Türk yargısı vahim bir vaziyette ve daha da kötüsüne hızla yürüyor. Sayısız örnek var. Ör. karısının demir levyeyle kolunu kırdıktan sonra kerpetenle dişlerini söken kişi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılıyor (*) ama ör. TRT’nin de korkunç trafik kazası anlamında kullandığı (*) “biçti” terimini “İlk FETÖ iddianamesini hazırlayan Mustafa Alper’in aracını kamyon biçti” diye kullanan Cumhuriyet.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Oğuz Güven halen tutuklu yargılanıyor. Ör. Atilla Taş için istenen: 2 adet ağırlaştırılmış müebbet.
Bu örnekler selini başka zaman konuşacağız. Bugün, Strasbourg Üniversitesindeki Hrant anmasından gelir gelmez ayağımın tozuyla okuduğum iki haberi yazacağım sadece: 1) “Kürtçe savunmanın bedeli 60.000 TL” (*); 2) “Savcılığa göre, iki eğitimciye terörist denmesinde kötü niyet yokmuş” (*). Birincisini biraz ayrıntılı ele almak istediğim için, önce ikincisi.
***
Akademisyen Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça sabaha karşı 01’de evlerinin kapısı kırılarak gözaltına alınıyor, malum. Hakimin kararı: Tutuklama. Özet gerekçesi: “DHKP-C terör örgütünün açık alan yapılanmaları tarafından organize edilen açlık grevi sonucu ölürlerse, bunun üzerinden terör örgütünce ajitasyon yapılabilir” (*).
Akşam, Sabah, Star, Takvim, internethaber cinsinden yandaş medya, bu iki eğitimciyi ve KHK’yle ihraç edilip onlarla Yüksel Caddesinde oturan öğretmen Acun Karadağ’ı yargı kararı olmadan derhal terörist ilan ediyor.
Avukatlar suç duyurusu yapıyorlar. Savcılığın kararı: Takipsizlik. Özet gerekçesi: “Türkiye çok seslidir. Birçok düşüncenin varlığı gereklidir. Ayrıca, DHKP-C üyesi oldukları yönündeki bu haberler ülkede yaşanan sürece uygun düşmektedir, kötü niyet ve suç işleme kastı yoktur.” Yani Türkçesi: DHKP-C üyesidir demek hakaret veya iftira değildir, basın özgürlüğünün kullanılmasıdır.
Savcılığın yanlış ile iftira farkını gözetmemekte ısrarlı olduğunu gösteren bu karar, yarın kesinlikle hukuk ders kitaplarına geçecek biçimde, yargımızın ülkede yaşanan süreçle uygun düştüğünü de gösteriyor. Minimum iki sebeple:
1) Bu gençleri DHKP-C’li ilan eden ilk kişi bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu (*); 2) Ortalama dört günde bir (*) dava açıp insanları tutuklattıran ve mahkum ettiren Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan bizleri TV’lerden “alçak, hain, zalim, cahil, tiksinti verici, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız güruh, mandacı artığı, ruhu kirlenmiş, kapkaranlık aydın müsveddeleri” ilan ettiğinde hakaret davası açmıştım, Erdoğan’ın avukatı savunmasında bu sözlerin ifade özgürlüğü olduğunu söyledi, Mahkeme de aynı şeyi kararında tekrarladı. Dava Yargıtay’da. AİHM’ye gitmeden önce AYM’den de geçeceğiz.
***
Şimdi asıl gelelim, “Kürtçe savunmanın bedeli 60.000 TL” haberine. Diyarbakır’da 18 Ekim 2010’da başlayan KCK davasıyla ilgili. Lozan’a rağmen süreçte Kürtçe savunmanın yasaklanması sık sık krize yol açmış, Çözüm Süreci başlayınca 2013’ten itibaren Kürtçe savunma hakkı tanınmıştı (*). Şimdi dava bitmiş. Bu savunmaların Türkçeye tercüme masrafları Kürtçe savunma yapan sanıklara yüklenmiş. Lozan’a rağmen.
Lozan’a rağmen derken, sıkılmazsanız, daha önce bin yerde bin defa yazdığım bu temel konuyu özetleyeceğim. Davanın bu yönünü yakından izledim. Dahlim de oldu. Ama olamadı aslında. Şöyle:
Mahkeme, sanıkların Kürtçe savunma yapmasını reddediyordu. Oysa Lozan Md. 39/5 son derece netti: “Devletin resmî dili bulunmasına rağmen, Türkçeden başka dil konuşan Türk uyruklarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.”
Kolaylık derken, tabii ki en başta tercüme. “Türkçe bilmeyen” demiyor; “Türkçeden başka dil konuşan” diyor ki, anadili Türkçeden başka olanları kastediyor.
İşte bu Md. 39/5 konusunda, duruşmada okunmak üzere avukatlar benden Diyarbakır’a gidip bir “Uzman Kişi” mütalaası vermemi istediler (*). Gittim. Heyetin kararı: Veremez. Ya kanun bilmiyorlardı yahut zaten duruşmaya çıkmadan kararlıydılar çünkü CMK Md. 178 bu mütalaayı dinlemelerini zorunlu kılıyordu:
"Mahkeme başkanı veya hâkim, sanığın veya müdahilin gösterdiği tanık veya uzman kişinin çağrılması hakkındaki dilekçeyi reddettiğinde, sanık veya müdahil o kişileri mahkemeye getirebilir. Bu kişiler duruşmada dinlenir".
“Dinlenebilir” demiyor. “Dinlenir” diyor. Üstüne üstlük, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2007 tarih, 2006/7-336 esas, 2007/198 karar sayılı ilke kararı da aynı yönde.
Ama dediğim gibi, heyet “kararlı”ydı. Şimdi de, yine Lozan 39/5’e rağmen çeviri masrafını sanıklardan çatır çatır tahsil edecek.
***
Yargıtay dedim de aklıma geldi. Başkan olduğu dönemde Prof. Sami Selçuk, Lozan konusunu anlatmam için Yargıtay’a davet etmişti; 2000 yılı filan olmalı. Bütün bunları hatta fazlasını ince hukuksal ayrıntılarıyla anlattım, sonunda yaşlıca bir üye kalktı ve şöyle dedi: “Biz Lozan’ı böyle yorumlamıyoruz!”
‘Sizin Lozan’ı böyle yorumlamama yetkiniz yok efendim. Çünkü hukukta net olan bir metni hakimlerin yorumlama yani değiştirme yetkisi bulunmaz’ diyemedim. Çünkü artık o kadarına resmen utandım. Bir an durdum, gözümü diktim, “Anladım”, dedim… Arif olan anlamıştır.
***
Türk yargısı yakın gelecekte nerede olacak? Bilemem. Sadece şu yalanlanmayan haberi hatırlatabilirim:
AKP, eliyle getirdiği Fethullahçı hakimleri boşalttı, yerlerine AKP’li avukatları dolduruyor. Yeni atanan 1.341 kişinin 1.000 tanesinin AKP’li olduğu, birçoğunun AKP il ve ilçe yöneticisi olduğu bildiriliyor. Mülakatlarda, yazılı sınavda 80’in üzerinde puan alan birçok isim elenirken, 55-60 puan alan avukatlar hakim yapılıyor (*). Buradan tahmin ediniz.
------------------ ----------
Not: 2010 referandumu konusunda Ali Nesin’le (*) aynı fikirdeyim. Çünkü savcı ve hakimleri ürkütüp bu hale sokan HSYK’yi Adalet Bakanlığının emrine veren o referandum filan değildi (*). O referandumda “tek adaya oy vermek” biçiminde getirilen seçim usulünü AYM’ye gidip iptal ettirerek Adalet Bakanlığı listesinin tulum çıkartmasına sebep olan bizzat 1930 modeli CHP’liler idi (*). Dünyadan haberleri olmadığı için bunun da farkında değiller.
Freud’un “yansıtma” (projection) teorisini (*) kanıtlar biçimde “Sizi Gidi Yetmez Ama Evetçileeeer! Başımıza gelenler hep sizin yüzünüzden!” diye laik hatim indirip iman tazelemeyi Kemalizm sanan, yazması olan ama okuması olmayan bu 1930’cu papağan kuşları o hakim ve savcılardan farklıdır mı sanıyorsunuz?