Şiir Yevgeni Yevtuşenko'nundu. 1962 ilkbaharında Ülkü Tamer çevirdi. Yön dergisinde yayımlandı.
Bir gün hatırlayıp utanacak çocuklarımızCesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin.
Bu iki dize bir kuşağın belleğinde kök saldı. Şiirin de ötesine geçti, bir yaşam kılavuzu oldu.
(Onat Kutlar, Bülent Habora, Ülkü Tamer, Kuzgun Acar, Atila Özkırımlı, Tuncel Kurtiz, Sennur Sezer, Demirtaş Ceyhun hatırladınız değil mi? Ben burada sık sık hatırlıyorum. Hatta bugünkü Tırmık'ı o dizeler üstüne yazacağım. Siz orada okuyun da ülkenin halini daha iyi kavrayın.)
Geçtiğimiz Cuma günü, AKP Reisi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cuma namazı çıkışında gazetecilerle konuştu. Namaz çıkışlarında gazeteciler kapıda oluyor ama promter olmuyor. Prompter önceden hazırlanmış konuşma metninin küçük bir ekrandan aktığı bir aygıt. O olmayınca AKP Reisi diline ne geldiyse öyle konuşuyor. Çoğu kez bu "gönlünden geçeni, bilinçaltında yatanı" dillendirme sonucu doğuruyor. Yine öyle oldu. Melih Bulu'yu Boğaziçi Üniversitesine rektör atamasıyla ilgili konuştu ve şu cümleyi kurdu:
"Kendisini oraya atamaktan dolayı da bazı TV kanalları çıkmışlar, ikide bir 'İstifa etmelidir' diyorlar… Yürekleri yetse 'Cumhurbaşkanı da istifa etmelidir' diyecekler."
"Yürekleri yetse" öyle mi?
Demek bu ülkede cumhurbaşkanının istifasını istemek bir yürek sorununa dönüşmüş. Her yurttaş başarısız bulduğu bir siyasetçinin, o cumhurbaşkanı bile olsa istifa etmesini isteyebilir. Sahici demokrasilerde bu bir haktır. Tartışma götürmeyen, daha önemlisi cesaret gerektirmeyen bir hak.
Ama 2021 Türkiye'inde ancak cesareti olanlar bunu söyleyebilirmiş. Cumhurbaşkanı apaçık söylüyor ve besbelli ki sahiden böyle düşünüyor. Gönlünden geçen bu, bilinçaltında yatan bu.
Geçen hafta yayımlanan bir Tırmık'ta ben "Evet, ben de öyle düşünüyorum. Cumhurbaşkanı istifa etmelidir" diye yazdım.
Ben öyle cesur biri değilim. Ama bunu söylemenin cesaret gerektirdiğini değil bir hak olduğunu düşündüğüm için öyle yazdım. Yazıyı T24'e yolladıktan sonra yattım. Yatarken yarın sabah şafak vakti erkenden kapı çalınabilir ve bir polis ekibi eve dalabilir diye düşündüm… Sabah kapı çalınmadığı için "Bu günü de atlattım" diye düşündüm.
Bir de nereden aklıma geldiyse Yevgeni Yevtuçenko'yu düşündüm.
Hani şu "Bir gün hatırlayıp utanacak çocuklarımız / Cesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin" diyen Yevtuçenko'yu…
Gara (Aslı: Garê) operasyonu arifesi ve ardında AKP ve koltuk değneği MHP kanadında zemberek iyiden iyiye boşaldı. Artık "doğru"yu söylemek sahiden cesaret işi oldu.
Meselâ İçişleri Bakanlığı yapmakta olan ve arasıra Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğunu söyleyen Süleyman Soylu şöyle dedi:
"Murat Karayılan'ı yakalayıp bin parçaya bölmezsek bu millet ve şehitlerimiz yüzümüze tükürsün."
Murat Karayılan, siyasi mücadeleyi silahla yani şiddet kullanarak sürdürmeyi tercih etmiş, dolayısıyla bana çok, ama çok uzak bir örgütün, PKK'nin en üst düzey yöneticilerinden biri. Yanılmıyorsam Türkiye Cumhuriyeti'nin bir yurttaşı. Dolayısıyla onun için de geçerli olan yasalara göre suç işlemektedir.
Gelin şimdi Süleyman Soylu'ya cevap verin. Deyin ki:
- Sayın Soylu sizin göreviniz Karayılan ve benzeri suçluları yakalamaktır. Suçunun cezası vermek ise yargı erkinin yetki alanındadır ve o ceza yasalarda tanımlanmıştır.. Sanırım uygar ve hukukun henüz ve hâlâ ve az da olsa geçerli olduğu bir ülkede bin parçaya bölmek gibi bir ceza yoktur."
Bu sanırım kesin bir doğru. Ama bunu dile getirmek bugünün Türkiye'sinde cesaret gerektiriyor.
Hani "Bir gün hatırlayıp utanacak çocuklarımız / Cesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin" diyen Yevtuçenko'nun sözünü ettiği cesaret.
Ya MHP Başbuğu Devlet Bahçeli'ye ne demeli?
O dün bir kez daha "HDP, PKK'nın ta kendisidir" dedi.
Haydi cesaretinizi kuşanın ve "Hayır. Öyle değildir. HDP 6 milyonu aşkın oy alarak Parlamentoda 60 milletvekili ile temsil edilen ve halen yürürlükte olan Siyasal Partiler Yasasına uygun olarak kurulmuş ve bir mücadele yöntemi olarak terörü reddettiğini en yetkili ağızlardan defalarca (evet defalarca) açıklamış bir siyasal partidir" deyin. Cesaretinizi kuşanmadan bunu söyleyebilir misiniz?
Kuşanın dediğim cesaret "Bir gün hatırlayıp utanacak çocuklarımız / Cesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin" diyen Yevtuçenko'nun sözünü ettiği cesaret.
DEVA Partisinin lideri Ali Babacan "Uygun zemin olduğunda Anayasanın ilk 4 maddesinin değiştirilmesi konuşulabilir" dedi.
Devlet Bahçeli küplere bindi: "İlk dört maddeyi tartışacak babayiğit henüz doğmadı. Tartışmaya hazırlanan, buna meyleden Babacan'ı ise uyarıyorum. Böyle giderse tarihin ve milletin hışmından asla kurtulamaz."
Ben de (belki ve umarım siz de) Anayasa'ın ilk dört maddesinin tartışılmasından kesinlikle yanayım. Bunu savunan görüşleri doğru buluyorum.
Ama bunu söylemek milletin ve tarihin hışmına uğramak demekmiş. Yani bunu söylemek cesaret istiyor.
Hani "Bir gün hatırlayıp utanacak çocuklarımız / Cesaret sayıldığını doğruluk denen şeyin" diyen Yevtuçenko'nun sözünü ettiği cesaret.
Şey…
Tutup "Çocuklarımızın hatırlayıp utanacağı günler yaşıyoruz" demek geliyor içimden.
Ama o bunu söyleyecek cesaretim yok…