Siz bu yazıyı okurken ben ya bir uçağın içinde sekiz, dokuz bin metre yukarılarda uyukluyor...
Siz bu yazıyı okurken ben ya bir uçağın içinde sekiz, dokuz bin metre yukarılarda uyukluyor ya da inmiş, Güney Almanya dolaylarında bir yerlerde sürtüyor olacağım. Yani yolcudur Abbas, bağlasan durmaz! Şöyle keyifli bir “Bana müsaade” yazısı yazmak vardı. Gel gör ki haramdır. Keyifli yazı, da keyif de bugün haramdır. Bu satırlar Agos’un önünde güçbela tutulan yaşların nemlendirdiği gözlük camlarının buğusu arasında yazılıyor. Onu uğurladığımız yerde yine toplandık. Kimi öfkesini haykırdı; kimi bencileyin gözyaşlarını içine akıttı, sessizce dikildi. O’nu andık. Bitti, evlerimize, işlerimize döndük. Peki gelecek yılın 19 Ocak’ına kadar ne yapacağız? Hrant için değil kendimiz için, çocuklarımız için ne yapacağız? Üç beş tetikçiyi önümüze sürüp susmamızı isteyen bir devlete, o devletin dizginlerini elinde tutan hükümete, o devletin güvenlik gücünü oluşturan polise, jandarmaya boyun eğip, “Konu adalete intikal etmiştir. Adalete müdahale edilmez. Beklemek lazım” deyip kulağımızın üstüne mi yatacağız? Dink cinayetinin ardından “28 saatte katili yakaladık” diye şişinen ve bütün marifeti bundan ibaret bir Başbakan’a verdiği “Sonuna kadar gideceğiz” sözünü tutturmak için ne yapacağız? Cinayetin üstünden sadece saatler geçmişken, Hrant’ın cansız bsedeni henüz soğumamışken kameraların karşısına geçip “Katil yakalandı. Bir örgüt işi olmadığı anlaşıldı. Bireysel duygularla öldürmüş” diye demeç veren; emrindeki örgüte cinayetin nerede, ne zaman, ne şekilde ve kim tarafından işleneceği bilgileleri bile ulaşmışken Hrant’ın ölümüne seyirci kalan ve bütün bu hünerlerinden dolayı İstanbul Emniyet Müdürlüğünden alınıp, terfi ettirilerek Osmaniye’ye vali yapılan Celalettin Cerrah’ın “mutaber devlet adamı” olarak ortalıkta dolanabilmesine seyirci mi kalacağız? Sahte belgeler düzenleyerek hem katilleri koruyup kollatan, hem kendi cinayet teşvikçiliğini gölgelemekten kaçınmayan dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı , Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Ulucanlar Cezaevindeki onlarca tutuklunun öldürüldüğü “derin operasyon” bulaşığı Albay Ali Öz’ün ülkenin bir başka kentinde görevine devam etmesine ve yargıç karşısına çıkmasına asla izin verilmeyişine seyirci mi kalacağız? Dönemin Trabzon Emniyet Müdürü, daha sonra Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’in sanık iskemlesine değil sadece biraz pasif bir görevin iskemlesine oturtulmasına ve zinhar yargıç karşısına çıkarılmamasına seyirci mi kalacağız? Samsun’da katilin sırtını sıvazlayıp, birlikte bayraklı poster fotoğraflar çektiren polis ve jandarma görevlilerinin bir günlük maaş kesimi, uyarı cezası filanla ödüllendirilişlerine seyirci mi kalacağız? Katil adayının İstanbul’da kaldığı yerin adresi ellerine tutuşturulan, ama Ümraniye’ye gitmek yerine Fatih sokaklarında gezinip, ardından “Gittik o adreste öyle biri yok” diye sahte rapor veren polislere... Adaletin böylesine ahlaksızca, gözlerimizin içine baka baka yok edilmesine... Yargının Dink davasını “Kira tahliye davası” ciddiyeti içinde yürütmesine... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin “Sorumlular yargıç karşısına çıkarılmalı” kararını yok sayanlara... Seyirci mi kalacağız? Eğer seyirci kalacaksak, bir yıl sonra yine bir 19 Ocak günü niye Agos’un önüne gideceğiz ki? İçimizi rahatlatmak, vicdanımızı serinletmek için mi ? * * * Bu bir öfke yazısı. Mantık aramayın. Düne kadar bir süre yurtdışına gitme zorunluluğu fena halde canımı sıkıyordu. Şimdi... Bu boğuntuda sanki iyi olacak gibi geliyor bana... O yüzden bana müsaade... 21 Şubat’ta kadar Avrupa’nın bir yerlerinde sürteceğim. Medar-ı maişet motorunu başka türlü döndüremiyorum. Elimden geldiğince Tırmık’ı aksatmam. Ama bir kaç kez aksarsa hoşgörün... Yani yolcudur Abbas, bağlasan durmaz...