Marks ve Engels sağ olsalardı, yani bugün yaşasalardı, Komünist Manifesto’nun o ünlü son cümlesini böyle söylemezler miydi?
Ne dersiniz? Marks ve Engels sağ olsalardı, yani bugün yaşasalardı, Komünist Manifesto’nun o ünlü son cümlesini böyle söylemezler miydi? Bence duraksamazlardı bile ve bu “İşçilerin milliyeti yoktur” sözlerinin doğal bir sonucu olurdu...Küreselleşme çağındayız. Küreselleşmeyi herkes kendi meşrebi ve kendi ideolojik (=dünya görüşü, dünyaya bakışı) konumu üstünden tanımlıyor. Kimileri internetin ulaştığı göz kamaştırıcı boyuta ve günlük yaşamda kazandığı ağırlığa bakıp, şiirimsi bir anlatımla, “Dünya artık kocaman ve tek bir köye dönüştü” diyor. O köyün varsılları ve yoksulları arasındaki uçuruma; o köyde hükmü geçen despotlara, diktatörlere, eli silahlı harami ordularına; milyarlarca insanın kaderi, geleceği üstüne verilen kararların, hükümetler kadar, hatta onlardan da ağırlıklı olarak “ulus-ötesi” şirketlerin yönetim kurullarında alındığına vurgu yapmaksızın küreselleşmeye övgüler düzüyor. Kimileri “dünya savaşları”na yol açan ulus-devletler arası rekabetin (sömürge edinmeden başlayıp pazar payı kapmaya kadar uzanan bir dönemin) artık hükümsüz kaldığı; yeryüzünün tek bir ekonomik birime dönüşmenin arifesinde olduğu, bunun ebedi bir düzene dönüşeceği (Fukuyama’nın 1992’de yumurtladığı “Tarihin sonuna geldik” kehanetini hatırlayın) kof analizine sarılıp küreselleşme güzellemeleri yapmakta... Ama küreselleşme karşıtları, daha doğru bir deyimle küresellleşmenin yol açtığı sonuçlara bakıp küreselleşmeyle mücadele edilmesi gerektiğini savunanlar da var. Böyleleri Türkiye’de bankaların bir bölümünün yabancı (Küreselleşme çağında “yabancı” ne demekse artık) sermaye gruplarına geçmesine bakıp gözyaşları dökmekteler. Yapı Kredi gibi önemli bir bankanın Çukurova grubunun elinden çıkıp Koç grubunu kendine ortak etmiş İtalya merkezli bir küresel finans grubunun eline geçmesi onların “milli hislerini” kanatıyor. Türkiye açısından, özellikle Türkiye emekçileri açısından arada ne fark var peki, sorusu ise cevapsız. Keza en “milli kurum” diye gökleri çıkarılan, yönetimi TSK’nın elinde olan OYAK’ın en az kırk yıldır Fransız Renault ile ortak otomobil üretiyor olması; Ordu Yardımlaşma Kurumunun bankası olan OYAKBANK’ın Hollanda merkezli ING grubuna satılıp, adının da ING Bank olarak değişmesi ne anlama gelir? Finans Bank Hüsnü Özyeğin yönetiminde iken “milli banka” idi de, “yabancılar”a satılınca mı milli olmaktan çıktı? Yani bugün artık ”milli banka” olabilir mi, olursa finans dünyasında esamisi okunur mu? Örnekler uzar gider ama okur için yeterince örnek verildi sanıyorum. Sorun “Küreselleşmeden yana mısın, yoksa ona karşı mısın” gibi saçma sapan bir soruya indirgenemez ve öyle bir düzlemde tartışılamaz. Küreselleşme kapitalizmin sömürgecilik, ardından emperyalizm aşamalarından geçip bugün ulaştığı noktadır. Sabahları güneşin doğması, akşam olunca da batmasını nasıl “İyi mi, kötü mü; yandaş mısın, karşı mısın” diye tartışamazsak, tartışmaya kalkarsak alay konusu olursak, küreselleşmeyi de öyle tartışamayız. Küreselleşme olgusuna –buradaki gibi bir gazete yazısının çapını çok çok aşacak- derinlikte bir çözümleme (=analiz) ile yaklaşmak gerek. Siyasal konumlanışını “sol”da tanımlayanların ise sadece çözümlemekle yetinmeyip, küreselleşmenin sol’un önüne ne gibi ufuklar açtığı, ne gibi fırsatlar yarattığı sorularına titiz, gerçekçi, ayağı yere basan ve günübirlik olgulara kendini hapsetmeyen cevaplar üretmeleri gerek. * * * Yazının başlığı işte bu fırsatlardan birine, benim açımdan en önemlisine vurgu yapmak için seçildi. Tevfik Fikret, Marks’tan mı esinlendi bilemiyorum ama geçen yüzyılın başında şöyle yazdı: “Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşerdir benim”. Bugünün Türkçesiyle söylersek: “Yurdum bütün yeryüzü, ulusum ise bütün insanlıktır benim”. Eğer sosyalist olmak, Marksist olmak kapitalist üretim biçimini aşmak, insanlık için daha esen, daha mutlu, daha özgür, daha eşitlikçi bir düzene ulaşmak için mücadele etmekse, ister istemez sermayedar sınıfların egemenliğini kırmayı hedefleyecektir. Küreselleşmiş sermayenin karşısına ise milli (=ulusal) sınırların içine kapanarak çıkılamaz. Küreselleşme ulus-devletlerin gümrük duvarlarını da, sınırlarını da adım adım kırdı, kırıyor, kıracak. Küresel sermaye ile ancak ve artık küresel düzlemde mücadele edilebilir. Bu konuya burada ve bu kadarlık bir yazıyla nokta konamaz. Gelecek günlerde devam edeceğim...