Her şey tükendiği halde başkaldıranın neden intihar etmeyeceğini Albert Camus şöyle açıklar, "Çünkü tükeniş onun için bir gerekçe değildir.” Razı olmayı benimsedikten sonra uyumsuzluğu da benimser. Çünkü intihar başkaldırının mantıksal bir sonucu değildir. İntihar, içerdiği razı oluş sebebiyle onun tam tersidir, çaresizliği benimsemenin en son noktasına götürülmüş bir kabullenmedir. Peki, kim bu başkaldırıyı olumlu bir değere yükselten? İvan Karamazov. "Tanrı” yerine "adalet” kavramını koyar. Ona göre, ölümsüzlüğün olmadığı yerde erdem, erdemin olmadığı yerde yasa yoktur. Mantıksal akıl yürütmesinde "tanrı yoksa her şey mubahtır” sonucuna ulaşan İvan, erdem ve cinayet arasında sıkışarak, tanrı egemenliği yerine insan egemenliğini geçirir. Evrendeki en hızlı şey bildiğimiz kadarıyla ışıktır. Fakat bilinmeyen, ışıktan daha hızlı olan karar veriştir. Uzayı geçen her şey hakikat olduğundan ve hakikat henüz somutlanmadığından, intihar ışıktan daha ileri ve hızlı "bir fikir” değildir. Camus, "Sisifos Söyleni”de der ki, "Yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de!"
İntihar ve yaşamın anlamsızlığı sorunlarına parmak bastığında kuşkusuz birçoklarının yaşadığı, ama dillendiremediği, bastırdığı ve acısıyla yaşamaya devam ettiği temel sorunları gündeme getiriyordu Camus. Tatlı dilli pozitif bir pesimisttir. İçten içe mutlu olmayı hiç öğrenememiştir. Komünist partiden atılmış. Liberal ve demokrat… Sol çevrelere yakın durmakla birlikte aslında Albert Camus da okuduklarımdan, gördüklerimden anladığım, onun için esas olanın etiğe uygun ve hümanist davranmak olduğudur. Herkesin işini ahlaka uygun yapması, elinden geldiğince insanlığa fayda sağlamasını savunur. Jean Tarrou karakterinde de görülebileceği üzere idealler uğruna da olsa şiddeti reddeder, ama ikinci dünya savasındaki gibi kendilerine şiddet uygulandığında direnişi eşik kabul eder. Esas ürktüğü totaliter yönetim anlayışıdır. Sartre'ın gözünden de ideolojiler için mücadele fikrinden hoşlanmaması nedeniyle düşmüştür. Ve tabii fiziksel bazı özellikleri ve aynı kadınları aynı şiddetle sevmeleri yüzünden… Belki de en doğru ifade onun pesimizme dinamik bir optimizm katmış olduğudur. Batıdaki etkisini şarkın en karanlık ülkelerinde de görmek mümkündür. Ki beni çok etkilemiştir. "İki kere intihar fikri... İkincisinde, hâlâ denize bakarken, Şakaklarında ürkütücü bir yanma hissi. İnsanın kendini nasıl öldürdüğünü şimdi anlıyorum. Yine sohbet laf çok… Ama söylenen az. Karanlıkta yukarı güverteye tırmanıyor, çalışmamla ilgili bazı kararlar verdikten sonra günü deniz, ay ve yıldızların karşısında bitiriyorum. Su yüzeyi hafiften ışıltılı, ama derindeki karanlığı hissediyorsunuz. İste deniz bu ve ben denizi bunun için seviyorum! Yaşama çağrı, ölüme davetiye." diyor Camus, Amerika Günlükleri’ nde.
Camus, varoluşçuların felsefi intihar fikirlerine de karşı çıkar. Pek çok insanın hayatını belirleyen şey rutindir, alışkanlıklardır. HHHayat eninde sonunda monotonlaşmaya mahkûmdur çünkü. İnsan bu gerçeği anladığında bulantı başlar ve böylece insan artık bir yabancıdır. Özgürlük sorunu burada belirir. Camus, aklının küçük bir oyunuyla aslında intihara davetiye çıkaran olguları yaşamın kuralına dönüştürür ve intiharı reddeder. Cioran’ın aksine onun intiharla özgürlük fikrini bağdaştırması budur. Camus hayatı bir bulanıklık olarak görür. Onun için hayatta üç önemli karar aşaması vardır. Tabii ki biri intihar ve diğerleri umut ve isyan... 1945 yılında yayımladığı bir denemede, "üstünde durduğumuz sıkıntı bütün bir çağın sıkıntısıdır. Biz kendi tarihimiz içinde düşünmek ve yaşamak istiyoruz. Biz inanıyoruz ki, bu hayatın gerçeğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erişelebilir" diyerek, hepimize acı bir reçete çıkarmıştır. Buradan da anlaşılacağı gibi daima isyan şıkkını seçmiştir. Çünkü isyan intihara her zaman en yakın eylem biçimidir. ''İnsanin her gün yaptığı en iyi şey intihar etmemeye karar vermektir'' derken de, bunu yine onaylamıştır. Her eseri kendinden bir parçadır aslında. İnsanlara nasıl olmaları gerektiğini değil, ne yapılabileceğini anlatır. Yarattığı en büyük kahraman ise, yine kendisidir. "Hayatimin kusurlu yanlarını saklamak zorunda oluşum bana soğuk bir hava veriyordu, bu soğukluğu da erdemle karıştırıyorlardı" diyebilecek kadar açık yürekli, "hayat aslında anlamsız bir bulanıklıktır ama ona anlam katabilmek gerekir. Mutlaka bir tercihiniz olmalı ona dayanmalı onun için mücadele etmelisiniz. Tercihliksiz de bir tercih" diyebilecek kadar da kaotik. İnsanın anlama çabası doğrultusunda yaşama yönelik tüm tutumunu ortaya koyacağı ve eyleminin değerini yeniden oluşturarak, yaşam içinde kendi duruşunu belirleyeceği bir başlangıç noktasına ihtiyacı olduğunu ve bunun da saçma olması gerektiğini iddia eder. Haklıdır da. Böylece felsefeyi değil, edebiyatı tercih etmiştir.
Ona göre absürt, insan dünya ile ilişkiye geçtiğinde, yaşamını anlamlandırmaya ve değer vermeye çalıştığında, bu beklentilerinin gerçekleşmeyeceğini anladığı anda içine düştüğü durumdur. Camus, bunu mitolojik kahramanı Sishypos'la da açıklar. Eserlerinde okuruna intihar düşüncesi içinde ise ölmemeyi, intihar fikri yok ise kesinlikle kendini yok etmeyi aşılayan bir bakış açısı, alelade bir tavrı vardır. Hiç şüphesiz bütün bunları bilinçle yapmıştır ve ısrarla ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkmış birçok düşünür gibi sapına kadar hümanisttir. Karamsarlığını da söyle getirir dile, geçmişe ve geleceğe şerhler düşerek… "Büyük tarihsel bunalımların ertesinde, insan kendini ipin ucunu kaçırdığı bir gecenin sabahında olduğu gibi hoşnutsuz ve hasta hissediyor, ama tarihsel akşamdan kalmalar için aspirin yok." Umutsuzluk da yalnızlık gibi bazen ihtiyaç duyulan bir dürtüdür. İnsan hayattan yalnızca güzelliklerle zevk alamaz. Camus yazılarında genelde umutsuzluğu anlatsa da, hayata karşı nasıl savaşılır, zorluğun içindeki mantısal çözüm yolu nasıl bulunur, sorularının cevaplarını bulmak için bizi kendi düşüncesinin patikalarında dolaştırır. İnsanı psikolojik olarak sürüklenirken kurtarma özelliği vardır. Cümleleriyle, kelimeleriyle, düşünceleriyle yeniden yapılandırabilirsiniz hayatinizi, mantıklı kararlarla deler-değer yargılarınızı değiştirebilirsiniz. Bir gün Camus gerçeğini kendinizde hissettiğinizde eminim ki, uyuyup uyandığınızda sanki değişik bir rüya görmüş gibi ya da haberiniz olmadan bir tılsım sizi etkilemiş gibi hissedebilir, daha mutlu olacağınıza bütün gücünüz ve enerjinizle inandığınız yeni bir hayata başlayabilirsiniz. Bunların hiçbirini o yapmayacaktır elbette. O sadece tetikler. Beyindekileri, kalptekileri, vicdan dediğimiz, içine değer yargıları koyduğumuz soyutluğu… Kendini yok etmenin peşinde sürüklenip duranlar, Albert Camus’y a kulak verin derim ben. Çünkü Camus, egzistansiyalizmin Sartre'dan sonraki en önemli temsilcisidir. Tüm yapıtlarıyla bir yana bir dert olarak Camus akılları çıkarıp kenara koyan bir anlatıcıdır. Ve aklın olmadığı yerlerde söylensin, hatırlansın diye, "inancın yere düşerse, silahın da yere düşer" demiştir.