Yatağında hiç kıpırdamadan duruyordu. Gözleri, tıpkı çocukluğundaki gibi hep kapıdaydı. Tam altmış yıl beklemişti, hâlâ bekliyordu. Bunlar son saatleriydi. Kimsenin gelmeyeceğini de biliyordu üstelik. Gelecek kimsesi yoktu ki! Ne zaman bir telefon sesi yükselse, kapının zili çalsa heyecanlanırdı. Galiba kalbi de git gide bu yüzden zayıflamıştı. Hüzün gelmiş, içine geçmişti. Oysa ne telefonu çalardı, ne kapısı. Bir kez olsun bir mektup bile almamıştı. Tam kırk bir yıl yaşadım onunla, bir tek arkadaşı yoktu. Ara sıra uzaktan uzağa bir merhaba sadece komşularla… Kimsesi yoktu, ben vardım.
Altı yaşındaydım, beni o karanlıktan çıkarıp aldığında aydınlığına. Cam gibi bir gündü, hava güneşli. Merdivenlerden indiğimde elime tutuşturdukları poşeti eliyle itip, "Bu burada kalsın, onun her şeyi var" demişti. O gece gözlerini yumana kadar hiç bilmemiştim, o merdivenlerden onun da benim gibi bir memurun elini tutup elinde bir poşetle aşağıya indiğini. Hiç arkasına bakmamış, bense dönüp dönüp arkama bakmıştım hep. Sonra hep ona baktım. Bu önüne bakmak demekse eğer. Ona baktığımda yine dönüp dönüp arkama bakıyormuşum meğer. Aynı duvarlara, aynı kapılara, aynı pencerelerden aynı bahçeye, aynı bulutlara. Bir insanın bir insandan, dünyadan ayrılır gibi bir sonbahar sabahı bir yaprağın bir daldan nasıl ayrılıp düştüğünü izler gibi. Sesinde çocuklarla dolu odaların sesi vardı, o son gece duyabilmiştim bunu. O son gece anlamıştım bunca zaman kimi, kimleri beklediğini… Onun benim hayatımı benden önce yaşadığını.
"Beni böyle bırakıp gittiler" diyordu, sayıklar gibi. İnsan yaşlandıkça çocukluğuna dönüyormuş. Onun dönüp dolaşıp sarılıp gönlünü dinlendireceği bir çocukluğu da yoktu oysa. Hem kızamıyordu, hem öfkeli. "Ben onlara ne yaptım ki?" Ter içindeydi. Kırlaşmış saçları seyrelmiş, dökülüp kısalmış, nemlenip alnına akmıştı. Terini silmek için onu çevirip soymuş, ilk defa göğüslerini, sırtını görmüştüm. Etinden et koparılmış gibi boğum boğum yara izleri vardı. Omuzlarında söndürülmüş tütün kokusunu alabiliyordum… O büyümüş, ama yaraları küçülmemişti. Ter gibi değildi, kan gibiydi. Kalbimi buzdan damarlar sarmış, çatlamaya başlamış, üşümüştüm birden. İrkildiğimi fark etmiş, "Ben hayatta kaldım, sen de kal" deyip anlatmaya başlamıştı. "Bir kez altıma işedim diye, bir kez kalemi elime ilk verdiklerinde onu sol elimle tutuyorum diye, bir kez duvarın dibinde uyuyakaldım diye, bir kez yemeğimi kendim yiyemedim üstüme döktüm diye, bir kez öylece dalıp gittim diye dövdüler beni. Her defasında sanki hep bir defaya mahsus kalacakmış gibi başlardı. Ama öyle değildi. Bunların hepsi mazeretti. Ben sadece bu mazeretlerin mazeretiydim. İnsan, sanki orada doğmuş gibi malı oluyordu onların. Bunun böyle olduğunu bir nesne gibi el değiştiğinde anlıyordu insan. İnsanlardan daha insan bir başka bir insan gördüğü zaman... Ben de öyle anladım" diyordu. Elini tutmuştum, "Gidenler geri dönmesinler, ben seni bırakmam" diyecekken, sonra kapı açıldı usulca, içeriye küçücük bir kız çocuğu girdi…
Birden durdu, bıraktı kalemi ve kendi kendine dedi ki, "Bu çok acı bir hikâye oldu. Kim okusa anlar bunun benim hayatım olduğunu." Yutkundu. Daha kundaktayken evlat edindiği küçük kız öylece duruyordu dibinde. Kızın adı Zeynep. Yaklaştı masaya, gülümseyip küçücük ellerini koyuverdi dizine. Başını bir yanına eğip hafifçe gülümsedi. "Ah hayat, herkesi böyle teselli etsin" dedi. Sanki dizinin üzerindeki yarayı kapatmıştı küçücük elleriyle. İskemlesini geriye itip, kucağına aldı çocuğu. Başını göğsüne bastı, saçlarını kokladı. "Bak" dedi. "Yirmi yıl sonra yazacağın çünkü beni ancak o zaman anlayacağın hikâyeyi yazdım şimdi. Ben onlar gibi değilim, bırakıp gitmem seni." Sonra hikâyeye bir isim verdi: Bekleyenler! Beklemeyin, gelmeyecekler... Döndü yüzünü küçük kıza, "Sen bekleyenlerden olma" dedi.
Ayfer Feriha Nujen kimdir? Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır. Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir. |