Bayramda tatil yerine bir an önce ulaşmak için İstanbul-İzmir Otoyolu’na 153 TL, Osmangazi Köprüsü’ne 103 TL verenlerdenseniz Türk vatandaşı olmanın ayrıcalığını iliklerinize dek hissetmiş olmalısınız.
Geçmişte devlet tarafından yapılıp işletilen otoyol, köprü, havalimanı ve hastaneler artık “Kamu-özel işbirliği” ile hayata geçiriliyor.
Bu sistemde yatırımı yapan şirkete araç, yolcu, hasta garantileri veriliyor. Gerçekleşen rakamla garanti edilen arasındaki fark devlet bütçesinden (yani milletin cebinden) karşılanıyor.
Ortada absürt bir durum var: İstanbul’dan İzmir’e, devletin yeni yaptırdığı otoyoldan gitmek için fahiş bir fiyat ödemek zorundayız. Ama tasarruf yapıp o yolu kullanmasak da, Otoyol’dan geçmeyen her aracın ödemesi gereken bilet tutarını vergilerimizle karşılıyoruz.
Aynı şey yolcu garantisi verilen havalimanları ve hasta garantisi verilen şehir hastaneleri için de geçerli.
Bu projeler bir yanda devlet bütçesinden milyarları götürüyor, bir yandan vatandaşın kazıklandığını düşünmesine yol açacak kadar fahiş fiyatlarla hizmet veriyor.
Havalimanında bir şişe su 5 TL, bir hamburger menüsü 72 TL. Böyle saçmalık olur mu?
“Su içmeyiverin, hamburger yemeyiverin” diyeceksiniz ama onu gelin de çocuklu ailelere anlatın.
İşin en tuhafı, devletin vatandaşının fahiş fiyatlı ürünleri tüketmesi için özel sektörle işbirliği yapması: Havalimanına yanınızda getirdiğiniz suyu zorla çöpe attırarak içeride bir şişe suya 5 TL vermek zorunda bırakıyor.
Vatandaşın korunup kollandığı günlerden devlet eliyle kazıklandığı günlere nasıl geldik?
El cevap: Halkı vatandaş değil müşteri olarak gören “kamu-özel işbirliği” sistemiyle.
Kamu-özel işbirliği Türkiye’de AKP ile özdeşleşmiş olsa da mucidi o değil; İngiltere’de çıktı, oradan dünyaya yayıldı.
Sağ iktidarlar bu sistem sayesinde devletin cebinden bir kuruş bile çıkmadan, özel sektör eliyle otoyol, köprü, hastane yaptıracaklarını sanmıştı. “Yap-İşlet-Devret” olarak da bilinen kamu-özel işbirliği sistemini bir mucize gibi pazarladılar.
Aradan geçen sürede kamu-özel işbirliği sisteminin devlete ve vatandaşa (cepten bir kuruş para çıkmamak bir yana) daha da pahalıya patladığı ortaya çıktı.
Bir şehir hastanesinin 25 yıllık kira bedeliyle onlarca devlet hastanesi kurmanın mümkün olduğunu öğrendik mesela.
Neden dünyanın birçok havalimanında olduğu gibi Türkiye’deki havalimanlarında da, zorla boşaltılan su şişeleri içerideki sebillerde ücretsiz doldurulamasın?
Vatandaş değil miyim? Yanımdaki su şişesini zorla çöpe attırdığına göre bu hakkım değil mi?
Veya şehir dışına kurulan, etrafında market bulunmadığı için hastaların alışveriş yapmaya mecbur olduğu (Bu da bir devlet zorlaması) şehir hastanelerinde temel ihtiyaç ürünleri maliyetine veya çok cüzi fiyatlara neden satılmasın?
Ben vatandaşım, bu, en temel hakkım.
Devlet fabrika ayarlarına geri dönmeli, vatandaşı müşteri gibi görmekten vazgeçmeli.