Kendini aşarak, ülke ve toplumun hayatına olumlu anlamda müdahale çabasıdır siyaset. Benim siyaset tanımım bu olsa da ne yazık ki bugün yaşadığımız gerçeklik bu tanıma çok uzak. Ülkenin yaşadığı yıkımı, kurumların ve kuralların her gün teker teker bozulup yok olmasını, keyfiliğin, adaletsizliğin ağır olduğu bir süreci yaşıyoruz. Bu süreci tersine çevirecek, her gün biraz daha eksilen hukukun üstünlüğüne inancı yükseltecek, kaybolan ortak ufku, parçalanan “biz” duygusunu güçlendirecek, tüm farklılıkların bir arada ortak yaşama iradesini inşa edecek kurum siyaset. Ancak ne yazık ki bugün siyasete güven, bugünkü siyasi aktörler marifetiyle bugünün yıkımından çıkılacağına dair inanç azalıyor.
O nedenle muhalefetin, özellikle de Altılı Masa'nın öncelikli meselesinin siyasete güveni yeniden inşa etmek olduğunu sürekli yazıyorum. Seçimin “Erdoğan ile karşısındaki” seçimi olmaktan çıkarılması, sürecin iktidara karşı pozisyondan düzene karşı pozisyona göre kurgulanması, aralarındaki ilkesel mutabakatın toplumsallaştırılması gereğine dair bu köşede onlarca yazı yazdım. Ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada hâlâ ve hâlâ kişileri ve adayı konuşmaktan çıkamadık. Seçimlere altı ay kaldığına ve yaşananlara bakınca da başka bir tartışma mümkün görünmüyor artık. Öte yandan iktidarın bir oyun planı, stratejisi var ve bütün düğmelere aynı anda basmış durumda. Ekonomik buhranın, yoksulluğun, keyfiliğin, adaletsizliğin en yoğun olduğu bir zaman aralığında bile siyasi gündemi, hatta Altılı Masa'nın gündemini ve reflekslerini hâlâ iktidar belirliyor. Bu hafta oldukça kritik, yalnızca seçimlere dair değil ülkenin gelecek hayatını kökten etkileyecek iki olay yaşadık. Birisi Ekrem İmamoğlu’na dair hukuk eliyle verilen ama özünde siyasi olan ceza, ikincisi de iktidarın gündeme getirdiği anayasa değişikliği önerisi. Birincisi siyasi aktörlere, ikincisi ise toplumsal yaşama dair geleceğimizi etkileyecek hamleler.
İmamoğlu’na cezanın siyasi olduğu çok açık. Davanın seyri, arada yargıç heyetindeki değişiklikler, davadan alınan bir yargıcın iktidardan gelen ceza talebine dair baskıları itirafı, cezanın süresi, kararın açıklanma biçimi ve saati bile ne denli siyasi mühendislik yapıldığını gösteriyor. Kararın kesinleşme sürecinin nasıl ilerleyeceğini göreceğiz, izleyeceğiz. Kararın etkileyeceği dört siyasi aktör var. Birincisi elbette Erdoğan. Bu kararın Erdoğan’ın bilgisi dışında alındığını düşünmek mümkün değil. Erdoğan’ın siyasi kariyerinin basamaklarına benzetilerek daha büyük bir komplo kurulduğu, İmamoğlu’nun birtakım güçlü aktörlerce geleceğin lideri olmasının planlandığını sanmıyorum. İmamoğlu’nun böylesi komplolar olmadan yaşına, vizyonuna, siyasi kariyerinin gidişatına bakılınca, gelecek yılların önemli bir siyasi aktörü, liderlerinden biri olacağı görülüyor. Ama bu sürecin onu ve Erdoğan’ı aşan aktörlerce planlandığı, yönetildiğine dair hiçbir veri yok. Hele bazılarının iddia ettiği gibi Erdoğan’ın dışında, içeriden Erdoğan’a karşı bir oyun kurulduğunu sanmak da zorlama bana kalırsa.
Erdoğan’ın siyasi kariyerine ve tarzına bakınca, her bir rakibiyle bilek bükünceye, diz çöktürünceye dek mücadele ettiği, o mücadeleden hiç vazgeçmediği, hamlelerinde gerektiğinde tüm koşulları cüretkârca zorladığı görülür. İçeride FETÖ ile askerlerle, dışarıda ABD ile hatta Putin ile ilişkilerine bakınca bile bu karakter gözlenebilir. Erdoğan bu kararla birçok hedefi birden vurmayı amaçlıyor sanki. Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini Binali Yıldırım’ın kaybetmesi olarak görmedi hiç, kendi yenilgisi olarak gördü. Bunu kabullenmedi ve hiç vazgeçmedi. Önce seçimi iptal ettirdi, ikinci kez daha büyük farkla kaybetmesine karşın hemen her gün İmamoğlu’nun yetkilerini sınırlayan müdahaleler ve yasal düzenlemeler yapmaktan vazgeçmedi. İstanbullunun gözüne bakarak şehrin içindeki metronun sembolünü bile değiştirip bakanlık logosuna çevirmekten, yeni taksi plakası meselesini iki yıl boyunca memurları eliyle oyalamaktan kaçınmadı.
Şimdi iki başka hedefi daha var. İstanbul’un mali kaynakları kadar ülkenin ekonomik, siyasi ve entelektüel kapasitesini de seçimler sürecinde kullanmaya, kullanamadığını muhalefete yaramayacak şekilde etkisizleştirmeye yönelmesi beklenebilir. Muhalefete, Altılı Masa'ya yönelik kısmı ise cumhurbaşkanlığı adaylığı meselesinin hem de güçlenerek gündemde kalmasını sağlayarak Altılı Masa'yı ve özellikle de CHP’yi paralize ediyor. CHP ve Altılı Masa adaylık tartışmasından çıkamıyor, kurtulamıyor. Bu da Altılı Masa'nın yazının başında not etmeye çalıştığım asıl yapması gerekenler konusunda zihnini, gündemini, enerjisini kısırlaştırıyor.
Bu kararın hayatına değdiği ikinci siyasi figür elbette İmamoğlu. İmamoğlu’nun heybesindeki en büyük sermayesi Erdoğan’a karşı sekiz puanlık farkla seçim kazanmış olması. Yaşı, vizyonu, siyaset tarzı, kutuplaşmalara yaslanmayan dili ile önemli avantajları var. Öte yandan vizyonunu, ideolojisini, tutum ve davranışlarını görünen görünmeyen çabalarıyla geliştirmeye çalışarak ülkeyi yönetmeye talip olmaya hazırlanıyor. Ama önemli handikabı kariyeri ve hedefleri konusunda iştahlı ve ihtiraslı bir görüntü veriyor olması. Parti örgütünün önemini bilmesi beklenirken partisini aşan iddia sahibi gibi görünmesi. İstanbul’a hizmet fırsatı ile avantajını güçlendirmek yerine kamuoyunun da aceleciliği ve baskısıyla cumhurbaşkanlığı hedefine çok erken yöneldi. Daha sakin, daha serinkanlı bir siyasi kariyer planlaması yerine partisine ve liderine rağmen bu talepten vazgeçmiyor görüntüsü vermekten kaçınmadı. Doğal liderlik kapasite ve maharetini partisinin örgütüyle, İstanbul’a hizmetleriyle güçlendireceğine her şeyin önüne ve hatta karşısına liderliğini koydu gibi bir kanaati kendi elleriyle besledi. Ama verilen mahkeme kararı nasıl kesinleşirse kesinleşsin, süreç ne getirirse getirsin İmamoğlu artık ülke siyasetinde ve geleceğinde önemli bir figür olacaktır.
Bu mahkeme kararının siyasi hayatını etkileyeceği üçüncü kişi Kılıçdaroğlu. Öncelikle meselenin Kılıçdaroğlu’na değen ve algısında, itibarında önemli bir hasar üreten güncel yanı var. Kılıçdaroğlu İmamoğlu’na ceza kararı çıktığında Almanya’daydı. Tıpkı Meclis’te sansür yasası çıkarken ABD’de olduğu gibi. Bu yurt dışı gezileriyle ne amaçladığı konusunda partisini ve kamuoyunu ikna edemediği gibi kendi belediye başkanını en kritik günde yalnız bırakan lider imajı vermiş oldu. Her ne kadar bu yurt dışı gezilere teknoloji ve finansal gelişmeleri izlemek benzeri açıklamalar yapılıyor olsa da bu denli hareketli, ülkelere, ilgili kurumlara ziyaret hevesinin ülkenin içindeki bilim dünyasını, teknoloji dünyasını, entelektüel kapasitesini kapsamadığı kamuoyunun dikkatinden kaçmıyor. Daha vahimi İmamoğlu’nun yanında Akşener dikilirken kendisinin olmamasının verdiği olumsuz fotoğraf ve imaj epey başını ağrıtacaktır. Bu ceza kararı, İmamoğlu’nun karar günü açıklamaları, Saraçhane’de ve ekranlarda görülen toplumsal destek ve tepki, Kılıçdaroğlu’nun adaylık kararını, Altılı Masa'da bu karara dair yapılacak değerlendirmeleri etkileyecektir.
Asıl Kılıçdaroğlu’na etkileyecek unsur ise uzun süredir izlediği hedefler ve politikalar konusunda tartışma ve tereddüt üretecek potansiyeli taşıyor. Kılıçdaroğlu uzun süredir kayda değer biçimde hamleler yaptı, diğer partilere ve toplumsal kümelere açılımlar konusunda samimi gayret sarf etti, Altılı Masa'nın bir araya gelmesinde de yerel seçimlerdeki ittifak konusunda da özverili çabalar gösterdi. Nitekim Altılı Masa'da da liderler seviyesinde önemli bir kişisel güven üretti. Ama süreci aday tartışmasının dışına çıkarabilmek konusunda başarısız oldu. Örgütüyle, kadrolarıyla, yerel seçimlerin ardından kazanan belediye başkanlarıyla, kamuoyunun aday adaylığı yakıştırdığı İmamoğlu ve Yavaş ile ortaklaşa bir süreç ve siyaset yönetimi gösteremedi. İktidarın en büyük silahı olan “kazanımları kaybetme” tehdidine karşı belediye başkanlarının geliştirdiği politikaları, başarıları partisi için bir sıçrama enerjisi olarak göreceği, İmamoğlu ve Yavaş ile daha açık bir iş birliği yapacağı, strateji üreteceği yerde, aralarında rekabet varmış izlenimi yarattı. Sonuçta parti örgütü ‘Aday hangisi olacak’ sorusuna kilitlendi, enerjisini sokaktaki toplumsal muhalefeti örgütlemeye yöneltemedi. Bu eksiklik görüldüğü, bilindiği halde, “Benimle misiniz, değil misiniz” çıkışının yeterli olacağını sandı.
Elektrik faturası ödememe eyleminin kitleselleşmesini istemeyecek denli provokasyonlara dikkatli davranılırken, Suriyelilere dair milliyetçi söylemin üreteceği toplumsal ve siyasal risklerin farkına varılmadı. Çünkü temel eksiklik, büyük strateji yerine taktik adımlarla yürünmesiydi. Şimdi, aday olma arzusu gerçekten çok yüksek olsa da altılı masada da kamuoyunda da önündeki eşiklerin biraz daha güçlenmiş olduğunu söylemek mümkün.
İmamoğlu kararıyla birlikte etkilenecek aktörlerden sonuncusu da Altılı Masa. Altılı Masa'nın önündeki tek handikap bu değil kuşkusuz. Adaylık kararı ve tartışması İmamoğlu’na ceza kararına da bağlı olarak elbette derinlik kazanacak. Ama Altılı Masa'yı asıl ilgilendiren bu haftanın ikinci önemli olayı olan iktidarın anayasa değişikliği teklifi olacak. CHP ekim ayı başında, beklenmedik bir anda, Kılıçdaroğlu’nun inisiyatifiyle, parti içinde, kurullarında tartışmadan başörtüsü ile ilgili bir kanun teklifini Meclis’e sundu. Belki de Kılıçdaroğlu bu teklifi gündeme getirirken kendi partisinden çok Altılı Masa'daki ortaklarının elini rahatlatacağını, önlerini açacağını düşündü. Erdoğan’ın cevabı, seçimlere altı ay kala getirdiği anayasa teklifi oldu. Ama teklif yalnızca başörtüsü meselesine dair değil. Bir de ‘ailenin korunması’na ilişkin bir değişiklik var. Kısaca mesele başörtüsü olmaktan çıktı, özgürlükler ve ahlaki sınırlar tartışmasına geldi. Üstelik iktidarın seçim sürecinde gerilim üreteceği eksenlerden birisinin ahlaki ve dini referanslara dair olacağı önceden de biliniyordu.
Şimdi Altılı Masa bir açmazla karşı karşıya. Seçimlere altı ay kala, üstelik daha iki hafta önce anayasa önerisi açıklamışken, şimdi iktidarın hazırladığı bu teklife nasıl bakacaklar? Bu teklif kendi açıkladıkları anayasa önerisinin neresine denk düşüyor da şimdi bazıları 'evet' diyor? İktidarın bu teklifinin, aralarındaki farklılıkları kaşımak amacı taşıyan bir hamle olduğunu görmüyorlar mı? Özgürlük mü ahlaki sınırlar mı? O ahlaki sınırları kim belirleyecek, o ahlaki sınırlar örneğin yolsuzlukları, küçük çocuk evliliklerini de kapsayacak mı? Bakın, altı yaşında bir kız çocuğunun başına gelenler konusunda bile aynı anda, aynı güç ve kararlılıkla davranılamazken, iktidarla şimdi onun tanımladığı ahlaki sınırlama konusunda bu kadar heveskâr davranmak ya da tuzağa düşmek Altılı Masa'ya ne getirecek? İktidarın bugün ülkeyi sıkıştırdığı zihni çerçevenin dışından siyaset geliştiremeyince, seçmenin yaşadığı ekonomik buhranı dönüp seçmene anlatmayı oy almak için yeterli görünce böyle açmazlara, tuzaklara düşmek kolay hale geliyor.
İşin özü, bu teklif Altılı Masa'nın iktidarın bugün oluşturduğu güvenlikçi, otoriter, ahlakçı zihni çerçevenin ne kadar dışına çıkabileceğini gösterecek. Altılı masadaki partilerin bu yıl Meclis’e verdikleri önergelerin, plan bütçe komisyonunda yaptıkları öneri ve eleştirilerin ne kadarına iktidarın uzlaşmacı davrandığına bakın. İktidar kategorik olarak muhalefetten gelen önerilerin, önergelerin tümünü reddediyor. Böyle bir siyaset ve iktidar anlayışı karşısında, seçimlere altı ay kala ve Altılı Masa bir anayasa önerisi açıklamışken ve o öneride bugün istenen değişiklik yok iken iktidarla uzlaşma mümkün mü? Bu tuhaf durumu altılı masadakiler muhafazakâr seçmene anlatamayacaklar mı? Muhafazakâr seçmenin tek önceliği bu mu? Soruları çoğaltabiliriz elbette. Dokunulmazlıklar, tezkereler meselelerinde olduğu gibi iktidara destek de olabilirler elbette. Ama seçmenin tepkisinin ne olacağını, hâlâ aşılamayan tedirginliğin nasıl umuda çevrileceğini de düşünüyor olduklarını varsayıyorum. Daha da önemlisi Kılıçdaroğlu, İmamoğlu ve Akşener bugünkü handikapları aşabilmek için ne türden yeni bir siyasi marifet gösterecekler, göreceğiz.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı