Neredeyse durup dururken aklıma düştün Osman. O yüzden durup dururken sana mektup yazıyorum.
Yok, tam olarak durup dururken değil. Açıklamam lazım.
Bilirsin, Hristiyan dünyasının en büyük bayram günü Noel'dir: 24 Aralık. Noel yaklaşırken TV ekranlarında Noel Baba üstüne sevimli masallar gösterilir. Dün akşam onlardan birine rastladım. Şöyle on dakika kadar seyrettim. Çok istedim ama sonuna kadar gidemedim. Vaktim dardı.
Kırmızılara bürünmüş, başında kırmızı külahı, gür ak sakalı ile Noel Baba, geyiklerin çektiği kızağı, -galiba- New York'da çok sevimli biri oğlan, biri kız. iki kardeşle birlikte ellerinde hediye paketleri ile evlerin bacalarından girerek… Masal işte. Şu içimizin karardığı günlerde içimizi ısıtacak bir masal…
Seni hatırladım birden. 24 Aralık günü Silivri'de duruşman var. Dün Almanya'dan bir gazeteci arkadaşım telefon etti. 24 Aralık duruşmasını izlemek, o konuda mutlaka yazmak istermiş. İstermiş ama o gün Weihnacht, yani Noel. Akşamına karısı ve iki çocuğunu alıp yaşlı annesine gidecekmiş. Her yıl yinelenen bir aile geleneği(imiş). Onun yerine duruşmayı benim izlememi ve duruşma izlenimlerini benim yazmamı, tahliye edildiğinde (buna emin) Ayşe (Buğra) ile, dostlarınla kucaklaşmanı filan anlatmamı, söyleyeceklerini aktarmamı istedi.
"Merak etme, yaparım" dedim, "O gün iki yazı yazmak gerekecek. Biri kendim yazım, öteki seninki" diye ekledim. Gülüştük, telefonu kapattık.
O zaman aklıma düştün işte. Senin duruşmana sadece Türkiye'deki arkadaşların, dostların senin gibi hak savunucuları değil, Avrupa'nın dört bir köşesinden gazeteciler, siyasetçiler, hak savunucuları gelecek ve hem seninle dayanışmak, hem seni iki yıldır hapiste tutanlara senin yalnız olmadığını, "çok" olduğunu gösterecekler…
İdi..
Ama Osman, korkarım ki, hatta eminim ki gelemeyecekler.
O akşam hepsinin çocuklarıyla, eşleriyle, sevdikleri ile, ille de anne babalarıyla birlikte olmaları gerekir. Acaba, duruşma gününün 24 Aralık olarak verilmesinde sinsi ve utanç verici bir hesap var mıydı? Bilemem; belki öyle rast gelmiştir, bir hesap yoktur. Ama öyle bir hesap yapıldıysa da şaşmam.
Boşver Osman. Bak, ben Alman meslektaşım kadar "emin değilim". Evet, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) tartışmaya hiç açık kapı bırakmayan kararına rağmen 24 Aralık akşamı, tutsaklığının 805. gününde Silivri'nin ağır demir kapılarının açılacağından, eşinle, arkadaşlarınla kucaklaşacağından emin değilim.
Eminim sen de emin değilsin. Çünkü seni orada tutan, tutsak kılan, rehin alan hukuk değil, kirli ve kindar bir siyaset. O siyaseti yürüten, devletin dizginlerini elinde tutan dinbazların ne düşündüğünü, hangi konuda nasıl karar vereceklerini tahmin etmekten epeydir vazgeçtim. Anayasasında hâlâ "Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir" yazan bu ülkeye senin aynanda çaldıkları leke umurlarında değil.
Hiç kimse bana arkadaşım Osman Kavala'yı hapise atanın ve hapiste tutanın hukuk olduğunu, bağımsız yargı olduğunu anlatmasın.
Kimse bana Selahattin Demirtaş'ı, Abdullah Zeydan'ı, adalet savaşçısı Selçuk Kozağaçlı'yı, Diyarbakır'ın seçilmiş belediye başkanı Selçuk Mızraklı'nın şahsında seçilmiş bütün Kürt belediye başkanlarını, Gültan Kışanak'ın şahsında tutuklu ya da hükümlü Kürt kadın siyasetçileri, adları duyulmamış o yüzden de gündemde yer alamayan genç meslektaşlarımı, haberci arkadaşlarımı hapise atanın ve hapiste tutanın hukuk olduğunu, bağımsız yargı olduğunu anlatmasın.
Dedim ya Osman, bu neredeyse durup dururken yazılan bir mektup. Bitirirken söylemeliyim:
Seni özledim, seni özledik.
24 Aralık'ta tahliye kararı çıkacağından emin değilim dedim ama yüreğimde kocaman bir umut besliyorum. 24 Aralık akşamı, yılın en uzun gecelerinden biri başlarken seni kucaklayacığımız umudunu…
Seni şimdilik böyle uzaktan kucaklıyorum kardeşim…