İznik’e tüymüş de olsan kurtuluş yok. Ya kurban manzaraları görüyorsun ya “kurban kesme töresi”...
İznik’e tüymüş de olsan kurtuluş yok. Ya kurban manzaraları görüyorsun ya “kurban kesme töresi” üstüne yandaş ya da karşıt yorumlar dinliyorsun. Kurban manzarası görmek istemeyen ya gözünü yumuyor ya hayvan boğazlanan yerlerden uzak duruyor. Ama kurban töresi tartışmasından kurtulmak mümkün değil. Bir kesim kurban kesenlere, kurban kesilmesini onaylayan, dahası kutsayanlara ağzı köpürerek, bulabildiği en ağır hakaret sözcüklerini ardarda sıralayarak söyleniyor, homurdanıyor. Bunlar, hani şu “beyaz Türkler” diye adlandırılan kesimden. Tabii konu küfür, hakaret eşliğinde ele alınınca ortada eleştiri filan kalmıyor; hak verilecek kanıt ve tanıtlar (=argümanlar) küfür, hakaret sağanağı altında yitip gidiyor. Hele “Biz de Müslümanız ama...” diye başlayan cümleler; iyiden iyiye can sıkıyor. “Müslümansan dinin gereklerini yerine getir” diye yüklenmemek için sabrınızı zorluyorsunuz. Bunların karşısında ise kurban adetine, töresine, dini kuralına kılıf bulmaya çalışanlar var. Mesela Nuray Mert arkadaşımız Hürriyet’teki yazısını bu konuya ayırmış ve yazıyı şöyle noktalamış: “...Homurdanmaya devam eden Beyaz Türklere ben yine de hatırlatayım, içlerine sinmese de, bu vesile ile ‘kurban’ın sıradan ve ilkel bir hayvan boğazlama değil, daha deruni anlamları olabileceğini düşünsünler.” Olanca iyi niyetime rağmen kurbanın neden “ilkel bir hayvan boğazlama” olmadığını ve “daha deruni anlamları”nın ne olduğunu, olabileceğini bulup çıkaramadım. Sağlam bir sosyoloji eğitimi almış arkadaşımız böyle yazdığına göre bir bildiği vardır ve benim anlayamamamın sebebi benim cehaletimdir (herhalde). Gazeteyi kapatıp “sokak yazarı” olabilmek için İznik’in kurban pazarının kurulduğu Yenişehir Kapısına doğru yola çıktım. Radyoyu açtım. Açmaz olaydım. Dinsel ağırlıklı yayın yapan radyo kanallarından birinde bir adamcağız, ayınları çatlatıp, gayınları patlatarak vaaz veriyor: “... Bayram sevgidir, Allaha ve onun yarattıklarına sevgi duymaktır. Kurbana da öyle yaklaşınız. Kesmeden önce gönlünü alıp hakkını helal etmesine vesile olacak sevgi ve şefkati ondan esirgemeyiniz...” Radyoyu kapattım. Zaten İznik Kurban Pazarı'na da ulaşmıştım. İndim, iner inmez de neredeyse burun buruna geldim. Pazardan bir koyun satın almış. Kınalı, kederli bakışlı bir koyuncuk. Koyunu omuzuna vurmuş. Koyunun ön ayakları omuzunun sağından, arka ayakları solundan sarkmış. Park etmiş kamyon, kamyonet, traktör ve arabaların arasından -sanırım- evine doğru yürüyor. Etraftan takılanlar oldu: - Yükün ağır dayı... Gülümsedi. - Eee bu dünyada ben onu taşıyorum; yarın ahrette, sırat köprüsünden geçerken o beni taşıyacak... Ben takılanlar devam edecek sandım. Tersine, anlayışla başlarını salladılar: - İnşaallah, inşaallah... Allah kabul etsin... O da hızını kesmeden “Allah razı olsun” deyip kendisini sırat köprüsünden geçirecek “arac”ı taşımaya devam etti... * * * Hristiyan dünyasında –mesela- veba salgınına yol açtıkları için cadıların yakıldığı 6. yüzyılda Arabistan çöllerinde yaşayan kavimlerde tanrının gazabını önlemek, sevgisini kazanmak, ona bağlılığını kanıtlamak için kurban kesme adetinin olanca canlılığı ile yaşamasında şaşılacak bir yan yok. Bunu analiz etmek (=çözümlemek) için öyle derin sosyoloji bilgisiyle donanmaya da gerek yok. İnsanoğlu kendini belalardan korumak, taptığı tanrının gazabından korunmak, merhametinden yararlanmak için kan kültürünü yarattı. Daha kestirme bir deyişle kurban geleneği İslam'dan çok öncelere dayanıyor ve İslam bu geleneği bir miras olarak devraldı. Önce insan kurban ediliyordu. Özellikle çocuklar ve bakire kadınlar. Sonraları savaşta esir aldığı düşmanlarını kurban etmeye sıçradılar. Daha da sonra insan yerine hayvan kurban etmeye başladılar. Peki daha da sonra? Daha da sonrası yok. İnsanoğlunun İslam'dan çok daha eski geleneği o gün bugündür sadece insan yerine hayvan kurban etmekten ibaret bir “reform süreci” yaşayarak sürüp geldi; sürüp gidiyor. Kurban bal gibi ilkel kavimlerdeki kan kültürünün günümüzdeki devamıdır ve elbette o kavimler kadar ilkel bir gelenektir. Yurttaş hareketleri (dileyen kapitalizm aşaması diye de okuyabilir) Avrupa’da kilise ile hesaplaşmaya girişti ve uzun, sancılı ve kanlı mücadelelerden sonra rahipleri kiliseye sokup, dünyadaki yaşamın kurallarını kendi belirlemeye başladı. İslam’da ise henüz cami ile bir hesaplaşma yaşanmadı. Kul’dan yurttaş’a yükselme süreci tamamlanmadıkça her kurban bayramında aynı tartışmaları yaşamamız kaçınılmaz.