Yaklaşmakta olan seçimlere dair tüm tartışmalarda konu kaçınılmaz olarak Kürtlerin oyuna geliyor. Herkes elinde kâğıt kalem, hangi olası adayın ne kadar oy alabileceğini hesaplarken, Kürtlerin hangisine daha fazla oy verebileceğini tartışıyor. Bu çok doğal, çünkü seçimlerin sonucunu ve özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunu Kürt oyları belirleyecek.
İki önemli bilgiyi hatırlayalım. Birincisi önümüzdeki seçimlerde 62 milyonu aşkın seçmen oy kullanacak ve kabaca yüzde 20’si yani 12 milyondan fazlası Kürt seçmen olacak. Bu sayılara yurt dışı seçmenler ve başta Suriyeliler olmak üzere vatandaşlığa geçen mülteciler dahil değil. 2018 genel seçimlerinde yine yurt dışı seçmenler hariç 56.3 milyon seçmen vardı. İkinci hatırlamamız gereken bilgi ise, 2018 genel seçimlerinde HDP 5.9 milyon oyla yüzde 11.7 oranına ulaşmıştı.
Kabaca tanımlarsak; CHP ve Ak Parti rekabetinin olduğu kıyılar, Ak Parti’nin neredeyse MHP ile beraber yalnız olduğu İç Anadolu ve Karadeniz, HDP ve Ak Parti rekabetinin yaşandığı Doğu ve Güney Doğu Anadolu olmak üzere karşımızda ekonomik ve sosyolojik bakımdan üç ayrı Türkiye var. Kültürel olarak Muhafazakârlar-Sekülerler-Kürtler şeklinde de tanımlayabileceğimiz üç Türkiye fotoğrafında Kürtler olmadan seçimleri kazanacak oy oranına henüz ne Cumhur İttifakı ne de Millet İttifakı (hatta 6’lı ittifak) ulaşabilmiş değil. En azından kamuoyuna açıklanan anketleri ve bugünkü siyasi tercihleri esas alırsak durum bu. Hâlâ çok yüksek oranlarda seyreden kararsız ve oy kullanmayacak seçmenlerde görülebilecek büyük kaymaların bir ittifakı öne geçirme olasılığı elbette var ama bugün henüz anketlerde böyle bir belirti gözlenmiyor.
Bu durum içinde elbette hemen HDP tercihi ve HDP’nin hangi ittifaka dahil olup olmayacağı bahsi önem kazanıyorsa da HDP de tek başına Kürtleri temsil etmiyor. Kürtler yalnızca HDP’ye oy vermediği gibi HDP seçmeni de yalnızca Kürtlerden oluşmuyor. Hiçbir partinin seçmeni monolitik olmadığı gibi HDP seçmeni de monolitik değil. 2018 seçimlerindeki yüzde 11.7 oyun bir kısmının HDP’nin barajı geçebilmesi için Türklerden gelen emanet oy olduğu gibi bir efsane olsa da bu doğru değil. 2018 HDP oyu içinde Türkler de var ama bu oran yüzde 11.7 içindeki 2 puanın altında ve bunun dörtte üçü de bilerek, isteyerek HDP için verilen oy, emanet oy değil.
Öncelikle şunu not etmek gerek, partisine sadakati en yüksek seçmen kümesi HDP’de. O nedenle HDP oy oranının en azından yüzde 12 üzerinde olacağını bugünden söylemek mümkün. Kaldı ki demografik değişim de HDP lehine işaretler veriyor.
Yüksek Seçim Kurulu seçmen sayılarını henüz ilan etmediği için TÜİK nüfus istatistiklerinden hesaplayabildiğimiz kadarıyla, önümüzdeki seçimlerde yurt içi seçmen sayısı 6 milyon yeni seçmen eklenmesiyle 2018’deki 56 milyondan 62 milyona yükselecek. Kabaca bugün oy kullanacak 100 seçmenin 11’i ilk kez önümüzdeki genel seçimlerde oy kullanacak. Yine TÜİK verilerinden baktığımızda her bir ilde bu oran değişiyor. Özellikle Kürt nüfusun fazla ve HDP’nin yüzde 20’den fazla oy oranına ulaştığı 16 ilde bu oranlar daha da yüksek. Çünkü Türklerin nüfusu içindeki yetişkin ve çocuk nüfus oranlarıyla Kürtlerinki farklı. Örneğin Şırnak’ta yüzde 19, Siirt ve Hakkari’de yüzde 18, Ağrı, Muş ve Urfa’da yüzde 17, Batman, Bitlis ve Van’da yüzde 16, Diyarbakır ve Mardin’de yüzde 15, Iğdır ve Kars’ta yüzde 14 oranında genç seçmen ilk kez oy kullanacak. Halbuki, örneğin ilk kez oy kullanacak seçmen oranları İzmir’de yüzde 8, Bursa’da yüzde 9, İstanbul’da yüzde 10 mertebelerinde. Eğer Kürtlerdeki oy davranışı aynen devam ederse ve yeni seçmenlerde de tercihler buna paralel gelişirse HDP oyunun bir iki puan daha artabileceğini bekleyebiliriz.
Bu noktada şunu da not etmeliyim. Kürt meselesine değen konular hariç Türk ve Kürt gençlerinin ihtiyaçlarında, taleplerinde, umutlarında, korkularında, beklentilerde çok özel farklılaşmalardan söz etmek mümkün değil. Yaşanan şiddetin, can kayıplarının, bizatihi haneye, aileye, tanış olanlara değen deneyimlerin ürettiği duygular elbette farklılaşsa da hayattan beklentiler ve umutlar esas itibarıyla benzer. Hatta Kürtlerin kimlik ve tanınma talebiyle Türklerin güvenlik talebine değen konular dışında Türkler ve Kürtlerin hayattan beklentileri arasında da farklılık yok.
Ama önceki veya yeni Kürt seçmendeki oy davranışı aynen sürecek mi sorusu geçerli bir soru elbette. Çünkü Kürt seçmen de ülkenin tüm demografik veya sosyolojik kümelerinde olduğu gibi değişiyor. Ülkenin yaşadığı gecikmiş modernleşme sürecinin sonuçları, arazları, sorunları da aynen yaşanıyor, yalnızca Kürtler bu süreçleri bir adım geriden yaşıyor.
Tüm ülkede olduğundan daha hızlı biçimde Kürtler de kentleşiyor ve metropolleşiyor. KONDA Veri Ambarı verilerine göre 2010’da Kürtlerin yüzde 27’si 2 bin altı nüfuslu yerlerde yaşarken 2021’de yüzde 6’ya gerilemiş. Kentli Kürt oranı 2010’da yüzde 32 iken 2021’de yüzde 45’e, metropollü Kürt oranı yüzde 40’tan yüzde 45’e yükselmiş. Kürtler de hızla göç ediyor. Kürt nüfusun beşte üçü kendi kentlerinde, metropollerinde ama beşte ikisi de başta İstanbul olmak üzere ülkenin metropollerinde.
Eğitim seviyeleri üzerinden baktığımızda 2010’da yüzde 20 Kürt okuryazar değilken 2021’de yüzde 12’ye, ilkokul mezunları yüzde 35 iken yüzde 21’e gerilemiş. Ortaokul mezunu Kürt yüzde 15’ten yüzde 19’a, lise mezunu yüzde 17’den yüzde 27’ye, üniversite mezunları yüzde 5’ten yüzde 13’e yükselmiş.
İstanbul ve İzmir gibi Kürt nüfusun yoğun olduğu yerlere ilave olarak Diyarbakır, Mardin, Urfa ve Van da metropolleşiyor. Metropollü hayatın gündelik ritmi, ekonomik koşulları, yaygın coğrafya ve apartmanlaşma, hane içindeki kişi sayısı, ekonomik değişim gibi birçok dinamiğin ve sürecin sonunda Kürtlere dair bazı efsaneler de değişiyor. Aşiret reisinin veya tarikat şeyhinin dediğini yapan Kürtler yok oluyor giderek, beşik kertmesi de. Töreler, ananeler köylerde, romanlarda, filmlerde kalıyor.
Doğal olarak sosyolojik değişime siyasal değişim eşlik ediyor. Fakat Kürt meselesi gibi kadim bir mesele hâlâ sürüyor olduğu için, kimlik talebi önde ve baskın olduğu için siyasal davranış biraz daha farklı bir süreçle yürüyor.
Tarihsel olarak Kürtlerin bir kısmı hep egemenlere, padişaha, devlete, düzene daha yakın durmuş, bir kısmı da muhalif. Düzene yakın duranlar düzenin nimetlerinden faydalanmış, zamanın partileri içinde siyasal yer ve temsilcileri olmuş. Nitekim Türklerdeki “her makama gelebildiler ya” kanaatini güçlendiren de Adalet Partisi, CHP, ANAP gibi partiler içinde yer bulmuş, Kürt kimliğini öne çıkarmadan davranan siyasi figürler.
Kültürel olarak Kürt kimliğini öne çıkaranlar ile Müslüman kimliğini öne çıkaranlar gibi bir ayrım yapmak da mümkün. Benzer biçimde hayat tarzları bakımından muhafazakâr ile seküler ayrımı da yapılabilir. Bir bakıma tarihsel pozisyonlar ile kimlikler ve hayat tarzları birbirini etkileyerek bir siyasal davranış ve bu davranışı besleyen sosyolojik kümelenme oluşmuş. Düzene yakın, Müslüman ve dindar kimliği önde ve muhafazakâr hayat tarzında olanlar zamanın düzen partilerine oy vermişler. Düzene muhalif olan, Kürt kimliğini önde düşünen, seküler hayat tarzında olanlar da HDP ve öncüsü partilere oy vermişler. Kendi partileriyle seçime giremedikleri zamanlarda da bağımsız adaylar yoluyla bir biçimde ülke siyaseti içinde var olmuşlar. Ak Partili dönemlerde de böyle oldu.
Bir zamanlar Ak Parti kendisini “Kürtlerin partisi benim” diye tanımlayabiliyordu. Nitekim 2002’den beri Kürtlerin kabaca yüzde 90’ının partisi Ak Parti ve zamanın BDP’si, şimdi de HDP oldu.
Ama AK Partili yirmi yılda çok şey değişti. Her şeyden önce iki açılım süreci yaşandı. Açılım süreçleri için Ak Parti’ye güç ve cesaret veren unsur Kürt seçmenin oy verdiği iki partiden birisi olmasıydı. Hatta bir süre Kürtlerin en çok oy verdiği parti de Ak Parti idi. Ne yazık ki iki açılım sürecinin sonu hüsranla bitti. Açılım süreçleri ile Kuzey Irak, Suriye’de yaşanan iç savaş, bölgesel ve küresel dinamikler doğal olarak Kürtlerin siyasal davranışlarını doğrudan etkiledi. Aynı zaman aralığında Ak Parti’nin de devletin de Kürtlere, meseleye, bölgeye bakışı değişti.
Özellikle Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumunun ve Kuzey Suriye’de yaşananların, iktidarın tercih ettiği ve kuvvetli biçimde uygulamaya koyduğu güvenlik politikaları, kayyım atamaları, HDP’yi kriminalize etme politikalarının Kürtlerde bir duygusal ve siyasal kırılma yarattığını gözlemlemek mümkün.
Genel seçimlerin ardından KONDA’nın yayınladığı seçimin sayısal analizleri raporlarından özetleyerek söylersek 2011 seçimlerinde her 100 Kürt seçmenin 52’si Ak Parti’ye, 35’i bağımsız adaylar yoluyla seçimlere katılan BDP’ye oy vermişti. 2015 seçimlerinde ise bu oran tersine döndü, her 100 seçmenin 65’i HDP’ye, 27’si Ak Parti’ye oy verdi.
Muhafazakâr, dindar, düzene yakın duran Kürtler hayat tarzlarını değiştirdikleri için değil, HDP’nin ekoloji politikalarını ya da adaylarını onayladıkları için değil hele PKK’yı destekledikleri için değil ama Kürt kimliğinden siyasi tercih oluşturdukları için bu değişim yaşandı. Bir bakıma kimlik talebi, tanınma talebi her şeyin önüne geçti ve tüm Kürtlerin talebi oldu.
Bugün hâlâ süren Kürtlerin siyasi temsilcilerine baskı politikaları, kayyım atamaları, terör tanımını genişleterek güvenlik politikalarının bölgede uygulanış biçimleri gibi bir dizi iktidar politikaları Kürtler’in yeniden eskiden olduğu oranlarda Ak Parti’ye dönüşlerini imkansız kılacak seviyeye gelmiş durumda.
Hâlâ Kürtlerin ikinci partisi olsa da artık Ak Parti Kürtlerin büyük çoğunluğunun güvenini kaybetmiş durumda. O nedenle varsayımsal olarak yeni bir açılım süreci bile inandırıcı olmayacaktır. Kaldı ki iktidarın da böyle bir niyeti olduğunu söylemek zor. Hatta yeni bir İmralı mektubu gibi fırsatçı siyasi hamlelerin bile karşılığı olduğunu sanmıyorum.
Buna karşılık Kürtlerin henüz CHP’ye oy vermeye yatkın olduklarını söylemek de mümkün değil. Kürtlerin bunca siyasal deneyimleriyle aynı zamanda politik bilinci ve bilgisi de oldukça güçlü. İki ziyaret, bir vaatle gönüllerini almak da mümkün değil. Muhalefetin ya da 6’lı ittifakın herhangi birinin Kürtlerin gönlünü kazandığına, önemli oranda oy alacağına dair bir işaret henüz yok. İzliyorlar, dinliyorlar ama henüz yeni bir sese, yüze döndüklerine, siyasi tercihlerini değiştirdiklerine dair bir kanaat yok. Her gelen siyasetçiye ilgi gösteriyor, anlamaya çalışıyor olabilirler ama gönül düşürmüş değiller.
Ama gidişata oldukça güçlü bir itirazları olduğu açık. O nedenle muhalefetin Kürtlerin dertlerine, ihtiyaç ve taleplerine ne cevap vereceğine daha fazla dikkat ediyorlar. Mahcup bir dil ve vaatlerle konuşanlarla samimi, sahici biçimde varlıklarını, taleplerini anlayanı ve cevap üreteni ayırmaya çalışıyorlar.
Öte yandan iktidarın tüm bu değişimleri gördüğünü sanmıyorum. Öyleyken küresel ve bölgesel dinamikleri anlamlandırdıkları pencereden tercih edilen güvenlik politikalarından vazgeçilmeyeceğini öngörebiliriz. Belki HDP kapatılabilir de. Kürtler yalnızca HDP veya bir başkasının işaretine göre değil kendi ihtiyaç ve talepleri üzerinden oy verecekler ve öncelikle kimliklerinin tanınması, saygı duyulması arzusuyla oy verecekler. HDP’nin kapatılması durumunda belki bir kısmı da seçimi boykot edecek. Ama sonuçta gidişata itirazları seçimlerdeki oylarında belirleyici olacak.
Bekir Ağırdır'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı