Türkiye solunda büyük bir buluşma yaratma yönünde gelişmelere hazırlanıldığını haber veren dünkü Tırmık, şaşılacak bir ilgi odağı oldu.
Türkiye solunda bugüne dek gerçekleştirilebilenlerden daha büyük bir buluşma yaratma yönünde niyeti aşan gelişmelere hazırlanıldığını haber veren dünkü Tırmık, şaşılacak bir ilgi odağı oldu. Kimileri, “yorum yaz” kutusuna olumlu olumsuz yargılarını aktardı; kimileri e-mektup (=e-mail) yollayıp “biraz daha ayrıntı” istedi. Kimi tanıdıklar telefon edip “Dilinin altındaki baklayı çıkar, ne oluyor? Bir bildiğin mi var” diye sordular. Bu ilgi yoğunluğu bile bir susuzluğun, bir beklentinin somutlanması değil mi? Ancak dün sözünü ettiğim “sıcak yaz”ı belki de “yakıcı yaz” haline getirebilecek bir konu var ki e-mektuplarda yoğun olarak o nokta üstünde duruluyor: Özeti şöyle: Marksist sol ya da sosyalist sol ile sosyal demokratların birleşmesi, buluşması, aynı çatı altında toplanması, sosyalistler açısından bir ihanet, bağışlanmaz bir geri adım değil mi? 95 yıl sürmüş ve çok sert sürmüş bir tartışmaya, bir gazete yazısının sınırları içinde derinlemesine cevap vermek mümkün değil. Üstelik benim haddimi de aşar. İyisi mi Marksizm'in anayurdu Almanya’da biraz tarihte, biraz da günümüzde bir gezinti yapalım. Belki soruya dolaylı da olsa cevap veririz. Biraz uzun bir yazı olacak ama sanırım değer. * * * 95 yıl geriye gideceğiz ve 1914 yılından söz edeceğiz. Bir cankırımının başlangıcından, insanlık tarihinin en büyük, en acımasız cankırımlarından birinin başlangıcından, 1. Dünya Savaşı'ndan... Henüz en soldaki partilerin adlarında "komünist" sözcüğünün yer almadığı günlerdi. Kapitalist sömürüye son vermeyi hedefleyen siyasal hareketlerin örgütleri, kendilerini Mark ve Engels’in koydukları "Sosyal Demokrat Parti" adıyla tanımlıyorlardı... Hepsinin anası Alman Sosyal Demokrat Partisi'ydi (SPD). İdeolojisi Marksizm'di. Hedefi: Kapitalist egemenliğe son vermek ve insanlık için kapitalizmden daha ileri, daha adil bir düzeni, sosyalizmi kurmaktı. Partinin kuruluşundan beri (genellikle 1890 yılı kabul edilir) içinde, Marksizm'in farklı yorumlanışından doğan kanatlar vardı. Bir kanat kapitalizmi devrimle yok etmeyi hedeflerken, öteki kanat reformlarla kapitalizmi zayıflatmak, sonunda bir fiske ile devrilecek hale getirmek hedefini önüne koymuştu. 1914'te o büyük "kopuş" yaşandı. Dünyayı yeniden paylaşmak için savaşa hazırlanan Alman militarizmi, silah sanayiinde kullanılmak üzere, "savaş kredileri" adı altında dev boyutlu ek ödeneklere olanak tanıyan yasayı parlamentoya sundu. Bu, “Savaşa evet mi, hayır mı” demekti ve başka bir şey demek değildi. Sosyal demokratların “reformcular” diye anılan sağ kanadı bu yasaya "evet" dedi. Devrimi savunan kanat ise elbette, "hayır".Büyük kopuş, büyük bölünme gerçekleşti. Sosyalist hareket "komünistler" ve "sosyal demokratlar" olarak iki kanada bölündü. Almanya'da yaşanan bu bölünme, o ülkenin bir iç sorunu olmaktan çok, ama çok öte sonuçlara ebelik etti. Önce bütün Avrupa'da aynı ayrışma yaşandı. Ardından Rusya'da, yani sosyalist devrim için gerekli olgunluğa, doygunluğa ulaşmamış bir köylüler ülkesinde komünistler iktidarı ele geçirdi ve devrimci hareketin merkezi doğduğu topraklardan doğuya, Rus steplerine kaydı. 1914'te Almanya'daki bu "bölünme"nin sonuçları 20. yüzyılın tümüne damga vurdu. Bütün bir 20. yüzyıl, bu bölünmeden kaynaklanan yepyeni bir güçler dengesi üstüne kuruldu ve bu denge üstüne yürüdü. Taa duvar yıkılana, sosyalist sistem çökene ve Rusya'da, Doğu Avrupa ülkelerinde, Çin'de, Arnavutluk'ta, Balkanlarda tarihin tekerleğinin geri dönüp kapitalizme yeni bir cansuyu verene kadar... * * * 2009 Mayıs’ındayız. Başlangıcında Almanya'nın iç politik dalgalanmalarından biri olarak görülen, önemi -doğal olarak- kavranamayan o büyük kopuşun üstünden tam 95 yıl geçti. Arada "sosyal demokrasi", biraz gebe kalınamayacağının kanıtı gibi adım adım sağa savruldu. Sonunda İngiltere'de Blair, Almanya'da Schröder önderliğinde sosyal demokrasi "sosyalizm"le son bağlarını da kopardı ve serbest piyasa ekonomisini temel ideolojik (ekonomik değil, sadece siyasal da değil, ideolojik) çizgi olarak benimsedi. Buna karşılık komünist hareket de yıkılan "Duvar"ın altında kaldı. Enkazdan yepyeni bir sol hareket çıktı. Genellikle "Demokratik sosyalizm" diye anılmayı yeğleyen ve özünde Leninci parti modelini kesinlikle reddeden partiler... Şu anda batı, orta ve doğu Avrupa'da hâlâ "komünist" adını taşıyan kimi sol partiler var, ama artık onlar müzelik... * * * 2005 yazında, Almanya'da komünist hareketin küllerinden doğan Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ile, sosyal demokrasinin özüyle ilgisi ve ilişkisi kalmamış SPD'den kopan ve sosyal demokrasinin doğuş günlerinin ilkelerini savunanlar ortak bir partide buluştular: Die Linke ! Yani Sol Parti. Batı Avrupa'nın en gelişmiş kapitalizminin yurdunda, bu yeni sol hareket, seçmen tabanında daha doğarken şaşılacak bir ilgi odağı oldu. Şu anda Sol Parti (Die Linke) 612 milletvekilinden oluşan Almanya parlamentosunda 53 milletvekili ile temsil ediliyor. Oy oranı yüzde 8.6. Parlamentoda elde ettikleri gücü, Alman kapitalizmi, iki büyük partinin CDU (Hıristiyan Demokratlar) ve SPD (Sosyal demokratlığı pek kalmamış Sosyal Demokrat Parti) koalisyonu ile göğüsleyebildi. (Dilerseniz Türkiye’de AKP - CHP koalisyonu benzetmesini de yapabilirsiniz). Almanya’nın Sol Parti’si henüz oluşumunu tamamlamış bir siyasal örgüt. Demokrasiyi keşfetmiş komünistlerle, sosyalist olduklarını unutmamış sosyal demokratların buluşması. Yani, buna 91 yıl önceki "büyük bölünme"yi hatırlayarak "büyük buluşma" demek uygun. * * * Şimdi alın size art arda üç soru: Almanya’da başarılan Türkiye’de başarılamaz mı? Başarılsa kötü mü olur? Başarılamazsa ne olur?