...Bugün adaleti kanatan “tahliyeler”e yol açan yasayı 2005’de çıkarıp, gerektiğinde bir gecede nice...
Adalet Bakanı yakınıyor: “...Tutukluluk süresini dolduran sanıkların olduğu dosyaların dörtte biri yerel mahkemelerde, dörtte üçü ise Yargıtay’da. Ancak Yargıtay’da bu dosyaları öne çekip bir şey yapmama konusunda ısrarlı direniş var...” Yargıtay Başkanı Gerçeker yakınıyor: “... Bölge Adliye Mahkemelerinin bir an önce kurulması lazım. 2010 yılı sonunda kurulması öngörülüyordu, olmadı. Bu mahkemelerin bir an önce kurulması lazım ki bize gelecek olan dosyaların sayısı azalsın. Yargıtay bu kadar iş yüküyle çalışamaz...” Adli Tıp Kurumu yakınıyor: “...Elimizde bir milyona yakın dosya var. En erken bir yıl sonraya gün verebiliyoruz. Bunun altından kalkamayız...” Telefonda konuştuğum ağırceza yargıcı yakınıyor: “... Engin bey, baktığımız davalardan birinde otuz çuval dolusu belge var. Birinde dediysem örnek olsun diye öyle dedim. Bir çoğunda durum farklı değil. Bunlara bakmadan karar verirsem adalet ne olur; bunlara bakmaya kalkarsam yine aynı soru, adalet ne zaman tecelli eder?..” Akranım ve arkadaşım bir hukuk profesörü yakınıyor: ... Aydın, adı lazım değil, bir taşra üniversitesinde, hani eskiden devletler hukuku dediğimiz dersi veriyorum. Bütün ders saatlerini tek güne topladım. Sabah uçakla gidiyorum; bir dersden çıkıp ötekine girip güya ders veriyorum. Son uçağa yetişip İstanbul’a dönüyorum. Öğrencileri bırak tanımayı, adlarını öğrenmeye bile vaktim yok. Bunun adına da üniversite eğitimi diyorlar...” Baro Başkanlığı yapmış eski ve iyi bir arkadaşım yakınıyor. “... Bak şimdi, ben 26 hukuk fakültesi var sanıyordum. Meğer daha da çokmuş. Her ile bakkal dükkanı açar gibi üniversite açıyorlar; tıp fakültesi zor ama hukuk fakültesi kolay deyip bir hukuk fakültesi kuruyorlar. Ama Türkiye’de hukuk eğitimi verecek o sayıda öğretim üyesi yok. Bazı hukuk fakültelerinde öyle öğretim üyeleri, doçent filan hem de, tanıdım ki hukuk diplomaları olduğundan ciddi kuşkuya düştüm... “ * * * Fotoğraf bu. Abartı yok. Eksiği yok. Fazlası çok ise çok. Örneğin bağlandığı ideolojinin militanına dönüşmüş yargıçlar, savcılar var. Yüksek yargının kürsülerini hukukun, adaletin değil siyasetin kürsüsüne dönüştürmüş yüksek yargıçlar var. İstanbul – Silivri arasında uzanan kıyı otellerinde kurulan kumar masalarında potu 500 liradan pokere oturan, ütülmekten yılmayan, borçlanmaktan korkmayan İstanbul adliyeleri mensupları var. Bugün adaleti kanatan “tahliyeler”e yol açan yasayı 2005’de çıkarıp, gerektiğinde bir gecede nice önemli yasayı çıkarmışken, beş yıl boyunca kılını bile kıpırdatmamış bir Adalet Bakanlığı var. “Türkiye’nin önünü açıyoruz” diye şişim şişim şişinip sekiz yıllık iktidarlarında ertelenmesi, gecikmesi kaçınılmazlık değil artık suç sayılması gereken bir hukuk reformunun öncelikli adımlarını bile atmamış bir Hükümet var. Peki bu koşullarda yargının kutsallığına, adalet dağıtan aygıtın dokunulmazlığına inanmamızı ve uymamızı kim ne hakla ister bizden? * * * Türkiye’de yargı erkinin ve adliye aygıtının çok büyük bir kesiminin adalet dağıtamayacak kadar yetersiz, niteliksiz, ehliyetsiz, iş yükü altında ezilmiş, bıkkın ve yorgun olduğuna inanıyorum. Bunu söylemek suçsa, aha burda bu suçu alenen işliyorum.