İlkokul yıllarımda sınıfımızda bir öğretmen masası, bir kara tahta, arka arkaya dizilmiş ahşap sıralar, duvarda yine ahşaptan yapılmış mevsimleri ve ayları gösteren bir tablo, sıraların arkasında ise parmaklarımızla yazma alıştırmaları yaptığımız bir kum havuzu vardı.
Bunların içinde kara tahtanın yeri bambaşkaydı. Tahta, öğretmen demekti. Elinde tebeşirle inci gibi cümleler yazan, matematik soruları çözen, müzik dersinde öğreneceğimiz şarkının sözlerini yazan öğretmenimiz. Kara tahta bizim pusulamızdı. Yüzümüz hep ona dönüktü. Teneffüslerde istediğimiz şeyleri yazıp çizebildiğimiz, derslerde önünde sözlüye kaldırılmaktan korktuğumuz, bulduğumuz cümle öğretmen tarafından üzerine yazılınca sevindiğimiz, sınıf başkanının "konuşanları" listelediği bir pusula.
Yıllar geçtikten ve öğretmen olduktan sonra her ne kadar artık kara tahta kullanmıyor olsak da tahtayı kafamda bir sınıfın tek sabiti olarak kodladığımı fark ettim. Öyle ya, sınıfta her şeyin yeri değişir, tahtanın yeri değişmezdi. O duvara sabitlenmiş, kıpırdatılamaz, yüzü hep bize dönük.
Samira Makhmalbaf’ın yönetmenliğini yaptığı Kara Tahta (Takhté Siah) filmini izledikten sonra ise çocukluğumun sokaklarında gezinirken karşılaştığım, öğretmenliğimin heyecanına ortak ettiğim tahta, beni hiç girmediğim arka sokaklara doğru sürükledi ve tahtanın sabitliğini sorgulamama kapı açtı.
Tahta gerçekten sabit midir? Eğer üzerinizde savaş uçakları gezinmiyorsa, eğer topraklarınızdan sürülmediyseniz, eğer hayattaki tek ereğiniz hayatta kalmak değilse, evet. Belki ülkesinden kaçmak zorunda olan, belki şehrine düşen bombalardan okullarının da nasibini aldığı, belki sakat kalan, öğretmenlerini kaybeden çocukların travmalarının önemli bir parçası da okula, sınıfa, öğretmene değiyor. Tüm bunları düşününce kara tahtanın sabitliği aynı zamanda güven hissi veriyor gibi. Tahtanın sabit olması demek bir okula, bir sınıfa, bir öğretmene sahip olmak demek.
Kara Tahta filminin ana eksenini Halepçe’den kaçarak İran’a sığınan ve yasal olmayan yollarla dağlardan topraklarına dönmeye çalışan Kürt mültecilerin dramı oluşturuyor. Yönetmen bu dramı öğretmenler üzerinden hikâye ederek yansıtmış. Öğretmenlerin sırtlarında saatlerce çocuklara okuma yazma öğretmek için taşıdıkları kara tahtalar; yaşlı bir hasta için sedye, bombalardan korunmak için sığınak, uçurumdan yuvarlanan hamal çocuğun kırık ayağının desteği, evlenen öğretmenin çeyizi olur.
Tahta hayata karışır, acıya, zorluklara ortak olur.
Kendine öğrenci arayan öğretmenlerden biri İran Irak arasında kaçak mal taşıyan bir çocuk hamal grubuyla karşılaşır ve onları okuma yazma öğretmek için ikna etmeye çalışır. İçlerinden biri yollarından çekilmesini, öğrenmek istemediklerini söyler. Öğretmen şöyle der: "Beni dinle çocuk. Eğer iyi bir eğitim alırsan, o zaman kitap okumayı başarırsın, gazete de okuyabilirsin, ne istersen okursun, yola çıktığın zaman okursun. Okuma yazmayı öğren, böylece dünyada neler olup bittiğini her zaman öğrenebilirsin. Sonra sayıları birbirleriyle toplamayı öğrenirsin. Hatta çıkarmayı, o zaman hesap yaparken de karıştırmazsın. Şu anda bunlar ne işe yarayacak diye düşünüyorsundur ama ben sana söyleyeyim: okursan bir işe de girersin."
Çocuk şöyle cevap verir: "Bakın efendim, hesap kitap işi dediğiniz patron için belki iyi ama biz sadece hamalız. Sürekli bir yerden bir yere gidiyoruz. Bir şeyler okumamızı nasıl bekliyorsunuz? Nasıl kitap okuyacağız okumak için bir yerde ikamet etmek lazım. Biz sürekli hareket halindeyiz efendim, hiç durmayız."
Yine de öğretmen pes etmeyecektir. Çocuklarla birlikte yola koyulur ve içlerinden birini adını yazmayı öğretmek için ikna etmeyi başarır. Hem yürür hem çalışırlar. Çocuk sırtındaki onca yükle, önünde yürüyen öğretmenin sırtındaki tahtada yazan harfleri tekrar eder. Mola verdikleri zaman, çocuk tahtaya adını yazmayı başarır. "Bakın efendim adımı yazdım"dediği sırada başlayan saldırıyla hayatını kaybeder.
Bu filmin hikayesi, bu çocuklar bize hiç yabancı değil. Savaşların, katliamların, sürülmelerin coğrafyasındayız.
Savaşın çocuklarını hayata tekrar bağlamanın en etkili yollarından biri eğitim. Eğitim demek güvenli okullar, sınıflar, öğretmenler demek. Bu yüzden haber bültenlerinde izlediğimiz görüntülerin ardına bakabilmek boynumuzun borcu. Eğitime sadece kendi deneyimlerimiz ve çocuklarımızın deneyimleri üzerinden baktığımızda, örneğin Suriyeli çocuğu ülkeden kolayca kovuyoruz.
Oysa ki Kara Tahta tüm çocukların hakkı.