında; ama halkta da hayli taraftar bulan...
Neyse... Aslında çok başka şeyler yazacaktım; ama bunlara değinmeden edemedim. Şimdi gelelim asıl konuya... Elimde iki dergi var. Büyük boy, kalın, kuşe kağıda basılmış, bol resimli Şalom dergisinin 99. ve 100. sayıları. Mayıs sayısı olan ikincisi daha dolgun, çünkü tam 100. sayıyı kutluyor.
Aslında bir de Şalom gazetesi var, çok daha mütevazi. Ona abone olanlara bu dergi ücretsiz gönderiliyor. Bulması zor, ilk sayfada 'Seçkin kitapçılarda satılmaktadır' ibaresi var. İstanbul'da dokuz kitapçı adresiyle birlikte... Bana bunları, genelde yaptığı gibi, yazarlarından olan sevgili dostum Viktor Apalaçi getirdi. Ve şu Koronavirüs tatilinde (!) keyifle ve hayretle okudum.
Hayret ettim; çünkü dergilerin içerdiği konu çeşitliliği ve kültür düzeyi gerçekten şaşırtıcıydı. Haberlerin ve yaklaşımların çoğu elbette Türk ve dünya Yahudileriyle ilgiliydi. Örneğin 99. sayıda yeni moda dehası Daniel Silverstein, Liz Behmoaras'ın yeni romanı Lale Pudding Shop, Güldüren Veteriner Doktor Rafi Kishon, yazar David Levi ya da bizim Viktor'un yazdığı Polanski Skandalı yazıları gibi.
Ama ya o Kuzgun Acar yazısı?.. Erken ölmüş bu dahi heykeltraşımızı bugün kim hatırlıyor? Ya da birçok kuşağın okuduğu Karaoğlan resimli romanın çizeri Suat Yalaz'a hangi dergi ya da gazetemiz bu kadar yer ayırdı? Sivas kurbanı ozan Behçet Aysan yazısını, Şahika Tekand söyleşisini, arıcılıktan iklime ciddi çevre yazılarını, Endonezya'dan Budizme'e incelemeleri de anmalıyım.
100. sayı ise daha da doyurucuydu. '70 yılık gazeteci' Sami Kohen'le, Basın Konseyi başkanı Pınar Türenç'le; sinema-tiyatro-müzik sanatçısı Teoman Kumbaracıbaşı'yla; Paros dergisinin genel yayın yönetmeni Mayda Saris'le; Tekvin romanının yazarı Arif Ergin'le uzun söyleşiler var. Emel Mizrahi'nin kapsamlı Nostaljik Karikatür Dizileri incelemesine (Türk basınında gelmiş-geçmiş tüm popüler çizgi-romanlar) Dünden Bugüne Magazin Dergileri, Matbaanın Tarihi, Azınlık Basın Tarihi gibi yazılar da eklenip konuyu bütünlüyor.
Gelecekte Robot; yine bizim Viktor'un Sinemada Gazetecilik Filmleri; Taksim'de Bir Hayalet Dolaşıyor; Leonardo Da Vinci'ye Saygı gibi birbirinden ilginç yazılar da var. Yine bir şairin gözüyle merhum Ahmet Damar'ı anmak veya Nobel'li Aziz Sancar'ın Evi Müze Oluyor ya da Asteriks ve Oburiks'in Babaları Öldü haberleri de cabası
Ama beni asıl şaşırtan iki başka uzun yazı oldu. Biri Salih Bolat'ın kaleminden 1950'lerin sanat dergisi Pazar Postası'nı anan... Ki böylece Cemal Süreyya'dan Turgut Uyar'a, Muzaffer İlhan Erdost'tan Ece Ayhan'a, Bilge Karasu'dan Can Yücel'e birçok ünlü anılıyor. Kimilerini benim de tanıma şansına eriştiğim...
Beni asıl mutlu edense Dr. Berken Döner imzalı Edebiyatımızın Bilinçaltı: Varlık Dergisi yazısı oldu. O dergi ki benim basın yaşamımda önemli bir rol oynamıştı. Sahibi merhum Yaşar Nabi Nayır benim 1966 sonlarından itibaren Cumhuriyet'de çıkan yazılarımla ilgilenmiş ve aylık dergisi için de yazmamı istemişti.
Böylece Varlık için de yazdım. Ya özel konular; ya da özenle seçtiğim kimi filmler için gazetedekinden daha uzun, daha 'edebi' yazılar. Örneğin Bunuel'in Tristana'sı için yazım... Ki onları sonradan kitaplarımda değerlendirmişimdir.
Ayrıca yıllar boyu çıkan Varlık Yıllığı kitaplarında da sinemamızın bir yılına topluca bakardım. Sonrasında ilk kitaplarım da Varlık Yayınları'ndan çıkmıştı.
Böylece birden karşımda o günler, o anılar, o sevgili yüzler canlandı. Yazıdan öğrendim ki, dergi hâlâ çıkmaktadır. Ve kızı Filiz Nayır Deniztekin'in sahipliğinde, tam 87. yılına ulaşmıştır!.. Çok sevindim, çok da utandım. Çünkü hâlâ çıktığını bile bilmiyordum. Bize duyurmayanlar utansın!.. Bundan sonra alacağım, İnşallah!..
Başta söylediğimi yineleyeyim: Yahudiler böyledir. Hem kendi kimliklerini korurlar; hem de yaşadıkları ülkenin birikimine, kültürüne, geleneklerine sahip çıkarlar. Kimi zaman kendilerini en koyu milliyetçi gibi görüp gösteren 'saf kan' Türkler'den daha çok...
Şalom (ve de Varlık) dergileri için de şunu yazayım:
"Orda bir dergi var uzakta/ O dergi bizim dergimizdir/ Görmesek de almasak da/ O dergi bizim dergimizdir"
Ama bulup alsak ve okusak... Galiba daha iyi olacak. Hem dergiler, hem de kendimiz için...
Sevgili okurlarım. Son gününde de olsa bayramınızı kutlarım.