senin şakağına dayadığın tabanca içinde büyüttüğün o gizli düşman marksizmin yazılmamış bir sahifesi kadar kocaman bir soru işareti kafamda
Yıldırım Türker'in hiçbir yerde yayınlanmamış bu şiirini (belki daha sonraları yayımlandı, bilemiyorum doğrusu.) Murathan Mungan'ın yazdığı açıklamalı bir tanıtım metninde okumuştum. Murathan Mungan, geçmişte Yıldırım'ın yayımlanmamış bu şiirini bir yerde kullanmış ve okuyanlar bu şiiri Murathan Mungan'ın sanmıştı. Dolayısıyla Mungan, o kısa metinde şiirin Türker'e ait olduğuna dair bir açıklama yazmıştı. Böylesi şairi de alıp göğsüne basacaksın ki, göğsün kabarsın. Çünkü yazanlar ve şairler arasında bu çeşit bir inceliğe pek az rastlarsın. Böyle bir şeye alınacağını, üzüleceğini de hiç sanmam Türker'in. Kendisini şahsen tanımamama rağmen... Bazı şairler bazı şiirlerinin altına yazılmış başka şairleri severler. İnsan yalnız sevdiği için bile katlanmaz mı birçok şeye? İnsan olarak bir şairin gururunu kıracak tek şey bu değil, aksine bu bazen şaire gurur verir. Benim de bazı şiirlerimin altına Birhan Keskin ismi yazılmıştır, yazılır. Yazılsın. Şeref ram oluruz! Kimin altta, kimin üstte olduğunun ne önemi var? Meselemiz, idrak edilsin diye bazı şeyler söylemiş olmak değil mi sadece? Anlaşılsın da kimin adıyla anılırsa anılsın. Çünkü üstünde adınızın yazılı olduğu alın taşları gibidir bir metnin altında isminizin yazıyor olması ve bir alın taşı da yetmez, asla kim olduğunuzu anlatamaya. İnsan bazı şeylerden nezaketen de vazgeçebilmeli yani ya da şu acı gerçeği derhal kabul etmeli: Hiçbir şey bir sözcük bile bir tek insanın ebediyen olamaz, sonunda kapılıp da çağın hızına, "ben de yarattım" diyen insan bile geçici.
Yıldırım Türker'i bir kuşak sadece bir gazete köşesinde günün büyük isyanını başlatan yazılarıyla tanır. Ben de çocukluğumun bir kısmını bu gazete yazılarını takip ederek, okuyarak geçirdim. Ve elbette bana çok şey kattığının altını çizmeliyim. İki farklı renk bir araya gelince bir başka renk çıkar ortaya. Bu işte öyle bir şey. Bir kuşak öyküleriyle bir kuşaksa çocuk kitaplarıyla... Çevirmeliğinden söz etmeye gerek bile yok. Sezen Aksu, Yeni Türkü şarkılarının söz yazarı olarak bilen bir kuşak da var elbette ama en güzeli şu olsa gerek, bütün kuşaklar şair olduğunu, şiirlerinin nevi şahsına münhasır şiirler olduğunu bilir. Toplumsal olaylara tanık bir şair… Sanık olduğu zamanlar da olmuştur. Durduğu yerde olduğu gibi biri olmanın bedelini ödemiş, ödeyen bir şair. Dili hoyrat içi Ferhat… "Gözüm kör olsun da, görmeyeyim" dediğim pek çok şeyi görmüş bir şair. Yaşayan bir şairden -onunla aynı çağda soluk alıp veriyorken- söz etmek beni hep çok heyecanlandırmıştır. Bu genç bir şair de olabilir, hatalarıyla övünen, sağa sola saldırmaktan gurur duyan ve elbette şiire küsmüş gibi sırtını dönmüş, sessizce kendi kendine şiirini mırıldanan, zamandan yana yüz yılını tamamlamaya doğru ömrünü törpülemeye devam eden bir şair de olabilir. Yine de büyük mutluluktur, yaşayan bir şairden söz etmek. Hakkında yazdığınız yazıyı okuyacağı için değil kesinlikle. Yaşadığını ilan etmek, bildirmek üzerine gurur veriyor insana. Dizinin dibinde durup gören gözlerinin gördüklerini dirime dirim kendi sesinden dinleyebilmek için. Yaşanılmışı, yaşanacağı tecrübeyle sabit kılabilmek için.
Bazen aklımdan yalnızca adını duyduğum, bir yerde bir şekilde bir dizesi olsun denk gelip okuduğum şairler geçer. İnanırım elbette birini aklımdan geçirdiğimde onun da aklından geçtiğime. Hiç tanışmamış, yan yana gelmemiş, acı ya da tatlı bir şeyi aynı anda tatmamış olmak engel değil ki buna. Uzun bir zaman geçmişte, neden şiir yazmıyor da çocuk kitapları yazıyor diye, düşündüğüm olmuştur. Şiir ile alakam arttıkça şiirin insanı öldüren bir şeye döndüğünü fark ettim kimi şairlerde. Belki de bundan kaçmıştır diye, kederlendiğim de oldu hiç yere. Çoğu şairi, yazarı anlatırken bir mecburiyetmiş gibi herhangi bir kitabı üzerinden akıtılır yazılar. Oysa bir şiiri, bir öyküyü okura ona ne katacağı manasıyla ifade ederken, yazarken, şairden, yazardan daha yoğun söz etmeli ki, söylenmişin, yazılmışın neden'ine hâkim olabilsin. Onu tanıma, anlama çabasına düşen okur ya da kimse. Buradan merkezle şairin hiçbir kitabından söz etmeyeceğim bu yazıda ben. Şairin kendisinden söz edeceğim. Gözlüklerinin arkasında yüzüne çarpılmış pek çok şeyin gözlerinin içinde kırıp bıraktığı o yorgun ve saydam tabakadan. Hiç doğmamış olmak ne müthiş bir teğet geçip gitmektir dünyayı! Çünkü yaşamış olmak en ağır yüküdür insanın. Hani bir şiirinde sessizce der ya Cemal Süreya. Sessizce bir dildir, ben sessizceyi çok severim. Yıldırım Türker de sessizce bilir. Dedik ya, sessizce çok en çok şeyin söylenebildiği tek dildir. Onu herkes işitebilir, duymak değil marifet. Marifet, duyduğunu idrak edebilmek.
bahaneydi bu rüzgârgüneş bal ve kehribarbahaneydi bu buzdan kanaterimezse kırılacak
Bir şiirini ilk okuduğumda uzun zaman buzdan kanatlarım var sanmıştım. Ve ilk gençliğim sona erene kadar buzdan bu kanatlar eriyecek diye, nice geceler korkumdan, paniğimden uykusuz kalmıştım. Benim o toy ilk gençliğimi böyle titreten dili içli, edilgen ve ciddi bir biçimde yansıtarak kullanmış olmasıydı. Dil konusunda temel olgu gösterme, belirtme olgusudur. Ve şair olarak burada sadece bir hislenmeden doğan hareketle değil, bu hareketi sürekli hale getiren bilincin iç kuvvetiyle işlemiş olmasıydı. Sıcağı ve soğuğu iliklerinde duyabilmenin aşırı mantıklı fizikten bağımsız gücünü keşfetmiş ve bu güçle yoğurmuştu örneğin o şiiri. Bazen aşk acısı tanrının bilmediği bir şeymiş gibi gelir bana. Öyle ya, bu böyle olmasa bir çaresi bulunurdu mutlaka. Bazen kırıldığı yerden bir daha iyileşmeyen şeyler vardır, bunu bir daha duyarsanız şairleri ve atları hatırlayınız ve tabii Yıldırım Türker'i. At murattır, bir kez sakatlandı mı vururlar. Şairlerde umut vardır, bir dizesi şaha kalktı mı ah ki, kırarlar. Sadece yaşamış olmak yetmez, bütün acısıyla tekerrür eden yakın tarihini bir ülkenin. Öyle tabii ya, onarırken insan kalbini kardiyologlar da bozabilir. Ablam Aşktan Öldü şiiri buna örnektir.
Ablam aşktan öldü Her şey filmlerdeki gibi oldu Bir hazan yaprağı düşerken Pencereye bakarak
Son nefesini verdi mucize Sevgililer buluşamadıHayat o'rda o kıyıdaMasalın berisinde kaldı
Hiç yara almadanAynadan geçemezsinGeçemezsin aynadanHiç yara almadan
Ablam aşktan öldüHer şey filmlerdeki gibi olduBir hazan yaprağı düşerkenPencereye bakarak
Aşktan ölmenin bin yıllık tarihiniAblam yeniden ama yeniden yazdı
Hiç yara almadanAynadan geçemezsinGeçemezsin aynadanHiç yara almadan
Yıldırım Türker, bana hep hem Şirin hem Ferhad gibi gelmiştir. Ablam Aşktan Öldü şiiri de öyle demiyor mu size de? Hani bazen bir yerde hiç değmeden birine yanından öylece geçip gitmek vardır ya, aslında herkes herkesin içinden geçer. Değil sadece hayatımızdan geçenler, öylece bir yol ağzında beklerken bile yanımızdan böylece alelade geçip gidenler bile içimden bir şeyler alır da geçer gider. Türker böyle yanımızdan geçip giderken diğerleri gibi içimizden, sesimizden, aklımızdan bir şeyler alıp gidenlerden değil. Ne varsa kendinde ondan bir tutam acı da olsa tatlı da olsa bırakıp giden bir şair. Bir öteki sözlüktür, hangi dile çevirirsen çevir o sana sadece senin ihtiyacın olan şeyi söyler. Zaten şair şiiriyle bir dayanak değilse, şair de değildir herhalde. Dünya ateşli bir çocuk gibi bir tuhaf evrilmeye başladığından beridir, mezarlıkların çocuklardan bile daha hızlı büyüdüğü bu yeryüzünde şair şiiriyle bir dayanak değilse, şair de değildir kesinlikle. Bu yüz yıl kalbinin acısını sadece kendi acısıyla süsleyen şairlerin yüzyılı değil kesinlikle. Bu yüz yıl, bütün dünyada, bütün insanlar aynı acıları tadarken, intiharlar fırtınalara dönmüş, bir tek iktidarın hükmüne bağlı başka başka yönetim biçimleri altında kıyımlara kurban giderken kendi içinde bütün bu acıları şiirini dahi bir kenara bırakıp bütün bu seslerin içinde başı dönen, kalbi bir cam gibi buğulanan şairlerindir. Yıldırım Türker, bu yüz yılın ilk yarısını bu acılara dayanak şiirler yazarak geçirmiş bir şairdir. Genç bir şair olsaydım, dini yok, dergâhı yok, yurdu yok bu şairin nereye gitse peşinden gider, durur sessizce yüzünden geçen zamana bakardım. Çünkü şair bir dönemim şairi değil, dışında kalsa da bütün antolojilerin, çünkü şairler öldükten sonra da şair. Geçmişte ya da şimdi, yazdığı şiir her zaman şiir.
Ayfer Feriha Nujen kimdir? Ayfer Feriha Nujen; yazar, sosyolog ve mühendistir. İlk şiirleri on dört yaşından itibaren Taflan, Berfin Bahar, Varlık, Sincan İstasyonu, Üç Nokta, Kaçak Yayın, Deliler Teknesi, Az Edebiyat, Yokluk, Forum Edebiyat, Evvel Fanzin, Amargi gibi dergi ve edebiyat sitelerinde yayımlandı. Pek çok alanda ve türde çalışmalar yaptı. Halen T24'te haftalık yazılar yazmaktadır. Bedenim Mezarımdır Benim, Yüzü Avuçlarında Solgun Bir Gül, Aşkın 7. Harikası Tac Mahal, Ay İle Güneş Arasında, Duasız Ölüler, Şairin Kara Kutusu/ Nilgün Marmara, Kırağı/Seyhan Erözçelik Şiirine Bodoslama, Öteki Cins Şair, Ey Arş Sıkıştır! yayımlanmış bazı kitaplarıdır. Yazmayı ve çeviriler yapmayı sürdürmektedir. İstanbul'a bağlı bir kasabada yaşamını sürdürmektedir. |