Eğer bir kitap eleştirmeni olaydım, şimdi arkama dayanmış ve bir kaç dakika önce bitirdiğim kitabı sindirmek, kitaptan çıkıp üstüme yağmış anıları, tanıklıkları bir düzene sokmak için düşünüyor olacaktım.
Oysa kitabın son sayfasını da çevirdikten hemen sonra klavyenin başına geçtim işte…
Gencay Gürsoy’un İletişim yayınlarından çıkan kitabından söz ediyorum: Bir Hayat – Üç Dönem – Anılar – Tanıklıklar.
Yine de zor bir yazı bu.
Hayır, Gencay Gürsoy arkadaşım, hem de en yakın birkaç arkadaşımdan biri olduğu için değil.
Bir kitap okudum. Çocukluktan bugüne, 80’i aşmış bir hayat öyküsünü… Yazmadığım bir kitapta kendimi okudum. O yüzden zor bir yazı.
Anadolu yarımadasının en batısındaki bir Ege kasabasında, Ödemiş’te doğmuş, büyümüş, üniversite için İstanbul’a gelmiş; sonra da Türkiye’nin ve dünyanın (evet: dünyanın) baş döndürücü üç dönemini baş döndürücü bir hızla yaşamış Aydın Engin’in hayatını okudum.
Anadolu yarımadasının en doğusundaki Oltu kasabasında doğmuş, komşu kent Kars’ta büyümüş ve üniversite eğitimi için İstanbul’a gelmiş; sonra da Türkiye’nin ve dünyanın (evet: Dünyanın) baş döndürücü üç dönemini, baş döndürücü bir hızla yaşamış Gencay Gürsoy’un hayatını okudum.
Fark ne?
Çok değil.
Biri Oltu - Kars – İstanbul – Avrupa duraklarında geçmiş ve sonunda yine son durak İstanbul limanında demir atmış bir hayat...
Öteki Ödemiş – İzmir – İstanbul – Avrupa duraklarında geçmiş ve sonunda son durak İstanbul limanında demir atmış bir hayat...
Tek fark, biri kitabı yazmış, öteki de kitabı okumuş.
Tersi mümkün müydü?
Kitabı Aydın Engin yazmış, Gencay Gürsoy okumuş olabilir miydi?
Bilmiyorum. Sanmıyorum.
Bütün bir yaşam öyküsünü bu kadar cesur, bu kadar kabuklarından soyunmuş, kendini bu kadar kıyıcı eleştirebilmiş ve bu kadar yalansız anlatmış bir hayat öyküsü yazmak galiba- benim harcım değil.
* * *
Farkındasınızdır. Okuru hiç hesaba katmayan, yazarın adeta kendi kendiyle konuştuğu bir yazı okuyorsunuz.
Yoksulluk içinde geçen üniversite öğrencilik yılları, bir askeri darbeyi (27 Mayıs 1960) içtenlikle alkışlamaktan Türkiye İşçi Partisi saflarına ilk katılanlar arasında yer almaya uzanan gençlik yılları. O yıllarda sosyalizmi anlatan ciddi kitaplar için bir çölden farksız bir ülkede el yordamı ile bir siyasal sığınak arayan, öğrenmek için “eski tüfekler” denen ağabeylerin anlattıklarını tek kelimeyi bile kaçırmadan dinleyen bir kuşağın hayat hikâyesi…
Sosyalizmin fakir fukaraya acımak olmadığını, bilimle, felsefe ile donanarak bir yaşam biçimine dönüşmesi gerektiğini kavramanın coşkusunun yaşandığı 60’lı yıllar. Kan göllerini dönmüş bir ülkede 70’li yılları içinde, göbeğinde yaşamak…
12 Eylül darbesiyle başlayan faşizmi, biri (Aydın Engin) yurt dışında yaşarken ötekinin askeri mahkemede dimdik durup “Ben general Evren ile değil aynı coğrafyayı, aynı çağı paylaşmaktan bile derin üzüntü duyuyorum” dediği o zor ve zorlu yıllar. Sonra Berlin Duvarının çöküşü, Sovyetler Birliği’nin dağılışı…
* * *
Hayır bunları art arda yazmanın sonu yok. En az Gencay Gürsoy’un 526 sayfa tutan kitabı kadar bir Tırmık olacak…
En iyisi, bizim kuşaklar içinde kendilerini bulacakları bir yaşam öyküsünü okusunlar. Genç kuşaklar içinse soluk kesici bir tarih dersi bu.
Adını unutmayın: Bir Hayat – Üç Dönem – Anılar – Tanıklıklar.
Son söz: Eline, aklına, yüreğine sağlık arkadaşım. Seni kıskandım, bilesin…