Dün öğleden sonra gündeme deprem oturdu. Akşam TV kanalları, internetteki haber siteleri, radyolar yayınlarını hemen hemen sadece 5.8'lik Silivri depremine ayırdılar. Yine uzmanlar ekranlara çıktı ve İstanbul depreminin kaçınılmazlığını ve depreme ne kadar hazır olmadığımızı anlattılar. Aslında bildiklerimizi tekrarladılar. Bir de ben tekrarlayacak değilim. Benim bildiklerimi zaten sizler de biliyorsunuz.
Yazının başlığına bakınca ne düşündüğünüzü, aklınıza ne geldiğini bilemem. Çağlayan dendiğinde, özellikle biz gazeteci tayfası, artık İstanbul'da bir semt anlamıyoruz. Çağlayan bizim için dıştan AVM gibi görünen, içinde sık sık hukukun ırzına geçildiği bir koca binanın adı: Çağlayan Adliyesi.
Dün İstanbul ve çevresi kırbaç gibi şaklayan bir depremle sarsılırken, Çağlayan Adliyesinde daha da şiddetli bir hukuk ve adalet depremi yaşandı:
Gıda mühendisi Bülent Şık 15 ay hapse mahkûm edildi.
Erteleme filan yok. Eğer istinaf mahkemesi de kararı onaylarsa Bülent Şık 15 ay süreyle volta atacak.
Atsın da, yatsın da.
Çünkü ağır bir suç işlemiş; devletimizin halktan gizlenmesi kararı verdiği bilgileri açıklamıştı. Yüce Türk devleti eğer bir yasaklama kararı aldıysa bunun tartışması olmaz ve bu yasağa uymayanlar da devletin yargı erki eliyle cezalandırılırlar...
Nitekim öyle de oldu.
* * *
Peki Bülent Şık'ın işlediği suç neydi?
Özetleyeyim: Bundan dört yıl (Bir daha: Dört yıl) önce Sağlık Bakanlığı’nın başlattığı saha sağlık taraması sona erdi ve bir raporla belgelendi. Rapor Türkiye'de kanser, kısırlık, üreme sağlığı bozuklukları, hormonal bozukluklar, obezite, solunum yolu hastalıkları, karaciğer ve böbrek gibi hayati organlarda işlev bozukluklarına yol açan sebepleri, koşulları birbir saptıyordu.
Ancak bu rapor açıklanmadı. Sadece kansere ilişkin sonuçlar, o da rapordan iki buçuk yıl sonra açıklandı. Geri kalan ve çoğu yaşamsal öneme sahip hastalıklarla ilgili sonuçlar halktan gizlendi; açıklanmasına da yasak kondu.
Bülent Şık'ın suçu da bu raporu açıklamak.
Evet, bu rapordaki bilgileri halkla paylaşmak, uzmanlık alanındaki güçlü donanımı ile tehlikeye dikkat çekmek.
2019 sonbaharında Türkiye'de halkın sağlığı ile ilgili çok önemli ve ürkütücü sonuçlar içeren bir raporu halka açıklamak suç. Ama bu raporu halktan gizlemek suç değil.
Evet, raporda belirtilen tehlikeleri ortadan kaldırmakla yükümlü devletin, kamu kurumlarının ne gibi önlemler aldığını açıklamaması suç değil.
Bülent Şık, dünkü karar duruşmasında bunun altını çizdi:
“...Bu yükümlülüğü yerine getirmemek, ceza yasasında böyle bir suç tanımı var mı bilemiyorum ama, açıkça ve bilinçli bir şekilde insanları tehlikeye atma suçunu işlemek olarak görülmelidir. Ben bu suçu işlemedim, o nedenle beraatımı talep ediyorum...”
Yüce ve bağımsız Türk yargısı dün kendini bir kez daha kanun maddelerinin ruhsuz satırlarına hapsetti ve yurttaşların gerçekleri bilme haklarını hiçe saydı ve Bülent Şık'ı 15 ay hapse mahkûm etti.
Sonra da Bülent Şık'a HAGB isteyip istemediğini soruldu. HAGB "Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması"nın kısaltması, Son dönemde sıkça kullanıldığından artık kısaltması ile anılıyor.
Anlamı "Ceza aldın ama hapse girmeyeceksin, ama ileride benzer bir suç işlersen bu cezayı da çekersin".
Hedefi "Cezayı yiyen uslansın, korksun da bir daha benzeri haltlar yemesin" kirli hesabından ibaret.
Bülent Şık kendinden bekleneni yaptı. HAGB'ı reddetti.
* * *
Besbelli ki kaçınılmaz İstanbul depremine önlem alınabilir. Devlet de alabilir. Tek tek yurttaşlar da alabilir.
Ama bir örneğini dün yaşadığımız yargıdaki depreme karşı nasıl bir önlem alınabilir?
Bilmiyorum.
Bilen var mı?