Dün akşam televizyonda ya da onun kadar hızlı haber veren T24'ü görmediyseniz, nasıl olsa bugün kağıt gazetelerde okudunuz...
Dün akşam televizyonda ya da onun kadar hızlı haber veren T24'ü görmediyseniz, nasıl olsa bugün kağıt gazetelerde okudunuz.Hatay’da 6 yaşındaki öğrencisini masanın altına yatırıp, üstüne basıp, arada bir tekmeleyip geri kalan „ana“ okulu öğrencilerini eğiten 17 yıl meslek deneyimine sahip öğretmenden söz ediyorum. Hani küçücük çocuk ayaklarının dibinde yatarken sınıfa cırtlak bir sesle, „Ben konuşurken konuşursanız, sözümü keserseniz işte böyle paspas olursunuz“ diye kükreyen öğretmenden...İsterseniz, bunu bırakıp Şırnak kırsalındaki bir operasyon sırasında komutanın „Sen, sen ve sen şu patikadan, sen ve sen de sağdaki patikadan ilerleyin“ komutuna „Komutanım, önce bir mayın taraması yapsak... Mayın olabilir o patikada“ diyen erin kafasını tabancasını dayayıp, „Bir daha benim emrime karşı çeneni açarsan mermiyi beynine yersin. Burası asker ocağı“ diye kükreyen üsteğmenden söz edelim. (Kafası bu noktaya takılanlar için not: Erler şanslıydı. Emre uydular ve patikada mayın yoktu)İsterseniz böylesi örnekleri ardarda sıralamaktan vazgeçelim ve her birimiz belleğimizde kazılı kendi çocukluk, gençlik, -erkeksek- askerlik anılarımızı tarayalım.Siz belleğinizde dolanırken ben hazırda bekleyen bir anı ile yolu açayım:Ortaokul ikinci sınıf öğrencisiydim. Tarih öğretmeni kitapta şöyle geçiştirilmiş bir „tarihsel gerçeği“ ballandırarak anlattı: Etiler bir Türk kavmiydi !.. Tıpkı Akatlar, Sümerler, Babilliler gibi...Dersin ilerleyen dakikalarında bu kez Milattan önce 1274 yılında Mısır Firavunu II. Ramses ile Eti (Hitit) kralı Şuppililiuma arasındaki ünlü Kadeş Meydan Savaşı'nı anlattı...Dilim kopsun, kafama takılanı sordum:- Öğretmenim, Etiler Türk dediniz. Kralın adı Şuppililiuma. Bu Türk adı mı?Öğretmen bir an (kısa bir an) durakladı, sonra elindeki oklava kalınlığındaki ve uzunluğundaki sopayı kafama indirip „kükredi“:- Ne biçim sorular soruyorsun sen, ha ne biçim sorular? Etiler Türk dediysem Türk'tür.Şuppililiuma’ymış...Kafasına oklava inen her çocuğun yapacağını yaptım, somurttum. Oklava ardarda kafama inmeye başladı:- Munis ol... Surat asmak yok. Munis ol dedim sana…Kafasına habire oklava inen biri ne kadar munis (= Uysal, itiraz etmeyen, cana yakın) olabilirse, o kadar munis olup sustum. Tabii “Öğretmenim , bir de Türkler Anadolu’ya Milattan sonra 1071’de Alpaslan komutasında kazandıkları Malazgirt savaşıyla girdiler, demiştiniz. Milattan önce 1274’teki Etiler nasıl oluyor da…” diye başlayan ikinci soruyu da yutacak kadar da akıllı davrandım…* * *Sizce Hatay’daki öğretmen, Şırnak’taki subay ya da benim tarih öğretmenim anormal miydiler; istisna mıydılar? Yoksa bu toprakların insanlarının neredeyse genlerine sinişmiş bir zihniyetin kurbanları mı?İtaat kültürüdür bu.Sorgulatmayan, sorgulamayı yerine göre ayıp, yerine göre günah, yerine göre suç sayan sayan bir zihniyetin dayattığı, zorla öğrettiği bir davranışın yansılarıdır.Sorma, sorgulama, tartışma; söylenene uy, kabul et ve yap!Bu kadar…* * *Demokrasinin serpilip gelişememesinin, hep bir yanıyla topal kalmasının suçunu sadece Asya despotik devlet geleneğini bugün de sürdürmek için çırpınan devlette arayamayız.Demokrasi ancak sorgulayan, aklı yatmayınca itiraz eden yurttaşların katılımı ile serpilip gelişir.Bugün gelişkin bir demokrasi olarak benimsenen Batı Avrupa demokrasi standartlarına aklın egemenliğini savunan, kendisine dayatılanı sorgulayan, bu yolda krallar ve aristokratlarla da, kilise ile de amansız savaşlara tutuşan yurttaşlarca ulaşıldı. Kimse bu hakları altın tepsi içinde sunmadı. Pençe pençe kazanılan bir özgürlükler dizgesinden söz ediyorum…Cami ile hesaplaşmamış; devleti yurttaşın hizmetinde bir aygıt olarak değil, buyurgan ve hatta kutsal görmekten bir türlü kurtulamamış; itaat kültürünün çemberini kıramamış, tersine günlük yaşamın her anında bu onur kırıcı kültürün saldırısı altında yaşayan “yurttaşların” ülkesinde demokrasi de ancak bu kadar olabiliyor…