Muğla’da Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun mitingi öncesinde pankart asmışlar:
“Sen gelme ulan çeyrek Başbakan.”
Şık değil tabii; “ulan”lı, “çeyrek”li falan...
Devlet büyükleri ve siyasi liderler ağzını bozuyor diye, vatandaş da bozmamalı...
Pankart asanlara ceza kesmişler: 1134 lira.
Başbakan’a “çeyrek” dersen parayı bayılırsın.
Geçenlerde “Roman açılımı” kapsamında aynı Başbakan’a Kibariye de bir şeyler söylemişti:
“Bıcır bıcır, çok tatlı, küçücük...”
O da şık olmadı tabii, pek beğenilmedi. Ama sineye çekildi, büyütülmedi.
Çünkü “dostça” telaffuz edilmişti, hani çocuk severken çıkarılan şefkatli ve acayip seslerdenmiş gibi...
Ama öyle “düşmanca” bir ifadeyle “çeyrek Başbakan” dersen, iş değişir haliyle...
Şimdi tabii “çeyrek” iyi değil, çok az, ama...
Daha beterini söyleyen oldu, usta!
Hem de söyleyen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dı:
“Benim meydanlarda konuşmamı engellemek istiyorlar. İstiyorlar ki meydanı boş bırakayım, istedikleri gibi at oynatsınlar. Yok öyle yağma!”
Nasıl yani?..
Erdoğan konuşmayınca meydan “boş” mu bırakılmış oluyor?
Hani AKP Başkanı seçildi, Başbakan atandı. Onca zamandır şehir şehir geziyor adam. Bağırmaktan sesi Bahçeli’ye benzedi.
Ama Cumhurbaşkanı neredeyse onu “yok” sayıyor. “Ben konuşmazsam meydan boş kalır” demeye getiriyor.
E, bu “çeyrek”ten de daha az bir miktar olmadı mı şimdi, öyle “boşluk” gibi imalarla?
“Çeyrek” için 1134 lira ceza kesiliyorsa, “boşluk” için ne yazılır, usta?
Üstelik Muğla’dan çoğumuzun haberi olmadı, bu “meydan boşluğu” ise bütün kanallardan verildi...
Doğrudur ya da yanlıştır, ama içerden sızdığı iddia edilen söylentilere göre “Reis” gidişattan hiç memnun değilmiş.
Anketlerde AKP oylarının giderek erimesine kızıyormuş. Bazı mitinglere katılımın düşük olması da bunun üstüne tuz biber ekiyormuş.
Kendisi olmazsa ötekilerin hiçbir şeyi “kıvıramadığı” kanısındaymış.
Başbakan’ın dilinin “başkanlık sistemi”ne fazla dönmemesi ve seyrek de olsa kendi başına bazı düşünceler ileri sürmesi Saray’da hiç hoş karşılanmıyormuş.
“Acaba hata mı yaptık?” deniyormuş konuşmalarda, söylentiye göre...
“Başbakan olarak Davutoğlu’nu değil de başka birini, mesela, Binali Bey’i mi görevlendirseydim?” diyormuş güya Cumhurbaşkanı...
Neyse, artık hata-mata, dereyi geçmek lazım önce. Zaten sonrasında Davutoğlu’nun gideceğini herkes biliyor.
Kendisinden başka...
Ha, Binali Yıldırım’dan bahsetmişken: Kendisinin Ankara’nın Kazan ilçesinde bir evi varmış.
Bahçe içinde tek katlı mütevazı bir evmiş bu. Öyle 1100 küsur odası falan da yokmuş.
İşte bu evi soymuşlar!
Hem de küstahça: Koca kamyonu dayayıp eşyaları yükleyerek...
Haberi verenler yorumu da yapıyor, sağ olsunlar:
“Adi hırsızlık”mış bu durum.
Yani “siyasi hırsızlık” falan değil, muhalefetin “başarabileceği bir eylem” de değil.
“Muhtemelen hırsızlar, soyguna geldikleri evin Binali Bey’e ait olduğunu bilmiyorlardı” deniyor.
Bilgisizlikten yani, cahillikten!..
Bilseler, Cumhurbaşkanı Danışmanı Binali Bey’in evine gelirler miydi!
Hata işte!
Hırsız hatası!..
Geçen gün de Diyarbakır’da “polis hatası” gündeme gelmişti. HDP lideri Selahattin Demirtaş’ın kapısına dayanan polis, sonradan “biz aslında uyuşturucu kaçakçısı arıyorduk” demişti.
Hata yani!
Polis hatası!..
O polis hatası, bu hırsız hatası...
Bu arada hırsızlık karşısında çaresizliğin ne olduğunu yaşayarak öğrenen Binali Bey’e büyük geçmiş olsun!..
Çok karanlık bir tablo çizmek istemiyorum tabii. Memlekette iyi şeyler de oluyor.
Mesela, kadirşinaslık (değerbilirlik) bakımından örnek bir işadamımız var: Ethem Sancak.
Devletten parlak ihaleler alıyor... Televizyonlar alıyor, gazeteler alıyor... Sahibi olduğu şirketin borçları devlet tarafından ödeniyor...
Ama Ethem Bey öyle çiğ biri değil.
Her zaman kibar, minnettar, müteşekkir...
Önce “Erdoğan’a hayranım, o benim idolüm” falan demekle başladı işe...
Geçen gün coştu, “bir Arap atasözü der ki, sana anam babam feda olsun” dedikten sonra kendi çapını da hesaba katarak hedef büyüttü:
“Ben de Erdoğan için diyorum ki: Anam, babam, eşim, çocuklarım feda olsun!”
Hoppalaaa!..
Bu hızla giderse Ethem Bey yakında bütün akrabalarını Erdoğan’ın önünde kesip kurban etmeye kalkabilir...
Diye gülüp geçecektik ki...
Dün başka bir şey söyledi. Hem de öyle bir şey kiii...
“Böyle liderleri Allah 300 yılda bir gönderir” girizgâhından sonra aniden ilan-ı aşk ediverdi:
“Erdoğan’ı gördükçe âşık oldum, böyle bir ilahî aşk iki erkek arasında olabiliyor.”
Bir dakika!
Sessizlik!..
Nasıl yani “iki erkek arasında aşk olabiliyor”?..
Bir kere “iki erkek arasında” anlatımı sakat; cümleden “karşılıklılık” vurgusu çıkaranlar olabilir.
Hem ne gerek var, böyle hassas bir metafor tarlasına dalmaya?
Tamam, “Mevlana ile Şems arasındaki gibi” türünden bir şeylerle "edebi anlatımını temellendirmeye" çabaladı...
Benden duymuş olmayın, Ethem Bey, ama Mevlana ile Şems arasındaki “aşk”ı bile yanlış anlamaya meyilli çok insan çıkmıştır; milletin ağzı torba değil ki büzesin.
Ayrıca belki siz o bölümleri daha okumadınız ama... Şems-i Tebrizî’nin dedesinin Haşhaşiler tarikatında mürit olduğu söylenir. Şems’in (benzetmede herhalde siz Şems oluyorsunuz) ölümüyle ilgili kuşkular da cabası...
Velhasıl, tam da seçimlerin arifesinde hatalı oldu bu kadar sevgi patlaması, Ethem Bey.
Çok hatalı oldu!..
@AksayHakan