Uzun süredir gündemde olan ve üzerinde ciddi tartışmalar yaşanan Toplu İş İlişkileri Kanunu (TİİK) tasarısı meclis genel kurulunda öncelikli olarak görüşülüyor. Tasarı sendika, toplu iş sözleşmesi ve grev gibi çalışma hayatının temel konularını içeriyor. Geçen hafta başlayan görüşmeler bu hafta tamamlanacak. Geçen hafta yapılan görüşmeler sırasında kanunun adı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu (STİSK) şeklinde değiştirildi.
Hükümet tarafından kamuoyuna bir demokratikleşme adımı olarak sunulan tasarı, aksine sendikal haklar konusunda ciddi sınırlamalar içeriyor. Tasarı 12 Eylül askeri cuntası tarafından 1983 yılında kabul edilen 2821 ve 2822 sayılı sendikal yasaların temel felsefesini koruyor. Sistemin özünü değiştirmeyen kısmi değişiklikler ile yetiniyor. Hatta bazı konularda mevcut yasal düzenlemeden daha sınırlayıcı hükümler getiriyor.
AKP 10 yıllık iktidarı boyunca 12 Eylül’ün sendikal mevzuatını korudu. Bugün yapmaya çalıştığı değişiklikler de 12 Eylül sisteminin özünü değiştirmiyor. Sendikacılar ve sendikaların iç işleyişi ile ilgili sağlanan sınırlı değişiklikler bir yana bırakılacak olursa, TİİK (veya STİSK) tasarısı toplu işçi haklarının (sendikalaşma, toplu iş sözleşmesi ve grev) kullanımı konusunda bir genişleme ve demokratikleşme sağlamıyor. 12 Eylül sistemi ufak tefek yamalarla korunuyor. 12 Eylül’ün sendikal sisteminin özü sendikal hakların kullanılmasının imkansız hale getirilmesi idi. Bunun için keyfi ve ayrıntılı bir yasaklar mekanizması geliştirilmişti. Bu mekanizma yaklaşık 30 yıldır ve esas olarak sivil hükümetler tarafından uygulanıyor. AKP hükümeti tarafından hazırlanan yeni tasarı da bu sistemin esasına dokunmuyor. Çünkü işveren örgütleri sistemin özünün değiştirilmesine şiddetle karşı. Hükümet de işveren örgütlerinin bu yaklaşımı dışına çıkmıyor.
TİİK tasarısı uluslararası sendikal normlara (ILO sözleşmelerine ve denetim organı kararlarına) ciddi aykırılıklar taşıyor. Sendika kurma hakkına yönelik sınırlamalar, işkolu-işyeri-işletme barajları, yetki sistemi ve grev yasakları açısından TİİK tasarısı son derece yetersizdir. Oysa bu konular sistemin özünü oluşturmaktadır. Tasarı pek çok anti-demokratik hüküm içeriyor. İşte bunlardan yaşamsal öneme sahip bir kaçı:
Tasarı ile sendikal barajlar korunuyor. Dahası yeni sistem ile halen toplu iş sözleşmesi yapabilme hakkına sahip sendikaların birçoğunun yetkilerini kaybetmeleri söz konusu. Bilindiği gibi mevcut toplu iş sözleşmesi yetki sisteminde bir sendikanın toplu iş sözleşmesi yapabilmesi için işkolu düzeyinde yüzde 10 ve işyeri-işletme düzeyinde ise yüzde 50+1 barajını aşması gerekir. Bu düzeyde üyesi olmayan sendikalar toplu iş sözleşmesi hakkından yoksun kalıyor. Ancak sendikalaşma oranının giderek düşmesi nedeniyle bu barajlar kadük hale gelmiş ve fiilen uygulanmamaktaydı. Çünkü yüzde 10 barajı uygulanacak olsa neredeyse yetkili sendika kalmayacaktı. Özel sektörde gerçek sendikalaşma oranının yüzde 3.5 civarında olduğu düşünülecek olursa ne demek istediğim daha iyi anlaşılır.
Bu durumda yapılması gereken yüzde 10 barajının kaldırılması olduğu halde bu yapılmadı. Bakanlık yıllar boyunca sahte, gerçek dışı sendikal istatistikler yayımlayıp durdu. Bu istatistiklere göre Türkiye’de sendikalaşma oranı yüzde 60’lara ulaşıyordu. Aslında istatistiklerle yalan söyleniyordu.
İşte bu noktada istatistiklerin gerçeğe uygun yayımlanması gündeme geldi. Yasa bu yönde değiştirildi. Ancak baraj yüzde 10 olduğu için bu kez üç yıldır istatistik yayımlanmadı. Dokuz aydır toplu sözleşme hakkı askıya alındı. Tam bir saçmalık ve keyfilik! Oysa yapılacak iş basitti. Sendikal barajları ILO normlarına uygun olarak kaldırmak.
Bu yapılmadı. Bunun yerine yeni tasarı ile kademeli artan bir baraj getiriliyor. İşkolu barajı ilk dört yıl için yüzde 1, sonraki iki yıl için yüzde 2 ve nihai baraj yüzde 3 olacak. Ancakbuformül sorunu çözmüyor, tersine yeni sorunlar yaratmaya aday. Çünkü eski istatistikler 5.4 milyon işçiyi kapsarken yeni istatistikler 11-12 milyon işçiyi kapsıyor. Dahası TİİK tasarısı ile işkollarının sayısı 28’den 21’e indiriliyor. İki açıdan işkollarında çalışan işçi sayısı artmış durumda. Bu nedenle yüzde 1’e düşmüş gözüken baraj fiilen çok daha yüksek bir orana karşılık geliyor.
Tasarı bu haliyle yasalaşırsa, halen kurulu olan 103 sendikadan 60’dan fazlası toplu sözleşme yapamayacak. Dahası bu sendikalardan 15’i halen yetkili durumda. Bu durumda yüzbinlerce işçi toplu sözleşme hakkından yoksun kalabilecek. İlerleyen yıllarda barajın yüzde 3’e çıkmasıyla bir çok sendika daha yetkisiz kalabilecektir. İşçiler dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olacak.
Tasarının bir diğer sorunlu yanı işyeri-işletme barajıdır. İşyeri barajı yüzde 50+1 işletme barajı yüzde 40 olarak öngörüyor. Sendikalaşmanın önündeki en önemli engellerden biri budur. Bu barajlar çok yüksektir ve örgütlenmeyi imkansız hale getirmektedir.
Tasarı ile mevcut toplu iş sözleşmesi yetki sistemi değiştirilmiyor. Yetki yine bakanlık tarafından verilecek ve işverenin sendikanın çoğunluğuna itiraz etmesi durumunda yetki işlemleri duracak. Bunun anlamı yargı süreci sonuçlanıncaya kadar sözleşme yapmanın imkansız hale gelmesidir. Zaten çoğu işveren bu uzun yargı sürecinde işyerini sendikasızlaştırmaktadır. Dahası bakanlık yetki sürecinde taraflı davranabilmekte ve bazı sendikaları korurken bazılarını mağdur edebilmektedir. Mevcut sendikal mevzuatın en çok eleştirilen yanı bu yetki sistemidir. Oysa çok daha kısa ve demokratik bir yol olan referandum sistemi konuyu kökten çözecek niteliktedir.
Tasarı grev hakkı konusunda da 12 Eylül sistemini sürdürmektedir. Elektrik, doğalgaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı ile petrokimya işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şehir içi toplu taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde grev yasağı sürmektedir. Özellikle bankacılık, petrol üretimi ve dağıtımı, petrokimya, şehir içi taşıma işleri ile askeri işyerlerindeki sivil çalışanlara yönelik grev yasağı uluslararası normlara aykırı ve keyfidir. Bankacılıkta grev yasağının demokratik ülkelerde eşi benzeri yoktur. Öte yandan Mayıs 2012’de havacılık işkoluna getirilen grev yasağının genel kurul aşamasında yasaya monte edilmesi beklenmektedir.
Dahası tasarı hükümete geniş bir grev erteleme yetkisi tanımaktadır. Hükümet uygulanan bir grevi ve grev kararını genel sağlığı ve milli güvenliği bozucu bulursa 60 gün süreyle erteleyebilecek. Erteleme süresi sonunda taraflar anlaşamazsa uyuşmazlık zorunlu tahkime gidecek. Bu fiilen grev hakkının ortadan kalkması demektir. AKP hükümetleri geçmiş yıllarda lastik ve cam sektöründeki bir çok grev milli güvenliği tehdit edici bularak ertelemişti.
Tüm bu nedenlerle bu nedenle sendikaların önemli bir bölümü TİİK (STİSK) tasarısına karşı çıkıyor. Tasarıya sadece sendikalar itiraz etmiyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve Küresel Sanayi İşçileri Federasyonu (IndustriALL) da tasarıyı anti-demokratik ve uluslararası normlara aykırı buluyor. ILO ve IndustriALL’un eleştirilerinin ayrıntılarına aşağıdaki bağlantılardan ulaşılabilir:
http://www.disk.org.tr/default.asp?Page=Content&ContentId=1332
http://www.industriall-union.org/turkish-parliament-debates-union-legislation-without-genuine-rights
Ancak anlaşılan tüm bu eleştiriler hükümetin umurunda değil. Hükümet tasarıyı protesto eden işçileri ve sendikacıları gazlayarak ve döverek demokrasi yolunda hızla ilerliyor!