Ben de "Yetmez ama evet" dedim.
Üç gün önce, cumartesi akşamı dedim.
İçimden dedim.
Bulmaca gibi oldu. Açıklamak gerek…
Cumartesi akşamı CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, İBB Başkanı İmamoğlu, İstanbul il başkanı Kaftancıoğlu ve ağır top CHP’lilerle T24’ün yazar takımı İstanbul’da bir otelde akşam yemeği için buluştu.
Yemek bahaneydi. T24 yazarları sordu, Kılıçdaroğlu cevapladı. Yemeğin sonunda bizler sorularımıza büyük ölçüde cevap aldık, karnımızı da bir güzel doyurduk. Kılıçdaroğlu ise soruları sabırla ve kaçamaksız cevapladı ve durmadan konuşmak zorunda kaldığı için sanırım masadan aç kalktı.
Dünkü T24’te bizim yazar tayfasının hemen hepsi yazılarını bu yemekte konuşulanlara ayırmıştı. Bir de benim eklenmemin gereği yoktu.
Yazıları ve haberi okuduysanız, ki okumalıydınız, Kılıçdaroğlu’nun başlığa çıkarılan sözleri dikkatinizi çekmiştir.
Toplumun "kanaat önderi" diye anılan kişi ve grupları ile, özellikle de "muhafazakâr" denen kesimler ile yoğun bir sohbet, tartışma, konuşma süreci içinde olduklarını uzun uzun anlatan Kılıçdaroğlu, konuşmasının bir yerinde, çok da özel bir vurgu yapmadan bir cümle kurdu:
"… Muhafazakâr kesimlerle yaptığımız toplantılarda bazen kendilerine takılıyorum, 'Siz kendinize muhafazakâr diyorsunuz ama muhafazakâr değilsiniz. Asıl muhafazakâr bizdik, yıllar yılı değişmemek için direndik' diyorum…"
Ardından o güldü.
Ben ise yıllar önce ve yıllar boyunca CHP’lilere "Bir sosyal demokrat parti olma ve CHP’nin geçmişinden getirdikleri" konulu sohbetleri hatırlayıp irkildim.
CHP’nin çelebi genel başkanının rahatça söyleyip geçiverdiği o cümle kanımca bir iç hesaplaşmanın, bir özeleştirinin adımı olsa gerek. O adımların devamı geldikçe CHP içinde bereketli tartışmaların patlayacağı; tartışmaların bazen çok sertleşeceği besbelli.
O yüzden Kılıçdaroğlu’nun aktardığım cümlesine "Yetmez ama evet" dedim.
İçimden dedim.
Yüksek sesle söyleseydim Genel Başkan’a saygısızlık olurdu. Ayrıca beni, gazeteciliği bir yana bırakıp bir partiye akıl veren bir densiz konumuna düşürürdü…
Altını çiziyorum: Kılıçdaroğlu’nun cümlesi, o cümlenin önü ve sonu öyle rastgele söylenmiş, hele bir dil sürçmesi filan değildi. Bunun altını kalın çizelim ve unutmayalım.
Ama yoğurdu da üfleyelim. Bu adımların ardının gelip gelmeyeceğini görelim. CHP’de daha önceleri de benzer tartışmalar uç vermişti. Bazen partinin tepelerince doğmadan boğulmuştu, bazen sulandırılmış, bazen laf kalabalığına getirilmişti.
Ancak bir genel başkanın ağzından ilk kez duyuluyordu: "…Yıllar yılı değişmemek için direndik…"
Değişime direnen her partinin sonu "partiler mezarlığı" olur. Partiler kendilerini programları ile, temel ilkeleri ile, iç işleyişleri, tüzükleri ile çağın değişimine, ülkenin gelişimine uygun olarak yenilemek, değiştirmek, dönüştürmek zorundadırlar.
CHP’nin epey uzun süre koruduğu, kullandığı bir sloganı örnek vereceğim: Halk için, halk adına, halka rağmen!..
Bu slogan 40’lı, hatta 50’li yılların sonuna kadar CHP il ve ilçe binaların çoğunda duvara asılı olarak durdu.
Bu sloganı bugün tekrarlayan ve savunanla alay ederler. Ona demokrasinin "halka rağmen" diye tepeden inmeci bir tutuma izin vermeyeceğini hatırlatırlar.
CHP’nin değişmeye direnen, kendini ilerici olarak tanımlarken muhafazakârlığın daniskasına saplanıp kalmasına yol açanlar bu kez yenik mi düşecekler bilemiyorum. Dedim a yoğurdu üfleyelim.
Bir örnek olarak, sadece bir örnek olarak sorup bu yazıyı noktalayalım:
CHP’nin ideolojik çizgisini en özlü gösteren simge altı ok.
Altı ok’tan biri ise milliyetçilik.
Peki hem sosyal demokrat bir parti olup, Sosyalist Enternasyonal üyesi olup hem milliyetçi olmak mümkün müdür?