Kırkbeş gün olmuş çadırlar kurulalı. “Arin Mirxan Çadır Kenti’nin bitiminde “Rojava Çadır Kenti” başlıyor. Suruç’a giden yollarda araçlar seyrediyor. Araçların içindekiler caddenin kenarına sıra sıra dizilip, ovaya genişleyerek yayılan binlerce çadıra şöyle bir göz atıyor. Saçları birbirine karışmış çocuklar yarı güler, yarı ağlar şekilde araçlara bakıyor. Yaşlı erkekler çömelmiş. Kimi tütün sarıyor, kimisi kara kara düşünüyor. Biraz ileride kadınlar sahici olmayan işler ellerine tutuşturulmuşçasına, leğenin içinde az önce yedikleri yemeğin kaplarını yıkıyor, kimisi de dizinin dibine toplanmış çocuklarının saçlarını tarıyor. Çadırın tam karşısında benzinlik var. Kaplar doldurulmuş, boş olmayanlar da benzinliğe yetiştiriliyor. Benzinlikte bulunan tek çeşme binlerce insanın temizlik, susuzluk ihtiyacını karşılıyor.
Gece yağmur yağdığından çadırların içine sular sızmış. İlçe belediyesinden gelen sabah kahvaltısı biteli çok olmuş. Öğle yemeği bekleniyor. Geç gelmesi önemli değil. Maksat karınlar doysun. Van Belediyesi’nin gönderdiği yeni çadırlar kuruluyor. Biraz ötede bir buldozer var, elektrik kablolarının döşenmesi için kazdığı toprakları boşaltıyor. Üç beş konteynr çarpıyor göze. Tuvalet ihtiyaçları için kurulacakmış ama daha zaman alacakmış. Peki, binlerce insan tuvalet ihtiyaçlarını nasıl gideriyor? Çadırların uzağında bulunan toprak yolu gösteriyor bir köylü. Çocuklar, erkekler neyse de, özellikle kadınlar kimse görmeden…
Türkçe bilen çok az. Çadırlara henüz yerleşenler, an itabariyle gelenler… Kobane’den çıkan, çıkmak zorunda kalanların en son tercih ettiği barınak yeri çadırlar. Türkiye’nin dört bir yanına, hatta yurt dışına gidenleri saymazsak, bölgede kalıp da çadırlarda yaşamak zorunda kalanlar çaresizliğin dibine vuranlardan oluşuyor. Kimisi ev tutup, normal yaşamda kalmak için direnmiş. Fakat artık kira ödeyemediklerinden yapabilecekleri bir şey de kalmamış. Çadırın yeni sakinleri, şimdiye kadar normal bir evde yaşamak için direnenlerden oluşuyor. Bir şaşkınlık, bir nasılsa yaşıyoruz ya hali... Ama belki de bu iyi zamanlar. Tehlike geliyorum diyor. Açık kanalizasyonlar yaklaşmakta olan salgının çıplak haberini veriyor.
Urfa Büyükşehir Belediyesi’nden tıs yok. “BDP ilçe belediyeleri ve çevreden gelen yardımlar olmasa ne olurdu bu insanların hali?” diyor ismini vermek istemeyen bir kurum görevlisi. Artık taşmış bulunan kanalizasyonlar için büyükşehir belediyesine acil vidanjör çağrısı yapalı neredeyse bir hafta olmuş. Ama gelmeyeceklerine ya da salgınlar başlayınca harekete geçeceklerine yönelik bir sezinlemede bulunuyorlar sadece.
Çadırların yanından ayrılıp sınıra yakın olan Çaykara köyüne gidiyoruz. Köyün tam karşısında iki-üç yüz metre ilerde, asker karargah kurmuş, özel harekat tim ve araçları köy sakinlerinin yakınana kadar sokulmuş. “Burada asker evlerimize saldırıyor” diyor bir köylü. Kürtçe adı Mesere olan Çaykara köyü boşaltılmak isteniyor. “Ama biz burayı terk etmeyeceğiz” diye araya giriyor kapılarının önünde bekleyenler. Mesere köyünün bir öncesinde Akmanek köyü bulunuyor. Sınıra sıfır noktasında. Küçük ve büyük Akmanek diye de ikiye ayrılıyor. Ama Mesere köyü için asıl felaket ise, Akmanek köylerinin boşaltıldığı andan itibaren başlıyor. IŞİD’in bu köylerin boşaltılmasıyla daha da ilerlediğini belirtiyor köy sakinleri. Mesere’de yaşayanların burada kalmak için ısrar etmelerinde hem yaşadıkları yeri terk etmemek, -hem de askere güvenmedikleri için- buradan IŞİD’in rahat geçiş yapmasını önlemek gibi nedenler bulunuyor. “İki yaralı IŞİD’liyi bir Toros gelip daha biz yetişmeden alıp gitti” diyen köylüye başkaları da ekleniyor.
Mesere köyünün yarısı AKP’ye, diğer yarısı da HDP’ye oy vermiş. Evine yemek için bizi davet eden orta yaşlı bir kadın. “İlerdeki camiye askerler ayakkabılarıyla girdi. İzleri hala duruyor gidin çekin. Bu köyde AKP’ye oy verenler şimdi lanet okuyor” diyor. Sonra mahcup bir şekilde “ben de vermiştim” diye ekliyor. Sonra öfkeleniyor kadın. Askerin attığı gaz bombasının bahçede oturan yaşlı annesinin eteğini tutuşturduğunu, yaşlı insanların bayıldığını söylüyor. Köyü ziyarete gelen siviller, askerler tarafından “halk sizden rahatsız oluyor” gerekçesiyle kovularak darp ediliyor. “Biz onlardan rahatsız değiliz. Bizi düşünüyorlarsa evlerimize roketatara benzer gaz fişekleri atmasınlar. Nasıl bir fişekse evlerin kapıları kırıldı” diyor Suruç merkezde çalışan bir kadının oğlu.
Askerlerin tacizlerinin kendilerini yıldırmaya yönelik olduğunda birleşiyor tüm köy halkı. Zaten önemli bir kısmı da sınırın öte yakası Kobane’den gelerek buraya sığınmış. Bu yüzden nüfus bir hayli kalabalık. Bir iki gün önce askerin saldırısı sonucu bir genç kadın başından yaralanmış. Her şeye rağmen evlerde yemekler pişiriliyor kalabalığın karnını doyurmak için. Fakat asker yemek yapılan eve de saldırmış. IŞİD’in bulundukları bölgede palazlanmasında Akmanek köylerinin boşaltılması büyük rol oynuyor. Bu tespit için güçlü tanıklıkları var köy halkının. Yaşayıp, gözlemlemişler.
Geri dönmek için yola koyuluyoruz. Suruç’a gitmek için aracımıza konuk oluyor orta yaşlı bir adam. Yola koyuluyoruz, bahçe duvarlarına ölen YPG’lilerin isimleri yazılmış. Suphi Nejat Ağırnaslı’nın adı da var; “Paramaz Kızılbaş…” İsmini görünce duruyoruz. Duvardaki isim aracımızdaki konuğun daha yeni olan bir anısını harekete geçiriyor. “YPG’ye katılmak isteyen çok genç var. Geçenlerde yaptığım iş gereği, ‘sınırda otlayan hayvanlara yem vermek için gittiğimde 16-17 yaşlarında bir grup genç, telleri kaldırıp karşıya geçtiler. YPG gerillaları onlara Kürtçe “xorto min!” (gençler gelmeyin!) diye karşı koydular. YPG gerillalarından biri, baktı bunlar dinlemiyorlar, taş atmaya başladı. Diğer bir yandan da ‘gençler gelmeyin, aslanlar burada’ diye bağırıyordu. O kadar olay oldu ağladığımı hatırlamıyorum. Ama ilk kez o an ağladım…”