Dünyanın pek çok dilinde kendine has bir alan ve bilim ve tür olarak çeviricilim/çeviribilim bir yazara sonsuz hayat vatdeden ve ona bu sonsuz hayatı verebilen en sağlam ve tek edebi türdür. Bir yazanın kendi kendine konuşması da mühim şey elbette; fakat hiç görmediği, göremeyeceği bir ülkede bir başka dilde kendine benzeyen ve onun kendi kendine ettiği sözlere ihtiyaç duyan okurla buluşmasını sağlayan tek edebi türdür de. Bu bakımdan bir çevirmenin ne kadar değerli olduğunun da altını hemen çizmeliyim.
Bir dilsiz için işaret dili ne ise, lisan bilmeyen insan için de çevirmen o demektir. Bu konuda herkesin neyin ne olduğunu bildiğine inanarak; yayıncıları, okuru daha fazla ikaz etmenin bir anlamı olmadığını da ayrıca ifade etmeliyim. Bizim çok şahane eğitim sistemimizde dil eğitimi de en az ahlâk eğitimi kadar vasattır. Bir çevirmeni değerli yapan da bu vasatlığın içinden birden yükselen, dünyanın herhangi bir yerinde sessizce oturup yazan birini ve onun sözlerine, duygusuna, fikirlerine ihtiyaç duyan okuru ile buluşturmasıdır. Çünkü insanın insana bu biçimde kavuşması yalnızlığın körü körüne budayıp attığı aklı kamaştırmasıdır.
Arapça’da Fe-külli insânin fi’l hakikati insânün (Ahmet Rasim- Eşkâl-i Zaman) olarak geçen, yani bir lisan bir insan sözü yeni bir söz olmadığı gibi çeviricilimin/çeviribilimin ve çevirmenin de ne kadar önemli olduğunun tek başına delili değil midir? Her şey gibi kişinin kendi kendini eğitim biçimine ve o kişinin kendi doğuştan eğilim ve kapasitesine terk edilen şeyler arasında da ilk sıradadır. Elbette her şey, eğitim de öğretim de kişilerin kendi kapasitelerine göre ancak elverişlidir; fakat kurumların, eğitmenlerin, müfredatların da bu kişilere neyi nasıl verdileri önemlidir. Bir öğrenme biçimi olarak okumak bütün bu açığı kapatacak tek yoldur da. Göz ne kadar çok metin görür, ne kadar çok biçimde ifade ve duygu biçimiyle karşılaşırsa eğitim de öğretim de ancak o derece geliştirebilir insanı. Bu açıdan bir çevirmen olarak, çevirdiği kitaplarla birlikte çevirmenin de bilinmesi gerekliliğinde ısrar ediyorum.
Pek çok çeviri kitapta çok ayıptır, çevirmenin özgeçmişi yazılmaz. Maddi getirisi zaten insanın yanına kâr kalmazken manevi açıdan da bir şey getirmediği gibi bir de götürüyor olması hakikaten çok acı. Ve şüphem de yok şundan; çevirmenleri mutlu eden tek şey bir kitabı bir başka dilde o sonsuz hayata kavuşturmuş olmaları. Bu karşılıksız emeğin elbette karşılığı hiç değilse bu mesleği yaşatacak, ayakta tutacak kadar olmalı. Öyle ki, insanı da gönül verdiği, sevdiği, ürettiği işlerden uzağa fırlatıp atmamak için.
Semih Uçar, "temiz çeviri"leri ile genç bir çevirmen olmanın yanında on iki dil bilen seçici bir çevirmen olmakla da önemli biridir. Nedir temiz çeviri? Çevirdiği metni olduğu gibi yorumsuz ve kelimelerin moda mod taşıdığı duygusal ifadeleri ile de çevrilmesidir bir dilden bir başka dile. Noktasından virgülüne değin... Ve çevirmenin çeviri yaptığı dili iyi bilmesi de ilk kıstas elbette. Çünkü kimse aynı kelimeleri bile aynı biçimde telaffuz etmez, bu imkânsız.
Çevirmenin Türkçeye çevirdiği kitaplar ve yazarların da özellikleri önemli elbette. Çevirmenin seçiciliği işte bu noktada devreye giriyor. Bir kültür taşıyıcısı olarak çevirmen, çevirdiği hiçbir kitapta kendi oto-sansürünü kullanamaz. Bu kitapları yayınlayan yayıncılar da öyle.
Sonsuzluğa yol göstermek ve aydınlanmak adına bu genç çevirmen özellikle sakınmış bu hareketlerden. Şimdiye kadar okuduğum çevirilerinden Franz Kafka, Stefan Zweig, Leopold Von Sacher-Masoch, Ulrich Michels, Heinrich Heine’ye ait kitapların dışında gerçekten ruhunu da beslemek isteyenler için Rainer Maira Rilke’den çevirdiği kitaplar arasında en çok etkilendiğim Auguste Rodin olmuştur. Bu kitapla birlikte Rodin’i kavramakla kalmayacak, Rilke’nin gözleriyle bir heykeltıraşın aslında bir eylemci olduğunu da göreceksiniz.
Bütün pesimistler biraz şairanedir ve şairler düz cümle kurmasını bilmezler ve felsefi derinlikten uzak yüzeysel sözler etmesini de. Bir girdaptan, bir enkazdan seslenirler. Dolayısıyla bir çevirmen için düz bir metin ya da öteki türler arasında elbette en zor olanı şairane ve felsefi derinliği olan metinleri ve şairleri çevirmektir. Semih Uçar'ın bu bakımdan da başarılı bir çevirmen olduğunu söylemeliyim. Çünkü dil bilmek, matematik bilmek gibi bir şeydir. Ve "dil bilen herkes çeviri yapabilir" demek de bu yüzden kolay şey değil, her defasında kendini ispatlaması gereken bir iddiadır sadece.
Evrenin ve insanın her zerresinde hakikati arayan Rilke’nin kitapları da elbette Rilke’nin kendisini birebir anlamak kadar zordur. Bir Genç Kadına Mektuplar, Genç Şaire Mektuplar, Cézanne Üzerine Mektuplar’da da Rilke’nin aslında lirik bir şair olmasına rağmen insanı ruhen de, aklen de zorlayan metinleri ve şiirleri elbette onunla baş başa kalan çevirmeni de kevgire çevirebilecek güçtedir. Fakat Rilke’yi çevirenler arasında ona dayanıklı gördüğüm az sayıda çevirmenden biri olarak Semih Uçar'ın daha pek çok çeviri kitapta adını görmeyi umuyorum, çünkü yalnız dâhileri çevirenlerin de biraz dâhi olması gerektiğine inanıyorum.