İstanbul’da 22 Temmuz’da imzalanan tahıl anlaşması önemli idi. Dünya pazarlarına ihraç edilen tahılın üçte birini üreten Ukrayna ile Rusya’nın, bu yılın rekoltesini uluslararası pazarlara ulaştıramaması, gıda fiyatlarının uçmasına yol açmıştı. Ukrayna’nın 20 milyon tonluk rekoltesinin ambarlarda kalması zaten büyük zorluk çeken kimi Afrika ülkelerindeki gıdaya erişim sorununu, yani açlık krizini daha da vahim hale getirecekti.
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasıyla başlayan savaş, bir yanda Rusya diğer yanda Ukrayna ve Batılı ülkelerin propaganda ve dezenformasyon savaşlarına da sahne oluyor.
Tahıl anlaşmasının da insani boyutunun yanı sıra, bir de propaganda tarafı var.
ABD ve Avrupa, Rusya’yı izole edip, misal Afrika ülkelerinin de Moskova’ya sırt dönmesi için çalışıyorlar. Bunun için de uzun süre, “Bakın Rusya Ukrayna limanlarını abluka altına aldı; aç kalmanızın müsebbibi Putin’in açtığı savaş,” mesajını işlediler. Yalan da değildi. Ama gerçeği de tam yansıtmıyordu. Çünkü Rusya da “iyi de ben de tahılımı dünya pazarına gönderemiyorum; bunun sorumlusu da Batı” diyordu.
Batılılar da “Ne münasebet; gıda üzerinde herhangi bir yaptırım yok,” diye yanıt veriyorlardı.
Yaptırım yok ama sigorta ve taşıma şirketleri “neme lazım, sırf Rusya’yla iş yaptık diye yarın bir gün başımıza iş açılır” diye Rus tahılını taşımaya yanaşmıyordu.
İşte 22 Temmuz’da aslında iki anlaşma imzalanmıştı; biri Ukrayna tahılı ile ilgili diğeri de Rus tahıl ve gübresinin ihracı ile ilgili idi.
Ancak sağlanan mutabakata karşın Ukrayna ile imzalanan anlaşma yürürken, Ruslarınki, ilerlemiyordu; şirketler açısından hâlâ bir çekinme vardı. İşte bu nedenle Moskova anlaşmayı askıya almak için fırsat kolluyordu. Bir de tabii askeri sahada yaşadığı başarısızlıklar karşısında, hem Ukrayna’yı hem de Batı’nın canını sıkacak bir hamle yapması gerekiyordu. Sonuç olarak Ukrayna’nın tahılını satarak savaşı bir nevi finanse ettiğini de unutmamak lazım.
Bu arada Rusya, “tahıl Afrika ülkelerine değil, Batılı ülkelere gidiyor” mesajını işlemeye başladı.
Ben de bu yöndeki haberleri okuduğumda yani tahılın önemli miktarının Türkiye ve diğer Avrupa ülkelerine gittiğini öğrendiğimde, çok sinir olmuş; “Tahıl anlaşmasını durumu iyi olmayan güney için yapıyoruz diyen kuzey ülkeleri -ki buna Türkiye de dahil- ne iki yüzlü” diye kızmıştım.
Durum bu noktada iken, Sivastopol’a gerçekleşen drone saldırısı Rusya’ya istediği fırsatı verdi. Ukrayna, istersem Kırım’a kadar uzanırım mesajı vermek istedi ama sonuç tahıl anlaşmasının askıya alınması oldu.
Sonrasında bir baktık; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan devreye girdi ve Rusya anlaşmaya geri döndü.
Ruslar, Kiev’den Karadeniz tahıl koridorunu Rusya’ya karşı askeri operasyonlarda kullanılmaması için yazılı güvence aldıklarını söylediler. Ukrayna ise böyle bir güvence vermediğini savunurken, Batı basını Kremlin’in fazlaca bir taviz koparamadığını yazdı.
Sonuçta tahıl koridorunda trafik yeniden başlamış durumda. Ama anlaşmaların süresinin dolacağı 19 Kasım’da ne olacağı meçhul.
Benim dikkatinizi çekmek istediğim konu, işin propaganda tarafı.
Cumhurbaşkanı “ Sayın Putin ile mutabık kaldığımız gibi öncelikle Afrika’nın fakir-fukara, garip-gureba ülkelerine bu koridoru işletecek, Somali, Cubuti ve Sudan’ı ilk etapta ele almayı O (Putin) da bize tavsiye etti. Bunu da yapacağız ” ifadesini kullandı.
Ben de sevinmiştim; iyi bari tahıl asıl gitmesi gereken Afrika’ya gidecek diye. Fakat sonradan anladım ki, Afrikalılar “bize tahıl değil makarna gerek, tahılı yiyemeyiz” diyorlarmış. Çünkü tahılı işleyecek altyapıları yok.
Yani zaten Türkiye’ye gelen tahıl işlenip un ve makarna olarak ihraç ediliyor ve bunun da elbet bir bölümü -çok azı hibe olarak verilirken - Afrika ülkelerine satılıyor.
Yani Putin’in sanki tahıl koridor anlaşmasını Afrikalılar yararlanamıyor diye askıya aldığını ve fakat yeni varılan mutabakat sayesinde Afrikalıların daha çok yararlanacakları şeklindeki, gerçekleri tam da yansıtmayan söylemine Erdoğan destek atmış oluyor.
Olacak o kadar zira Putin de sabah akşam Erdoğan’ı yere göğe koyamıyor.
Bu arada Ukraynalılar da Erdoğan’ın krizi çözen lider imajını bozmamak için tahılı Türkiye’nin yüzde 25 daha ucuza aldığını, ayrıca Rus işgali altındaki bölgelerden çıkan rekoltenin, yani çalıntı tahılın Ruslar tarafından Türkiye’ye gönderildiği hatırlatmasını kameraların önünde yapmayıp, Ankara’yı rahatsız etmemeye dikkat ediyorlar.
Tabii bu propaganda –dezenformasyon meselesinde AK Parti’nin eline kimse su dökemez. Yine de arada kırılan potlara dikkat çekmeden edemeyeceğim.
Cumhurbaşkanının Afrika için kullandığı “fakir fukara, garip gureba” söylemi, kendi oy tabanına olumlu yansır da, Afrikalıları rencide etme riski var. Zira Afrikalılar, kendilerine dönük bu fakir fukara edebiyatından çok hoşlanmıyor.
İşin Türkiye’nin tutarlılığına gölge düşüren bir başka boyutu daha var.
Afrika ve dünya genelindeki gıda krizinin nedenlerinden biri de iklim değişikliği. Bu yıl Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı diğer adıyla COP27 Mısır’da yapılıyor. Afrika 6 yıl aradan sonra iklim zirvesine tekrar ev sahipliği yapmış olacak.
Yıllarca dünyayı kirleten Kuzey’in dönüp Güney’e “sakın siz kirletmeyin” diye baskı yapması karşısında Şarm El Şeyh’teki zirveye başta Afrika olmak üzere, güneyin sesini daha gür duyurması adına bir fırsat olarak bakılıyor. O nedenle de özellikle G20 ülkelerinden üst düzey katılım ayrıca önemseniyor. Bu haftaki zirveye başta ABD Başkanı Joe Biden olmak üzere Almanya, İngiltere, Fransa gibi G20 ülkelerin çoğunluğu devlet başkanı düzeyinde katılıyor.
“Fakir fukara, garip gurebanın” sesi, Güney’in kuzeydeki temsilcisi iddiasındaki G20 üyesi Türkiye ise devlet başkanı düzeyinde katılmıyor. Cumhurbaşkanı bu zirveye katılarak Afrika’ya destek atabilirdi. Yani tam da beş parmağını gösterip dünya beşten büyüktür diyeceği yer. Cumhurbaşkanının baş parmağını içeri alıp rabia hareketi yapma riski, Mısır’a gitmeme kararında rol oynamış olabilir.
Gerçi darbeden sonra Müslüman Kardeşlerin destekçileri tarafından kullanılan el işareti Türkiye’de artık kullanılmıyor ama anladığım kadarıyla Mısır’la başlayan normalleşmeye karşın, bu aşamada Mısır devlet başkanı Abdülfettah El - Sisi’yle bir el sıkışma tercih edilmemiş. Ne de olsa, 90 ülkenin liderini ağırlayacak olan El - Sisi, zirvenin bir nevi yıldızı olacak. Benim tahminim, her ne kadar Türkiye’nin ekim ayında Libya’yla imzaladığı anlaşmalara bağlansa da Mısır normalleşme sürecini Erdoğan’ın gelmeyeceği ortaya çıkınca askıya aldı.
Aslında Cumhurbaşkanı’nın gitmemesi iklim için çok hayırlı oldu. Malum, zırhlı araçlar, koruma ordusu, gerekli gereksiz danışmanlar kalabalığı; Türk heyetinin bırakacağı karbon ayak izinin boyutunu düşünemiyorum.
Malum geçen seneki İskoçya zirvesine bu kadar kalabalık gelmesine izin verilmeyince gitmemişti.
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |