Ustalarım “İzinden sonraki ilk yazı zordur” derler; ben her defasında “Haydi canım sen de… Niye zor olsun ki” der, klavye başına geçer ve her defasında “Haklıymışlar be” diye homurdanırım…
Mesela Filistin’de, epeydir ağız dalaşı yapıp, karşılıklı tehditler savurup ancak itiş kakışı kitlesel çatışma, savaş ortamına tırmandırmaktan kaçınan İsrail ile Hamas arasında gitgide tırmanan ve sonunda İsrail’in Gazze’ye ölüm olup yağmasına varan cankırımı üstüne yazmayan gazeteciyi dövseler yeridir.
İyi de bilgi dağarcığında yeterli birikim, torbanda söylenecek sözün varsa yazarsın.
Ya 15 gündür gazete okumamış, Dünya Kupası'ndan bir kaç maç dışında TV seyretmemiş, bilgisayarın kapağını bile kaldırmamışsanız ne yapar, yani ne yazarsınız?
Yani geçelim…
* * *
Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyası ufaktan ufaktan başlamış.
“Ekmel – Ekmek” sloganı üstüne destek veren ya da dalga geçen birkaç yazıya şöyle bir göz attım. Ama o kadar…
Bir de Başbakan, Cumhurbaşkanlığı kampanyası için bir “vizyon belgesi” açıklamış. O mu söylemiş, salona öyle bir pankart mı asılmış tam anlayamadım ama o vizyon belgesi ile ilgili "Milli irade ve Milli güç. 2023-2053-2071" diye bir slogan da varmış…
Şimdi tutup “2023 Cumhuriyet’in 100. yılı; 2053 İstanbul’un fethinin 600. yılı, 2071, Türklerin Andolu’ya girişlerinin 1000. yılı” diye not düşüp, ardından “Ulan, yoksa bu 2071’e kadar Çankaya’da kalıp, terlemeyi, koşmayı ve maydonoz olmayı mı hesaplıyor” diye dalga geçmek var ama, yakışık almayacak.
O zatın değil 2023’e kadar Çankaya’da oturması, Ağustos’taki seçimi kazanıp Çankaya’ya çıkması bile yeterince vahim. Dalga geçmenin sırası değil. Tehlikenin farkındayım…
Öyleyse Tayyip Erdoğan’ın şu “Vizyon belgesi”ni satır satır okumadan, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun –varsa- seçim bildirgesini gözden geçirmeden, Selahattin Demirtaş’ın Kürt siyasal hareketinin yetenekli sözcülüğünden bütün Türkiye “cumhur”unun başkanlığına aday oluşunu nasıl temellendirdiğini dinlemeden izin sonrası ilk yazıda siyaset yazmak gibi bir densizliğe kalkışıp okura saygısızlık etmenin alemi yok.
Yani bunu da geçelim…
* * *
Ama Dünya Kupası üstüne iki çift laf etmeden bu yazıyı noktalamaya filan da niyetim yok
Korkmayın, spor yazarlığına soyunacak değilim. Takımların oyun sistemlerini analiz edecek bilgiye filan sahip değilim. Ben futbolu gençken oynamayı severdim, bu yaşta ise seyretmeyi seviyorum.
Şimdi söyleyin bakalım…
Bir ay süren Dünya Kupası'nın ardından takımlardan söz edildiğinde dilinizin ucuna gelen ne?
Birkaç örnek:
Arjantin? Tabii Messi…
Fransa: Tabii Benzema…
Hollanda? Tabii Robben…
Brezilya? Tabii Neymar…
Pekiiiii…
Kupanın şampiyonu Alman milli takımından söz edildiğinde?
Müller mi, kupa tarihinde en çok gol atan Klose mi, final maçının golünü atan Götze mi, kaleci Neuer mi, kaptan Lahm mı, Mesut Özil mi, emektar Schweinsteiger mi…
Hiçbiri mi, hepsi mi ?
Medyada Alman milli takımınndan söz ederken, yazarken “Panzerler” diyen sadece iki ülke var: Türkiye ve Yunanistan.
Geri kalan ülkelerin medyası Alman milli takımından “Die Mannschaft” diye söz ediyor. Almanca olmayan gazetelerde bile sözcük Almanca olarak, “Die Mannschaft” diye yazılıyor.
Mannschaft takım demek.
Dünya Kupası gibi uzun soluklu yarışmalarda Messi, Robben, Neymar gibi top cambaz ve ustalarının ekipleri değil; Messi’si, Robben’ı, Neymar’ı olmayan ama takım olan ekipler şampiyon oluyor.
Bu sadece sporcuların değil, siyasetçilerin de ders çıkarması gereken bir gerçek…