Pazartesi gününün ilk saatlerinde deprem olmasaydı, öğleden sonra yapılacak kabine toplantısında bazı Batılı ülkelerin terör saldırısı riski nedeniyle konsolosluklarını kapatma kararına karşı iktidarın alacağı önlemler görüşülecekti.
Zira Pazar günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu ülkeleri hedef alıp şöyle dedi:
"Geçenlerde Dışişleri Bakanlığımız bunların hepsini çağırdı, gereken ültimatomu verdi. 'Böyle devam ettirecek olursanız bunun bedelini ağır ödersiniz' dedi ve öyle zannediyorum ki pazartesi kabine toplantımız var, orda gerekli karaları alacağız."
Erdoğan sürekli Batılıları "çağırdık, onlara fırça çektik," algısı yaratmaya çalışıyor.
Batılı diplomatlar, "bakanlığa çağrılmadıklarını," bir toplantıya davet aldıklarını belirtiyorlar.
Aradaki fark ne diyeceksiniz. Ortada ev sahibi ülkeyi rahatsız eden bir gelişme varsa, Bakanlığa çağrılmak, dozu meselenin ciddiyetiyle orantılı bir şiddette tepki verilecek demektir.
Mesele şu ki; iktidar, Batılı büyükelçiler iki güne bir Bakanlığa çağrılsın, parmak sallansın, sonra da çıkıp böbürlensin istiyor.
Ankara'daki diplomatlar da, "çağrılmış olmak" için çağrıldıklarının farkında. Bazı durumlarda maksat "tepki vermek" değil, "tepki vermiş gibi" yapmak. Sıkıntılı bir durum çünkü diplomaside elinizdeki "araçları" yerli yersiz kullanırsanız, o "aracın" etkisini azaltırsınız.
Açıkcası Erdoğan'ın dediği gibi geçen hafta Bakanlığa gittiklerinde Batılı elçilere ültimatom verildiğini hiç sanmıyorum.
Belli ki; şaha kalkmış enflasyon dizginlenemeyip, ekonomiyi düzeltmenin kısa yolu bulunamayınca, seçimlere giderken geçer akçe yine toplumda çok yaygınlaşmış olan Batı karşıtlığından yürümek olmuş.
Ve fakat, deprem bu planları bozmuş olabilir. Zira, bir kez daha, sevelim sevmeyelim, iki yüzlü ve riyakar bulalım; Batılı kurumlarla işbirliğinin ne kadar hayati olduğunu bir kez daha tecrübe etmiş olduk.
Bir grup basın mensubu, Avrupa Komisyonu'nun daveti üzerine Türkiye - AB ilişkilerini ele almak için Pazar gecesi Brüksel'e vardıktan sonra sabah deprem haberlerine uyandık. Büyük bir moralsizlikle görüşmelere başlarken, talebimiz üzerine salı sabahı Avrupa Birliği'nin kriz yönetim merkezine gittik.
Merkezin acil yardım ve kurtarma direktörü Hans Das, "Son dönemde gördüğümüz en büyük ve kapsama alanı en geniş depremlerden biri" dedi ve son zamanlarda Ukrayna ile meşgulken pazartesinin ilk saatlerinden itibaren Türkiye'ye odaklandıklarını söyledi.
Türkiye resmi adı "Avrupa sivil koruma ve insani yardım operasyonları" isimli mekanizmaya 2016 yılında üye olmuş. Bu mekanizmayı işletmek için hükümetlerden resmi talep gelmesi gerekiyor. Yani üye olmadan da talepte bulunulabilir.
Ancak üyelik, birlikte çalışma pratiği getiriyor ki bu da zamanın kritik olduğu durumlar için çok hayati önemde.
Türkiye şimdiye kadar, aralarında orman yangınları da olmak üzere 3 kez yardım istemiş. Bu dördüncüsü; ve depremden 1,5 saat sonra talepte bulunmuş. Üye devletlerden ilk yanıt 3 saat içinde gelmiş. Depremden 12 saat sonra da ilk yardım ekibi yola çıkmış.
Türkiye'nin kendisi de geçmişte başka ülkelerden gelen yardım çağrılarına yanıt vermiş, desteğe koşmuş.
Biz Das'la konuşurken depremin üzerinden 36 saat geçmişti ve 20'ye yakın ülkeden 1200 civarı ekip, 72 köpekle, Türkiye'ye ya varmış ya da varmak üzere idiler.
Das, "Zamana karşı yarışıyoruz; hava şartları da elverişli değil" dedi.
Türkiye ilk etapta arama kurtarma timleri, ardından da tıbbı yardım ekipleri istemiş.
Ayrıca AB'nin uydu görüntüleri de AFAD'la en kısa sürede paylaşılmış.
Ben özellikle şu soruyu sordum:
"Muhataplarınız bu haritaları analiz edecek teknik donanım sahibi mi, temasta olduğunuz yetkililerle aynı terminolojiyi kullanıp; aynı teknik dilden konuşabiliyor; karşılıklı birbirinizi anlıyor, gerekli ve yeterli işbirliği ve eşgüdümü sağlayabiliyor musunuz?"
Elbette bu soruyu sorarken aklımda, iktidarın özellikle de son on yılında, teknik donanım, tecrübe gerektiren mercilere alakasız kişileri ataması vardı.
Das'ın vücut dilinden benim neyi kastettiğimi anladığını çıkarıyorum ve hiç tereddüt etmeden "Eşgüdümümüz mükemmel; çok hızlı bir işbirliği gerçekleştirdik. Türkiye çok çabuk davrandı biz de çok hızlı yanıt verdik. Aynı terminoloji ile aynı dilden konuşuyoruz; çok yakın bir işbirliğimiz var" dedi.
Zaten verdiği bilgilerden, resmi işbirliğinin tatminkâr şekilde gerçekleşebiliyor olması için, AB merkezinin Türkiye'de yada başka ülkelerdeki muhataplarının işini bilen teknik uzmanlar olması gerektiğini çıkarıyorum. Bu anlamda geçmişten gelen bir diyalog ve işbirliği pratiğinin olduğuna dikkat çekti AB yetkilisi.
Basından bize ulaşan bilgiler yurt dışından gelen ekiplerin Türkiye'ye vardığında uzunca süre havaalanında bekletildikleri yönünde idi.
Bu soruyu da yöneltip, giden ekiplerden duruma ilişkin ne tür bilgi aldıklarını sorduğumda, bu gibi çok büyük felaketlerde yerel yetkililerin kaldırabileceklerinden çok daha büyük bir yükle başa çıkmaya çalışmalarının doğal olduğunu söyledi. Bir anlamda başka yerlerde karşılaştıkları türden durumların benzeriyle karşılaştıkları gibi samimi mi yoksa diplomatik mi olduğunu tam kestiremediğim bir yanıt verdi.
Bu arada giden ekiplerin, her şeyden önce gerekli teçhizatla donanımlı, barınma ve yiyecek-içecek olarak kendi başlarının çaresine bakacak, yani kendi kendine yeten uzmanlardan oluştuğunun altını çizmekte de fayda var. Ancak her ekip doğrudan Türk tarafıyla koordinasyon içinde hareket ediyor.
Sonuçta sadece AB değil, AB üyesi olmayan pek çok Batılı ülkeden de Türkiye'ye yardım önerisi yapılıyor. Erdoğan'ın pek haz etmediği Fransa Meclisi bile 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu.
Tüm bunlara karşın, seçimler yaklaşırken bakalım Erdoğan gündem değiştirmek için yine bir yolunu bulup Batı'ya çatacak mı?
Bu arada yabancı basında Türkiye ve Suriye depremi diye geçiyor. AB yetkilisi Das da konuşmasının başında Suriye'ye de değindi. AB'nin yardım mekanizmasının işletilip örneğin arama kurtarma ekibi gönderilmesi için Şam'daki hükümetten talep gelmesi gerekiyor. Esad rejimi böyle bir mekanizmanın farkında mı bilemem. Das, ülkedeki uluslararası örgütlere ve hükümet dışı kuruluşlara nakdi yardım yapma kararı aldıklarını söyledi. Sorun şu ki Suriye'de sahada varlık gösteren kuruluşların arama kurtarma tecrübesi sınırlı. AB, sınırdan, en azından Türkiye'nin kontrolü altındaki bölgelere arama kurtarma ekibi göndermek için Ankara'yla kurum olarak temasa geçmemiş. İhtimal böyle bir yolun açılmasını istemiyorlar. Zira Ankara AB'den Suriyeli mülteciler için alınan fonların bir kısmının geri dönüşleri teşvik etmek üzere Suriye'nin içinde de kullanılmasını istiyordu ancak buna AB'den olumlu yanıt alamıyordu.
Suriye'ye arama kurtarma timlerinin gitmesinin önünde maalesef diplomatik meseleler yatıyor gibi duruyor.
Barçın Yinanç kimdir? Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı. Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi. 2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti. Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi. Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor. Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor. |