Belki de yeni bir başlangıç yapmanın vaktidir.Yeni bir başlangıç için, her şeyi yıkmanın vaktidir.Kapana kısılmışken, ayağa kalkmaya çalışmanın tam vakti...
Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan
Geçtiğimiz yıl bu zamanlar Hayatınızı Tasarlamanın Yolları diye bir yazı yazmış, düşüncelerin gerçek olduğuna, dileklerin manifestoya döndüğüne hem inanan hem de bunu deneyimleyen biri olduğumu belirtmiş, kendi tasarladığım, yapboz gibi parçalarını birleştirdiğim hayatın içinde olduğumu söylemiştim.
Gerçekten de öyleydi. Üniversiteye hazırlanan çocuklarımın evdeki son senelerinin tadını çıkartıyor, aile ve arkadaşlarla keyifli sofralarda ve sohbetlerde toplanıyor, Vancouver'da beş buçuk yılda inşa ettiğim hayatı huzur içinde yaşıyordum. Bu köşede yazdığım yazılar ve Oksijen Gazetesi için yaptığım röportajlar sayesinde dünyanın birçok yerinde yaşayan göçmenlerle dert ve duygu ortaklığı yapar hale gelmiştik. Röportajlar vesilesiyle yeni insanlar tanımaktan ve bu kişilerin ilham veren öykülerini okurlarla paylaşmaktan büyük keyif alıyordum. Üstelik Vancouver'da farklı dillerde kampanyalar yürüten bir reklam ajansında da çalışmaya başlamıştım. Çocukların ve Mişka'mın gürültüsünün eksik olmadığı hareketli ve sıcak bir yuva, uzaktan da olsa desteğini üzerimizden çekmeyen şahane bir aile, iyi gün ve kötü gün dostlarım, başımı omzuna dayayabileceğim güven veren bir eş, huzurlu ve tatmin eden bir iş...
Benim her zaman içinde olmak istediğim hayat buydu, bu kadardı ve olmuştu. Olan şeyi asla garantiye almamış, hep şükretmiş ve bu nedenle de daimi olacağının yanılgısı içine düşmüştüm. Bir gün bir baktım ki poffff... Üfleyince tüyleri sağa sola uçuşan karahindiba çiçeği gibi dağılmışım. Ellerimle birleştirdiğim, hayat parçalarından oluşan yap boz bin parçaya ayrılmış, kutuya kalkmış ve sil baştan tekrar birleştirilmeyi bekliyor. Tekrar birleştirme ise zaman ve güç istiyor.
Yazıyı yazdığım sıralarda, telefonuma yüklemiş olduğum Pattern adlı uygulama sürekli ekranıma uyarı* gönderiyor, 7 Şubat-22 Ekim 2022 arası astrolojik olarak yeni bir döneme girdiğimi söylüyordu. Bu yeni dönemin başlığı "Büyüyen Acılar"dı ve kısaca şunu söylüyordu.
"Hayat amacınıza hizmet etmeyen her şeyden tek tek kurtulma zamanı; evde, işte veya sosyal ortamlarda. Eğer hayatınızda yürümeyen ve ters giden bir şeyler varsa bunu kuvvetli bir şekilde hissedeceksiniz. Depresyona girebilirsiniz, tükenebilirsiniz, hatta fiziksel bir sorun yaşayabilirsiniz. Tüm bu engeller, sizi yavaşlatmak ve gerçeklerle yüzleştirmek için. Size ve hayat amacınıza hizmet etmeyen şeylere 'Elveda' demekten korkmayın."
"Ne diyor bu?" diyerek her seferinde telefonu kenara atıyorum. Artık bu uygulamalar da insanların nasıl dikkatini çekeceğini şaşırmıştı.
Hikâyeyi anlatmak için filmi biraz başa sarmalıyım. "Hayatı Tasarlamanın Yolları" yazısından sekiz ay kadar önceye, yani Nisan 2021'e... Mişka'mın gidişine... 12 yaşına gelen kızımı uyutmak hayatımın belki de en zor kararıydı. Elbette hepimiz bir gün vedalaşacağımızı bilerek köpek yavrularımızı evlat ediniyoruz. Mantık bunu biliyor ama kalp? Kollarımda son nefesini vermesi, elimin altında kalbinin durması... Tarif edebileceğim bir acı değildi. Bugün doğru kararı verdiğimi bilsem de, "Acaba son bir ameliyat olsa kurtulur muydu?" diye yaşadığım suçluluk duygusuyla, onu kaybetmenin acısı birleşince hayatımın ilk anksiyete krizini yaşıyorum. İçimden yükselen bir şey, nefes almamı engelliyor, benim de kalbim Mişka'mınki gibi duracak gibi oluyor, bir yere kaçsam kurtulsam hissi geliyor ama hiçbir şey yapamadan öyle kalakalıyorum. Hayatta en sevdiğim yerler tehdit unsuru oluşturuyor, ormana giremiyor, denizin ortasında başıma bir şey gelirse kurtulamam diye feribota bile binemiyorum. Maske takamıyor, yerin dibine doğru ilerleyen çok katlı otoparklarda arabayı bırakıp kaçma isteğiyle mücadele ediyorum. Bir de tüm bunları çocuklara çaktırmamaya çalışıyorum. Anskiyeteyi zaman içinde kendi yöntemlerimle çözüyorum. Sonra kendi bulduğum yöntemlerin bazılarının zaten psikologların verdiği tavsiyeler olduğunu öğreniyorum. Şimdilik Mişka'nın gidişi ve anksiyeteyi ayrı bir yazı konusu olarak rafa kaldırıyorum.
Bir süre sonra iki elimin küçük parmaklarında uyuşmalar başlıyor. Kan testimde B-12 eksikliği çıkıyor, 10 hafta B-12 iğnesi oluyorum ama his kaybı geçmiyor. Kanada'daki aile doktorum nöroloğa yönlendiriyor, sıra bana 6 ay sonra geliyor. Yapılan sinir testinde dirseklerde hafif sinir sıkışması (Kübital Tünel Sendromu) çıkıyor. Nörolog "Hiçbir şey yapmana gerek yok, kollarının üstüne yatma" diyerek beni eve yolluyor.
Pattern'dan mesaj geldikten kısa bir süre sonra, hayatıma beklenmedik bir ayrılık giriyor. Sadece beni değil, tüm çevremi şaşırtacak bir şekilde. Bir anda olmuyor bu da, aylar sürüyor. Hani yara bandını yavaş yavaş çekerken hissettiğimiz acı, derimize işleyen kızarıklık ve yanma hissi vardır ya... Öyle... Akabinde sağ kolumu kımıldatamaz hale geliyorum. Uyuşan serçe parmaklarım ve yüzük parmağım hafifçe içe kıvrılıyor, avuç içlerim karıncalanıyor, dirseklerimde yoğun ağrılar hissetmeye başlıyorum. Hafif sinir sıkışmam, bir anda şiddetli olmaya karar veriyor. İnsanın olgunluk döneminde, birlikte yaşlanabileceği insanı bulduğunu sanmışken, kaybetmesinin yarattığı hayal kırıklığı da ayrı bir yazı konusu olarak rafa kalksın. Bağlanma teorileriyle birlikte...
O aralar T24 ve Oksijen yazılarıma ara veriyorum. Dirseklerimi uzun süre bükülü tutmak ağrılarımı artırdığı için yazmakta zorlanıyorum. Temmuz başında, Türkiye'ye geldiğimde doktorlarım tekrar bir sinir testi yapıyor; sonuç orta dereceli sinir sıkışması olarak değerlendiriliyor ve bu sonuçlarla ameliyat uygun görülmüyor. Fakat o kadar ağrı... Üstelik elimin üstünde ufak tefek çukurlar oluşmaya başlamıştı. Kübital Tünel Sendromu'nun en istenmeyen sonuçlarından biri olan kas erimesiydi bu ama zaten ellerim zayıf olduğu için doktorlarım bunun kas erimesi olup olmadığından emin olamadılar. Bazı günler ağrısız geçiyordu, bazı günler çok ağrılı, bazı günler az. Şiddeti ve zamanı öngörülemiyordu ama artık ağrıyla yaşamaya alışmış, hatta sosyalleşmeye başlamıştım.
Vancouver'a döndükten sonra çocuklarımı tek tek farklı şehirlerdeki okullarına bırakıyorum, odalarını yerleştiriyorum, sımsıkı sarılarak onları yeni hayatlarıyla baş başa bırakıyorum. Döndüğüm ev artık aynı ev değil. Onca güzel anıyla dolu, bizim için evden öte yuva olan yer, çocuklar ve Mişka olmadan artık boş bir dört duvar. Çocukların üniversiteye gidişi elbette çok güzel bir haber. Kayıp değil kazanç olarak görüyorum ama "Boş Yuva Sendromu" diye de bir şey var. Hoop, bunu da ayrı bir yazı konusu olarak rafa kaldırıyorum.
Taşınmaya karar veriyorum. Vancouver'daki 5.5 yıllık hayatımızı paketlerken, yaşadığım stresi ve yorgunluğu kübital tünel sendromu sevmiyor. Sinirler daha da sıkışıyor. Bir sabah uyandığımda bir bakıyorum ki, sağ elimin üzerindeki çukur kayık altı gibi derinleşmiş, bileğim yandan bakıldığında incecik kalmış, sağ elim her daim buz gibi ve bileğimden çıtlama sesleri geliyor. Korkuyla hemen aile doktoruma gidiyorum. Elime bakıyor ve "Bu noktadan sonra bu durum iyiye gitmez. Ameliyat olman gerekiyor. Ameliyatın başarılı olması için kaslarına ihtiyacın var." diyor. Türkiye'nin aksine Kanada'da hiçbir doktor çok gerekli görmedikçe "ameliyat" kelimesini cümle içinde kullanmaz. Acil görüldüğünden yeni sinir testi için altı ay değil, sadece üç gün bekliyorum. Sonuç yine "orta" derece çıkıyor.
Türkiye'de bu ameliyatı sık yapan ve WhatsApp'tan beni muayene ederek çok sevindiren doktorum da, buradaki aile doktorum da, yazın beni muayene eden sevgili doktorlarım da matematik olarak sinir testinin sonucuna bakıyorlar ve bu ileri semptomlara pek anlam veremiyorlar. Boyun MR'ı çekiliyor, romatolog sayfalar dolusu kan testi yapıyor. Başka bir şey yok. Orta derece sinir sıkışmasının ileri sayılabilecek semptomlarını yaşıyorum.
Bazen nedenini bilemediğimiz şekilde böyle şeyler olabilirmiş. Doktorlarıma nedeninin psikolojik olup olamayacağını soruyorum. Hepsi de bunun mekanik bir rahatsızlık olduğunu istesem de benim yapamayacağımı söylüyor. Aklıma "sinir sıkışması"nın bir çeşit "sinir hastalığı" olduğu geliyor ama bir şey söylemiyorum.
Gariptir ki, Pattern uygulamasının öngörüsü doğru çıkıyor. Karşıma çıkan tüm engeller, hayatıma tekrar bakmamı sağlıyor. Eş zannettiğim kişinin çok da geç olmadan eş olmadığını anlıyorum, işimi yapamaz hale geliyorum, çocuklar evden gittiği için evdeki sorumluluklarım azalıyor ve duruyorum. Durmak kendiliğinden bir içe dönüşle ve yalnızlıkla geliyor. Uzun yürüyüşler sırasında düşünmeye, Tarot'a, meditasyona, kozmik enerjiye merak salıyorum. Asılan Adam kartı ve Ermiş kartı bu dönemi tanımlayan kartlar oluyor. Kübital tünel daralıp sinirimi sıkıştırırken, sipiritüel kanallarım yavaş yavaş açılıyor. Genişliyorum. Hadi bunların her biri de ayrı birer yazı konusu olarak rafa kalksın.
Meditasyon sırasında sık sık kendi içime bir denizmişçesine daldığımı, dirseklerime doğru yüzdüğümü, dirseklerimin içinde sıkışanın aslında ben olduğumu, güçlü, kuvvetli, kaslı ellerimle kemiklerimi araladığımı, sinirime sarılıp onu şefkatle okşadığımı, "Geçti, artık özgürsün" dediğimi ve kemiklerim ona bir daha zarar veremesin diye sinirimi pamuklara sardığımı görüyorum. Oradan ellerime doğru yüzüyor, örgü örer gibi kaslarımı tekrar örüyor, bileklerimi kalınlaştırarak kemiklerimi korumaya alıyor, serçe ve yüzük parmağımı severek tekrar his kazanmasını sağlıyorum.
Her zaman bilime inanan bir insanım yanlış anlaşılmasın ama içimden bir ses bu hastalığı başıma kendim açtığımı ve iç gücümle düzeltebileceğimi söylüyor. Bilinçaltımda kendimi sıkışmış hissettiğim konuları ve duyguları temizleyebilirsem, sinir sıkışması da geçecek gibi geliyor. Doktorlarımın kontrolü altında elbette... 2022 benim için kayıplarla baş edememe yılı oluyor. Bu duruma bedenim ve mental sağlığım isyan ederek tepki veriyor ve beni durduruyor. Ters düz olmayı kabulleniyorum. Kabullenmek, olaylara farklı tepki vermemi sağlıyor, farklı tepki verince farklı sonuç alıyor, hayatta daha önce kaldığım sınavlardan geçmeye başlıyorum. Farklı tepki verilen olaylardan aynı sonucun alınabileceğini de görüyorum. Bu sefer içimde elimden geleni yapmış olmanın sonsuz huzuru oluyor. Öfkelenmek ve isyan etmek yerine, koşulsuz sevmeyi, anlayışı, şefkati, sabrı öğrenmeye başlıyorum. Kaç yaşına gelirsek gelelim öğrenme sürecinin hiç bitmediğini, "Oldum ben" dediğimiz noktada, hoop en başa dönebileceğimizi görüyorum.
Sevgili okurlar, Bazı insanlar hayat yapbozlarını bir kere yapar, çerçeveletir ve duvara asar. Bazı insanlar birkaç kez yapar, sonuncusunu asar. Bazılarının ise duvara asılacak bir yapbozu ömür boyu olmaz, ama farklı şeyler öğrendikleri, her seferinde farklı deneyimler yaşadıkları birçok yapbozları olur. Mesele hayatı tasarlamak değil, hayatı tekrar tekrar tasarlamak ve bunu bir kayıp değil, kazanç olarak görebilmekmiş meğer.
Şu sıralar kendi yapbozumun parçalarını kaldırdığım kutudan tekrar çıkarttım, önüme serdim, iç gücümle, sakin ve telaşsız tekrar birleştirmeye başladım. Parçalardan biri de yazmaya geri dönebilmek, uzun bir aradan sonra sizlerle buluşabilmekti. Bu tek parçayı bile yerine oturtabildiğim için müteşekkirim. Devamı yavaş yavaş gelecek. 2023 pes etmeden, sil baştan başlayanların yılı olsun.
* Uyarı yerine önce notifikasyon yazdım ve Aydın Abi'm (Aydın Engin) ertesi gün e-postayla azarlayacak "Türkçe'de öyle bir kelime mi var, kulaklarını çekeceğim gördüğümde" diyecek diye hemen değiştirdim. Can Aydın Abi'm. Belki de dedin ve duydum. Hasretle...
Ayşe Acar kimdir? Ayşe Acar 10 Ağustos 1974'de doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Fizik Mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra 1996 yılında Sabah Gazetesi'nin reklam departmanında işe başladı. Sonraki yıllarda NTV ve Vatan Gazetesi'nin reklam departmanlarında yönetici olarak çalıştı. Kariyerini değiştirmesine yol açan olay, 2004 yılında ikizlerine hamile kalmasıyla gerçekleşti. Yazı işlerindeki arkadaşlarına hamilelik maceralarını anlatırken, kendini hafta sonu eklerinde köşe yazarı olarak buldu. Ayşe'nin İkizleri'nin ilk yazısı Vatan Gazetesi'nde 11 Eylül 2004'de yayımlandı ve çocukları Defne ile Ege'nin ilkokula başladığı 2011 yılına kadar sürdü. Nisan 2009'da "Anneee! Anne oluyorum!" isimli ilk kitabı yayımlandı. Bu süre zarfında Vatan Gazetesi'nin hafta sonu eklerinde spor, sanat, siyaset, iş, moda dünyasının etkili isimleriyle röportajlar yaptı. Ayşe 2017'de, ikizleri ve dört ayaklı çocuğu Mişka ile Kanada'nın Vancouver şehrine göçtü. Kanada'nın iklimine, kültürüne ve farklı bir dilde yaşamaya alışırken ortaya göç sürecinde yaşadığı zorlukları ve düştüğü gülünç durumları esprili bir dille anlattığı ikinci kitabı “Kanadalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” (2019-Kara Karga Yayınları) çıktı. 2019 yılında T24'te Göç Hikâyeleri köşesini yazmaya başladı. Yeniden başlamanın gücünü anlattığı ve Kanada'da yaşam ile ilgili ipuçları verdiği yazıları, birçok yeni göçmen için rehber niteliğinde oldu. Ayşe Acar aynı zamanda Oksijen Gazetesi için yurt dışında yaşayan başarılı göçmenlerle röportajlar yapıyor ve Vancouver'da çok dilli kampanyalar yürüten bir reklam ajansında müşteri ilişkilerini yönetiyor. |