Uluslararası yatırım bankası Goldman Sachs, 13 Nisan tarihinde, yani Devlet Bahçeli'nin erken seçim çağrısı yapmasından 4 gün önce yayınladığı "Lira düşerken riskler artıyor" başlıklı raporda şöyle demişti:
"Erken seçim ihtimali güçlenirken Hükümet üzerinde büyüme yanlısı bir program izleme baskısı da artıyor."
Goldman Sachs özetle, Merkez Bankası'nın TL'deki düşüşü ve enflasyondaki katılığı engellemek için faiz artışına gitmesi gerektiğini, ancak ufukta seçim göründüğü için bunun kolay olmadığını söylüyordu:
"Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın, TL'deki oynaklığı ve yüksek enflasyonun kalıcı bir nitelik kazanmasının altındaki nedeni, yani ekonominin aşırı ısınmasını önleyecek ölçüde sıkılaştırmaya gideceği konusunda kuşkuluyuz."
Bu cümledeki "sıkılaştırma" kelimesi ile kastedilen, elbette faiz artırımıydı.
Aslında ekonominin durumu nedeniyle erken seçim ihtimalinin arttığını görmek için Goldman Sachs olmak da gerekmiyordu. Seçimlere bu kadar kısa süre kalmışken faiz artırmanın iktidar için intihar olacağını, çünkü faiz yükselince ekonominin yavaşladığını, ekonomi yavaşlayınca halkın homurdanmaya başladığını, başkaları ve bu arada ben de söylemiştim. "Ben bilmiştim" diye böbürlenmeyi sevenlerden değilim ama 9 Nisan tarihinde T24'te yayınlanan "Oy kaybını göze almadan doların ateşini söndürmek zor" başlıklı yazımda şöyle demiştim:
Dolardaki yükselişin nasıl dizginleneceği aslında belli:
Ama Merkez Bankası bu aracı kullanamıyor:
Merkez faiz artırımına gidemiyordu çünkü seçime bir yıl kala ekonominin yavaşlamasını göze almak iktidar için kolay değildi:
Özetle, Hükümet aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık pozisyonunda kalmıştı. Erken seçim dışında bu paradoksu çözmenin yolu yok gibiydi..
Erken seçimden yana çok güçlü bir ekonomik faktör daha vardı: Büyüme-oy ilişkisi. Bilimsel araştırmalar, seçimlerden önceki bir yılın ekonomik büyümesinin, sandık sonuçları üzerinde etkili olduğunu gösteriyor. Ekonomi 2017'de çok hızlı büyüdü. Ama bu yıl işler kötü gidiyor. Beklemek, oy kaybını göze almak demek. 14 Aralık tarihinde T24'te yayınlanan "Yüzde 11.1’lik büyüme erken seçim habercisi mi?" başlıklı yazımda şöyle açıklamıştım bunu:
Ekonomi bu yılın üçüncü “çeyreğinde” (Temmuz, Ağustos, Eylül aylarında) yüzde 11.1 büyüdü. Bu çok yüksek bir oran. Bugün seçim olsa iktidar partisine olumlu katkısı olur.
Bununla birlikte abartmayalım: Üçüncü çeyrekte görülen yüksek büyümenin önemli bir kısmı, “baz etkisi”, çalışma günlerindeki artış gibi kağıt üzerindeki şeylerden kaynaklandı. Nitekim üç aylık bazda baktığımızda, Türkiye’nin üçüncü çeyrekte, bir önceki çeyreğe göre yüzde 4.8 büyüdüğü görülüyor. (Oysa ikinci çeyrekte büyüme yüzde 9.1’di.) Yani “rekor büyümeden” söz edilen dönemde Türkiye ekonomisinin bir miktar yavaşladığı bile söylenebilir.
Gelecek yıl baz etkisi olmayacak. O nedenle yabancı bankalar 2018’de ekonominin yavaşlamasını bekliyorlar.
2019’da yapılacak bir seçimde “miyop” seçmenin arkaya dönüp baktığında can sıkıcı bir tabloyla karşılaşması kuvvetle muhtemel.
Evet, iktidar KGF kredileri ve vergi indirimleriyle ekonomiyi canlandırabildiğini gördü. Ama aynı şeyi 2019’da tekrarlaması kolay değil. “Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz” demiş Herakleitos. 2019’da dünyanın nasıl bir konjonktürde olacağı muamma. Beklenti, ABD’deki faiz artırımları nedeniyle Türkiye’nin de aralarında bulunduğu gelişen ülkeler için olumsuz bir dönemin başlayacağı yönünde.
Tablo böyleyken, büyümenin yükseldiği dönemlerde oyların arttığı hem tecrübeyle hem bilimle sabitken, iktidar bir erken seçimi değerlendirmeye almaz mı, diyorsunuz?
Bir daha düşünün.
Hayır, erken seçimi öngörmek için Goldman Sach olmaya gerek yoktu; görünen köy kılavuz istemiyordu.
Bu toz duman içinde geleceğe dair bir şeyler söylemek güç. Ama yukarıdaki verilerden yola çıkarak bir çıkarsama yapmamız mümkün:
Çıkarsama:
Seçimden sonra ekonomiyi kemer sıkma günleri bekliyor.
Tabii mevcut iktidar yerinde kalırsa.