Bugün 10 Mayıs anne. Pazar. Anneler Günü.
Anne, Bugün 10 Mayıs anne. Pazar. Anneler Günü. Hani şu "Hediye sektöründe pazar genişlemesi sağlamak üzere uydurulan günlerden biri" diye çokça ve sıkça eleştirilen Anneler Günü. Babalar günü, sevgililer günü, bilmemne günü umurumda değil anne. Ama “Anneler Günü” umurumda. Merak etme hediye sektörüne katkıda bulunmayacağım. Benim gibi yazmaktan başka elinden hiç bir iş gelmeyen “hayta oğlan”ın annesine “Anneler günü” hediyesi ne olabilir: Tabii bir yazı; mesela sana yazılmış bir mektup. Ama ikiyüzlülük yapmayacağım. Bilirsin, hesaplı kitaplı yazmayı, “Yarın Anneler günü, bugün yazayım, o gün çıksın” gibi Tırmık’lardan hoşlanmıyorum. Zaten aklımda “Şu anneler günü gelince anneme seslenen bir Tırmık yazayım” gibi bir düşünce de yoktu. Yoktu... Dün masamda ve çekmecelerimde bir bahar temizliği için “tembellik tanrıçasına” ihanet edip kolları sıvayıncaya kadar... Kutulardan birinde, yıllar, çok yıllar önce dönemin cumhurbaşkanı ile katıldığım “resmi” bir Polonya gezisinde çektiğim bir fotoğraf elime yapıştı. Krakov yakınlarındaki o kara ünlü Auschwitz Toplama Kampı'nı gezmiştik. Mali sermayeyi elinde tutan Yahudileri tasfiye edip finans pazarında kendilerine yer açmak isteyen azgın Alman büyük sermayesinin, orta ve alt sınıfları peşinden sürükleyen Nazi ırkçılığı ile kolkola, omuz omuza gerçekleştirdiği yüzyılın utancına, o büyük Yahudi cankırımına müzeleşmiş kampı dolaşarak tanıklık ediyorduk. Gaz odalarına gönderilen Yuhudilerden artakalan valiz, bavul ve çantalarının yığıldığı bölümde binlerce valiz arasında bir yoksul çantacık ilişti gözüme. Üstüne kargacık burgacık harflerle "Clara Grünberg - Yetim çocuk - 1943 - Würzburg" yazılıydı. O geziden çektiğim tek kare işte o yoksul ve küçücük valizin fotoğrafıydı. O valiz aldı götürdü beni. Aldı, 1949 yılının küçücük bir Ege kasabasına, Ödemiş'e götürdü. İlkokuldaki sıra arkadaşıma, uncu dükkanında tezgahtar Yeşua Amcamın kara gözlü kızı Klara'ya götürdü. İşte o eski fotoğraftır bu Tırmık’ı yazdıran. Haydi anne, oku. * * * Ödemiş İstiklal İlkokulunda bit muayenesi yapan öğretmenin Klara'nın yakasında iki bit yakaladığı gündü. Klara sınıfta benim yanımdan kaldırılıp, en arkadaki sırada tek başına oturmaya yollandı. Sonra öğle yemeğinde bunları, Klara’yı gammazlarcasına, ballandıra ballandıra sana anlattım. Çocuk acımasızlığıyla “Klara’da bit çıktı anne” dedim; öğretmenin “Bitli Klara”yı benim yanımdan kaldırıp en arka sırada tek başına oturmaya yolladığını anlattım. Sonra... Sonra anne, öğleden sonra, okulda sınıfın kapısı açıldı, kapıda sen belirdin. Öğretmenin şaşkınlıkla açılan gözlerinin içine bakarak, o güzelim mavi gözlerin çakmak çakmak, ama sesin alabildiğine sakin ve soğuk konuştun: - Klara'yı almaya geldim öğretmen hanım. Bir de Aydın'ı... Evin avlusunda çıtır çıtır yanan zeytin odunlarının üstünde koca bir kazan su kaynıyordu. Klara'nın elbiseleri, içgömleği, çorabı, herşeyi o ocakta kül oldu. Sonra ikimizi de kaynar sularla yıkadın. Çocuk itirazlarımız, Klara'nın "Adalet teyze yandıııımmm !..", benim "Anne su çok sıcaaaak !.." çığlıklarımıza hem güldüğünü hem de bizi derilerimizi kızartmacasına yıkadığını anımsıyorum. Klara ve ben, yüzümüzü allar basmış, üstümüzde yeni, yepyeni çamaşırlar ve giysiler, senin ellerinden tutup okula döndürüldüğümüzü hatırlıyorum anne. Sınıfın kapısı açıldı ve Adalet Hanım mavi gözleri çakmak çakmak ama sesi alabildiğine sakin konuştu: - Aydın'la Klara aynı sırada yanyana oturacaklar öğretmen hanım. Aynı sırada, yanyana... Haydi sağlıcakla kalın... * * * Bir anne, küçücük oğlunu daha iyi, daha güzel nasıl eğitebilir, ona “insan” olmayı nasıl öğretebilir anne ? Ödemiş Asri Mezarlığında Terzi Sadık'ın az ötesinde yatan Adalet Hanım ! Ben (öz)oğlun, yahudi Klara (öz)kızın, Türk, Kürt, Çinli, Yahudi, Arap, Polonyalı, Alman; kızıl, beyaz, sarı ve kara derili bütün (öz)çocukların o güzelim mavi gözlerinden öperiz. Anneler gününde "annemizi" bir kez daha ve doyasıya öperiz...