Memleketin hâli hoptirinam…
Neşelenmemek, kahkahalar atmamak, yaşamın keyfini çıkarmamak mümkün değil.
İster "Sedat Peker dizisi" seyredip beşinci bölümde neler olacağı üstüne eş dostla geyik muhabbeti kaynatın…
İster mafya babaları ve mafya babalarının siyaset ya da yüksek bürokrasideki eski ve yeni patronlarının karşılıklı demeç, açıklama, tweet mesajları yağmur gibi yağarken, her konuda fikri ve sözü ve elbette derin bilgisi olan "o zat"ın dut yemiş bülbül misali suskunluğunu anlamlandırmaya çalışın…
İster bugün akşam 22.15'i izleyen dakikalarda adı süper kendi süprüntü ligde Beşiktaş'ın mı, Galatasaray'ın mı şampiyon olacağı ve o saatte sokakları doldurup "Al virüsümü, ver virüsünü" oynayacak taraftarlar üstüne tahmin yürütüp, "Hâlâ umut var" hesabı yapan Fenerbahçelilerle dalga geçin…
Yani sahiden dört köşesi hoptrinam olmuş bu ülkede neşeli kahkahalar eşliğinde hayatın tadını çıkarıyorsunuz.
İçimdeki "kötücüllük şeytanı" ayaklandı. Neşenizi söndürecek, içinizi karartacak bir mavra yazmaya karar verdim.
Buyrun…
Yakınlarım arasında "Bizim Aydın iş bilir, iş bitirir" diye kesinlikle yanlış bir önyargı var. O yüzden yakınlarım arasında biri bu dünyayı terk ettiğinde cenazeyi kaldırma işi sık sık benim üstümde kalır.
İster istemez "deneyim" kazandım.
Çok yakın bir arkadaşımın Alman eşi gencecik yaşında kansere yenik düştü. Telefonda bana vasiyetini iletti:
- Aydın, beni boğaz rüzgarlarının estiği bir mezara koy…
Çok değil üç dört gün sonra da arkadaşım telefon etti:
- Bu sabah kaybettik. Yarın THY'nin Köln uçağı ile geliyor. Ben de aynı uçakla geliyorum…
Kolları sıvadım. Anadolu yakasında sahiden boğaz rüzgarlarını alan bir mezarlık buldum. "Maalesef orada hiç yer yok" diyen Mezarlıklar Müdürlüğü görevlisini basın kartımın etkisini, Cumhuriyet gazetesinin ağırlığını kullanarak ikna ettim ve "bir mezarlık" yer bulduk. Ama iş ölüm belgesine gelince iş sarpa sardı. Kızın soyadı tamam da adı Alman. Oysa mezarlık Müslüman mezarlığı. Görevli kaşlarını çattı:
- Bu olmaz işte Aydın bey. Müslüman mezarlığına gayrimüslim gömülmez. Ben size gayrimüslim mezarlığında bir yer…
Cümlesini tamamlatmadım. Son derece güven veren bir sesle konuştum:
- O Müslümandı.
- Ama adı?
- Adı Alman ama müslümandı o. Ölmeden önce benim yanımda kelime-i şehadet getirdi…
- Haaa, o zaman mesele yok.
Gözünü sevdiğimin İslam dini. Hristiyan olsa kilise kayıtları, Yahudi olsa sinagog belgeleri filan istenir. Oysa İslamda bir tanık yetiyor.
Görevli memur devam etti:
- Öylese tamam. Bizim gasilhanede yıkar, namazını da kıldırır, öyle kaldırırız…
Artık zembereğim boşalmış. Yalana yalan kattım:
- Köln'de yıkandı, namazı da orada kılındı. Hepsi tamam memur bey.
- Köln'de? Hangi camide….
Duraksasam her şey berbat olacak. Duraksamadım:
- Bilal-i Habeşi Camii'nde…
Mezarlık görevlisi başıyla onayladı
- Bilirim güzel camidir…
Böylece sevgili arkadaşımın vasiyetini eksiksiz yerine getirdim. Boğaz rüzgarları esen bir mezarda yatıyor…
Haaaa, unutmadan…
Köln'de Bilal-i Habeşi Camii diye bir cami yok.
Hazır günaha girmişken haydi bir marifetim daha…
Sevgili arkadaşım Serol Teber'i çok erken kaybettik. Cenaze töreninde bana cami avlusundaki düzeni sağlamak görevi düştü.
Serol yakın arkadaşım, iyi tanıyorum. Din ile pek değil hiç ilişkisi yoktu.
İmam'a gittim, sözcükleri gevelemeden konuştum:
- Bak imam efendi, namaz öncesi konuşmayı kısa, mümkün olduğu kadar kısa kesersen iyi olur. Hele merhumun nasıl inanmış bir mümin olduğunu filan karıştırmazsan daha iyi olur. O zaman sana okkalı bir bahşiş benden.
Anlaştık. İki kısa cümle ile konuşmayı bitirdi. Cami cemaatından saf tutan birkaç kişi ile namaz kılındı ve avluyu dolduran arkadaşlarımızın alkışları arasıda Serol Teber'i cenaze arabasına bindirip uğurladık.
Bir defasında da bitişik komşumun yaşlı annesi öldüğünde…
Hayır, hayır… Bu kadarı yetsin. Bu mavra, marifetlerimle övünmek için değil, cenazelerin ardından gelen bazı başsağlığı mesajlarının önünü kesmek için yazılıyor..
"Başın sağ olsun… Sabırlar dilerim…" gibi cümlelere elbette itirazım yok.
Ancak "laiklik dini"nin müritlerinin başlattığı, laiklik dinine bağlı olmasalar da çocukluklarından beri bilinç altlarında tortulanmış "laik tavır" yüzünden pek çok tanıdığın da benimsediği cümleler var.
"Işıklar içinde uyusun..."
Ne demek bu?
Bal gibi Müslümanların "Nur içinde yatsın" dileğini kullanmamak, "kutsal ışık" anlamına gelen "nur" sözcüğünden sakınmak için uydurulan bir saçmalık.
Her duyduğum ya da okuduğumda "Bari mezarın içine de bir elektrik düğmesi koyun ki merhum isterse ışığı kapatsın" demek geliyor içimden. Ama yakışıksız kaçacağı için susuyorum…
Sonu olmayan bir uykuya dalmış biri için karanlık mezar ışıkla aydınlatılsa ne olur, öyle karanlık kalsa ne olur?
Bitmedi.
Bir de "Mezarına yıldızlar yağsın" dileği var.
Peki bu ne demek? Bir yere yıldız yağarsa bunun anlamı oraya meteor (göktaşı) düştü demektir ve düştüğü yeri adeta yok eder. O yüzden "Yıldızlar filan yağmasın. Bırakın orada sonsuz uykusunu sorunsuz uyusun" demek daha doğru değil mi?
Ya "Yıldızlar yoldaşı olsun" dileğine ne demeli? Bunu diyenler sanırım ölenin "ruhu"nun gökyüzüne yükseleceğine ilişkin bir dini kabulü dillendirmekteler.
Öyle mi dersiniz? Bir ruhumuz var ve ölünce o ruh göğe, yıldızların yanına mı yükseliyor?
İnançlıların, müminlerin böyle bir cümle kurmasına sözüm yok. Ama inançsızlıklarını iyi bildiğim ya da inançla hurafeleri ayırt edebilecek bilinç ve bilgi uyanıklığında olanların bu cümleyi kurmasına ne demeli?
Yine bitmedi.
Bir de "Devr-i daim olsun" dileği var.
Bu da insanların öldükten sonra yeniden dirilip bir başka hayata başlayacağı inancına dayanmıyor mu?
Eskilerin "bâsübâdelmevt" dedikleri öldükten sonra yeniden dirilmek benim bildiğim İslam dininde kıyamet günü dirilmek anlamında kullanılır.
"Devr-i daim olsun" dendiğinde artık kıyamet günü beklenmeyecek, ölen bir başka kalıpta yeniden dirilecek denmiş oluyor.
Sizi bilmem ama ben ölünce "devr-idaim" olmasın. Neme gerek, bir solucan ya da hamam böceği olarak yeniden dünyaya gelmek istemem. Öldüğümde bırakın rahat rahat uyuyayım.
Mezarlıklar, ölüm, ölüm sonrası filan üstüne bir mavra okudunuz.
Şu hoptirinam ülkede taşkın neşenizi, bana kadar ulaşan sevinç kahkahalarınızı bir nebze de olsa söndürebildim, içinizi karartabildiysem aferin bana…