Türkiye, Avrupa Birliği yolunda yürümekten vazgeçti...
Gelin bu gün Ergenekon gibi, İstek Vakfı cephaneliği gibi, Sivasspor - Fenerbahçe Türkiye Kupası maçı gibi, Kıbrıs seçimleri gibi güncel konuları bir yana bırakıp şu Avrupa Birliği’ne biraz uzaktan bakalım. Bilmiyorum, siz de benim gibi mi düşünüyorsunuz ama, benim görüp anladığım, Türkiye, Avrupa Birliği yolunda yürümekten vazgeçti, yürümeyi bıraktı ve yolun kenarındaki bir meşe ağacının gölgesine çöküp uykuya daldı. “One Minute” İngilizcesi ile uluslararası politika düzleminde at koşturmaya kalkan, NATO’ya genel sekreter seçimini diplomatik bir manevra alanı değil Kasımpaşa usulü bir itiş kakış sanıp Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olan, yani yüzüne gözüne bulaştıran Başbakan’ın yapıp ettikleri AB yolunda ilerlemek isteyen bir ülkenin siyasal çizgisi olabilir mi ? Obama desteği ile Türkiye’nin AB üyeliğinin sağlanabileceğini ya da sağlama bağlanabileceğini düşünen bir kafanın, AB’nin varoluş nedeninin ve AB ilkelerinin alfabesini bile sökememiş olduğunu söylesem çok mu insafsızlık etmiş olurum ? Haydi bir soru daha, şu andaki Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanının adını Google’a bakmadan söyleyebilecek kaç babayiğit var aramızda? (Buna yazdıktan sonra baktım. Adı Ali Babacan’mış.) Hükümet cephesinden bakıldığında AB yolunda ilerlenmektense “ilerleniyormuş” ya da “ilerlenecekmiş” gibi yapmanın yeğlendiği anlaşılıyor. Onlar kırk kerre yemin edip tersini savunsalar bile yapıp ettikleri yani “gerçek” onları yalanlıyor... * * * Bir de ulusalcılar ve kemalistler cephesinden bakalım. Yiğidin hakkı yiğide, onlar AB’ye karşı tutumlarında varolan siyasi hareketler içinde en tutarlı olanlar. AB’ye karşılar. Haklılar da... Avrupa Birliği projesi, Avrupa coğrafyasına yayılmış ulus-devletlerin yavaş yavaş silikleşmesi ve bir federasyon, olmadı konfederasyon biçiminde örgütlenmiş bir Avrupa Birleşik Devletleri oluşturulmasıdır. Bakmayın siz zikzaklara; temel eksen budur ve AB üyesi ulus-devletler ağır aksak, gitgelli, “bir adım geri, iki adım ileri” yaparak, yani mehter adımları ile bu yolda ilerliyorlar. AB projesinde mesela Almanya gelecekte Avrupa Birleşik Devletleri’nin “Almanya eyaleti” ya da “federe devleti” olacak. Fransa, Bulgaristan, Polonya, İtalya vb. de öyle... Oysa Türkiye’deki ulusalcı akım “ulus-devlet”i bu ülkenin olmazsa olmazı olarak benimsiyor ve savunuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin ulus-devlet yapısını yukarıda tanımlanan bağlamda yavaş yavaş yok edecek bir projeye “hayır” demeleri doğal ve tutarlıdır. Sakın ola ki Atatürk’ün “Muasır medeniyetler seviyesine çıkma” hedefini hatırlatıp çelişki aramayın. “Atatürk ‘seviyesine çıkmak’ dedi, ‘bütünleşmek’ demedi” derler ve çıkarlar işin içinden... * * * Tabloyu tamamlamak için sosyalist sola, bir başka deyişle Marksist harekete de bakalım. Marksizmin tanımında, olmazsa olmazında “enternasyonalizm” yatar. Enternasyonalizm ise “ulus ötesi” bir hedefi işaret eder. Bugünkü AB’nin bir “şirketler Avrupası” olduğuna kuşku yok. Türkiye’de çok konuşulan Kopenhag kriterleri demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğü, bireyin önceliği ilkelerine dairdir ve Türkiye’de çok konuşulur. Ama en az onun kadar önemli olan ve bugünkü Avrupa Birliği’nin esas amentüsünü oluşturan Maastricht kriterleri pek konuşulmaz. Maastricht kriterlerinde üye ülkelerin “serbest piyasa ekonomisi”ni tartışmasız tercih zorunluğu büyük harflerle yazılıdır. Bugün Avrupa’da Marksistler, sosyalistler, hatta sosyal demokrasinin doğuş ilkelerini savunan kesimleri Kopenhag kriterlerini tartışmıyorlar. Ama Maastricht kriterleriyle kıyasıya tartışıyor ve savaşıyorlar. Önlerine koydukları hedef pek yalın: Şirketler Avrupası’nı, emeğin Avrupası’na dönüştürmek !.. Türkiye Marksistlerine, sosyalist solcularına ve (evet: Ve) sahici sosyal demokratlarına düşen de “Bu çorbada bizim de tuzumuz olacak” deyip kolları sıvamak; AB’nin emekçileri, aydınları ile kolkola, omuz omuza “emeğin Avrupası”nı yaratmak gibi soylu bir mücadeleye boylu boyunca dalmanın yolunu açmak olsa gerek... Oysa kendini Marksist ya da sosyalist sol olarak tanımlayanlar arasında nicelikçe ciddi bir kesim “AB bir emperyalist örgüttür. Oraya girmek ne söz, onunla mücadele bayrağını yükseltmeliyiz” demekte. Emeğin Avrupası için yola çıkmaya hazır kesim ise –şimdilik- örgütsüz ve etkisiz... * * * Tablo bence bu. Eh, bu tabloya bakıyorum, bir de bu Tırmık’ın başlığına bakıyorum ve “Başlık cuk oturmuş” diyorum... Siz de öyle mi dediniz ?