Kaygımız da, korkumuz da haklıymış...
Başlık sert mi geldi? Daha sertini bulamadım da ondan... Görülmekte olan Ergenekon davası, sürmekte olan Ergenekon soruşturması benim için Türkiye’nin önünü tıkayan, “vesayet demokrasisi” diye tanımlanması gereken maskaralığın sürüp gitmesini isteyen, “halk adına, halka rağmen” deyip kendi ideolojik sapkınlıklarını tüm ülkeye dayatmak isteyen ve bunun için yasadışına çıkmış, kana bulaşmış, mafyayla kucaklaşmakta sakınca görmez hale gelmiş çeteleri işe koşan darbeci zihniyetin belinin kırılabileceği umutlarını yeşerten bir temizlik harekâtıydı. Başından beri sapla samanı birbirine karıştıran, çağdaş hukukun gereklerine uygun yürütülebilecek bir soruşturma sürecini hoyratça zedeleyen, gölgeleyen, “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin. Darbeyse darbe” diyebilen aymazlıkları besleyen bir dizi kusura rağmen bu umudu diri tuttum. Ağaçlara bakmaktan ormanı göremez hale gelinmemesi gereğini savundum. Yapılan hataların, gözlediğimiz hukuksal kusurların bu ülkede darbelere girişildiği gerçeğini, darbeyi gerçekleştirmek için Türk Gladyosu'nun kılıç artıklarının “uygun ortam yaratmak” hedefiyle işe yollandıklarını gözardı ettiremeyeceğinin altını becerebildiğimce çizdim. Somut darbe girişimleri karşısında hukukun çaresiz, etkisiz; adalet aygıtının işlevsiz kaldığını çoğumuz görüyor ve isyan duyguları ile doluyorduk. Ergenekon soruşturması başlayınca “Nihayet!” dedik, “Nihayet bir adım atıldı”. Sonra da kaygıyla sorduk, “Acaba” dedik, “Acaba arkası gelir mi; gideceği yere kadar gidilebilir mi?” AKP elebaşılarının ürkek, ödlek, soruna demokrasiyi pekiştirecek bir adalet atılımı olarak bakmayıp, bezirganca siyasal hesaplar yapmaktan kaynaklanan zikzaklarını endişe ile izledik. “O avukatı ise ben de savcısıyım... O savcısı ise ben de avukatıyım” ayıplarına öfkelendik. İçimizde hep bir kaygı, hatta bir korku vardı, “Devletin derinliklerinde ve devletin bütün kurumlarında yuvalanmış bu darbeci güç ve zihniyet acaba bir yolunu bulup da Ergenekon soruşturmasını saptırabilir, karartabilir, gölgeleyebilir mi” diye hep sorduk. Kaygımız da, korkumuz da haklıymış... Ergenekon davasını çıkmaz sokaklara sokmak; ülkenin önünü açma, demokrasiyi gürbüzleştirme umutlarını piç etmek için kollar sıvanmış gibi. Darbecileri ve onların yolunu açmak için işe koyulan çeteleri yargılamak iddiası ile açılan ve genişletilerek sürdürülen Ergenekon soruşturmasının sorumlularına, yetkililerine hem hatırlatmak hem sormak hakkımızdır. Darbecileri yargılamaya kalkıyorsunuz ve Türkan Saylan’ı bu soruşturmanın içine sokuyorsunuz. Hatırlayın ve kavrayın: Sabah sabah evini basıp “silah” aradığınız ve hastalığından dolayı gözaltına almaktan vazgeçtiğiniz Türkan Saylan, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde düzenlenen ve kamuoyunda “Bayrak mitingleri” olarak anılan etkinliklerden ilkinde, İstanbul’da, Çağlayan Meydanı'nda konuşmacılardan biriydi. Kürsüye çıktı ve haykırdı: Ne şeriat, ne darbe! Lâik, demokratik Türkiye! Alanı dolduran yüzbinlerde Türkan Saylan’ın sesi yankı buldu. Coşkuyla ve ikircimsiz yinelediler: Ne şeriat, ne darbe!.. Alan sahiden laik bir Türkiye isteyen, miting alanına bunu haykırmak için koşmuş yüzbinlerle doluydu ve kürsü sinsi bir darbe planını bu samimi kalabalıkların desteğini almış gibi görünerek gerçekleştirmek isteyen demokrasi düşmanlarının işgalindeydi. Türkan Saylan’ın kalabalıklarda da yankılanan bu sözlerini not ettiler. Bir sonraki miting İzmir’deydi. Türkan Saylan orada da konuşmacıydı. Sırası geldiğinde kürsüye yöneldi. Kürsünün üstünde darbeci elebaşılar yeri göğü inletirken, kürsünün çevresini de kendi adamlarıyla kuşatmışlardı. Türkan Saylan’ın yolu zorbaca kesildi. Konuşma metni elinden zorbaca alındı ve kürsüye çıkması aynı zorbalıkla engellendi. İzmir’de Türkan Saylan’ın “Ne şeriat, ne darbe” diye haykırması işte böyle önlendi. Sapla samanı, alanları dolduran içten kalabalıkla, kürsüyü ele geçirmiş darbeci çeteyi ayırdetmediniz ve işi Türkan Saylan’ı “Ergenekon sanığı” yapmayı, onu darbecilerle kucak kucağaymış gibi göstermeyi başardınız. Yani bir umudu piç etme yolunda muazzam bir adım attınız. * * * Durun, durun, daha lafım da, öfkem de bitmedi. Biten sadece yerim. O yüzden yarın...