Tırmık’ın kıdemli okurları bilir, medya tartışmalarına, hele hele medya içi itiş kakışlara becerebildiğim kadarıyla uzak durdum, duruyorum, duracağım. “Filanca gazetede filanca yazar şöyle yazmış; dur şuna ağır bir cevap vereyim yahut maskara etmecesine sarakaya alayım” gazeteciliği benden uzak olsun. Yazılan yazı kötüyse, savunulan fikir yanlışsa ya da yüzeyselse, nefret dili kullanılmışsa, saçmalanmışsa, yalaklık örneği verilmişse, kendi kendine gelin güvey olup şişinilmişse, meslek ilkeleri çiğnenmişse; kısacası her ne halt edilmişse cezasını okur versin. Vermiyorsa, veremiyorsa yazar keyfini çatsın, okur derdine yansın... Ama meslektaşlarla itişip kakışmak, haydi fiyakalı terimle söyleyelim “polemik” yapmak başka, kağıt gazetesiyle, televizyonu, radyosu, internetiyle medyanın hali üstüne yazmak başka... Eh, bu kadar uzun “girizgâhtan” sonra medya üstüne bir Tırmık okuyacağınız belli oldu değil mi? Peki, buyrun... * * * Dün haberini T24’de, yorumunu Tırmık’ta okudunuz; 125 yazarı arasında Ahmet Şık’ın da yer aldığı “000Kitap-Dokunan Yanar” adlı kitap günışığına çıktı. Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” adlı kitabı gün ışığı görmeden, üstelik içindeki görüşler yüzünden filan değil “örgütsel döküman” olduğu gerekçesiyle yayınlamadan mahkeme kararı ile yasaklanmıştı. (İletişimde devrim yaşanan bir çağda “kitap yasaklamanın anlamı var mı” diye sorulabilir ama konumuz bu değil) Dün ise 125 yazarın ortak ürünü olan bir kitap yayınlandı. Dünyanın neresine giderseniz gidin gazetecilik mesleğinin en acemi habercisine sorun bu haberdir. Hele yazarlarının yargıç karşısına dikilmesi olasılığı bulunan bir kitap sözkonusu ise daha önemli haberdir. Hele hele yazarları arasında Türkçe edebiyatın yüz akı, anıtı Yaşar Kemal gibi 80’lik bir delikanlı duraksamadan yer almışsa bu çok önemli haberdir. Atlayana kapı gösterilir, gözden kaçıranın rütbesi sökülür. Dün Tüyap Kitap Fuarında kitabın duyurusunu yapan ANGA’ları (=Ahmet ve Nedim’in Gazeteci Arkadaşları) bir haberci ordusu izledi. Not defterleri, ses kayıt aygıtlarıyla, fotoğraf ve TV kameraları ile haberciler orada görevlerini yaptılar. Sonra çalıştıkları kuruma döndüler haberlerini yazdılar, görsel malzemeyi teslim ettiler ve bir başka haberin peşinde koşmak üzere ayrıldılar. Sonra? Sonrası meslek adına... Sonrası meslek adına... (Haydi bakalım buraya gelmesi gereken uygun sözcüğü bul Aydın Engin efendi!) Sonrası meslek adına... Hazindi (I-ıh. Çok yumuşak). Ayıptı... (I-ıh. Bu da öyle...) Suçtu. (Eh, bununla idare edelim)
Bir kaç medya kurumu yasak savdı. Birçok medya kurumu yok saydı. Arada haber kaynadı gitti... * * * Haber medyada yayınlansa, geniş yer bulsa, üstüne köşeler yazılsa iyi olurdu filan gibi bir derdim yok. Hiç yok. Umurumda değil. Sosyal medya denen ve geleneksel medya kurumlarını yavaş yavaş ( hatta hızlı hızlı) devre dışı bırakmaya başlayan kanallarda haber okuruna ulaştı. Ama içinde yer aldığım, hem onur duyup hem keyiflendiğim meslek, haber gibi bir haberi, haberin hasını yok sayarak, görmezden gelerek, yasak savarak sınıfta kaldı. Dertlendim, kederlendim. Dilimin frenini tutamam, lafın endazesini kaçırırım kaygısı ile meslektaşlarımla tartışmaktansa okurlarla dertleşmeyi yeğledim.Oturdum; okuyup bitirdiğiniz bu yazıyı yazdım.