Herkes Gezi Parkı direnişinin siyasi sonuçlarını merak ediyor. Temel soru şu, Ak Parti’nin oy orana iner mi? Kaça iner?
Bu soru eminim sizin de merakınızı gıdıklıyor. O zaman ben size bir soru sorayım: Niçin başka bir partinin oyunun bu direniş sonrası kaça çıktığını merak etmiyoruz?
Hemen herkes aslında cevabı biliyor. O nedenle bu sürecin asıl etkisi bu türden siyasi sonuçlar üretmesi olmayacak. Sürecin asıl etkisi genel olarak siyaset zemininde, siyaset tarzında ve zihniyetlerde olacak bana kalırsa.
Geriden bir örnek, 68 gençlik hareketi. O hareketin başlatanları ve liderlerinin başarısı o yıl içinde ülkelerinde iktidar değiştirmeleri olmadı esas itibariyle. Ama batı dünyasının demokrasi anlayışını ve siyaset tarzına kalıcı etkileri oldu. O hareketin ürettiği enerji, temsili demokrasinin katılımcı demokrasiye dönüşmesinde, insan hakları kavramının hayatın vazgeçilmezleri arasına girişinde, ulus devletlerin demokratikleşmesinde kalıcı zihni değişimler yarattı.
Gezi Parkı direnişinin çekirdeğindeki gençler, kadınlar, insanlar ve başlangıç motivasyonu tam da böylesi zihni kırılmalar yaratacak.
Direniş öncesindeki siyasi kutuplaşmanın iki ucunun silahşorlarının on gündür karşılıklı provokasyon ve manipülasyon çabalarına bakmayın siz. “Doğru yapılanı”, “yanlış yapılanı” tartışalım ama “bilerek yanlış yapılanları” hayata havale edelim. Bilerek yanlış yapanlar meseleyi “ya diz çökmek ya da rest çekmek” noktasına getirmeye çalışıyorlar. Eğer bu ikileme teslim olursak bulunduğumuz noktadan çıkış olmayacağını da bilelim.
O nedenle Başbakan ve Gezi Parkı direnişçileri dahil herkes bir gece susmalı. Herkes bir gece kendisiyle, kendi yandaşlarıyla konuşmalı ve düşünmeli. Ve bir gece Başbakan dahil herkes empati yapmaya çalışmalı.
Başbakan’ın kızı başı örtülü diye bu ülkede okula sokulmadı. Başörtülü binlerce kızı okullara sokmayanlar bununla da yetinmedi. Kızların, birilerinin manipülasyonuyla, siyasi komplolarıyla, hatta paralar alarak örtündüklerini savundular. O gecelerde Başbakan bir baba olarak neler hissetti acaba? Üstelik bu saçma sapan teorilere inananların bir kısmı bugün meydanlarda. Ve kendileri ve de çocukları aynen o günlerin dili ve argümanlarıyla suçlanıyorlar, o günlerin hayal kırıklığını ve öfkesini yaşayan bir baba olan Başbakan tarafından.
Başbakan’ın partisi 2007 ve 2011’de yüzde elliler dolayında oy aldı. O günlerde ve hala da Ak Parti’ye oy verenler “göbeğini kaşıyan adamlar”, “cahil köylüler”, “kömür torbalarına oy verenler” olarak suçlandılar. Ak Parti ve Başbakan başka ülkelerin komploları, seçime müdahaleleriyle iktidar olmakla suçlandı. Suçlayanların bir kısmı da bugün meydanlarda. O günlerde neleri başardığının görülmediğine inanan Başbakan’ın hayal kırıklığı ve öfkesi eminim hatırındadır. Hatta hala da bu suçlamalar sürdüğüne göre bu duyguları bugünde yaşıyordur. Şimdi aynı Başbakan, meydandakileri komploların oyuncağı olmakla suçluyor.
Başbakan da Ak Partililer de meydandakiler de bu garabeti bir gece olsun hatırlamalı. Bu hatırlama belki de empati ve giderek diyalog kurmayı sağlayacaktır.
Ne o günlerin baş örtülüleri ne bugünün Gezi Parkı direnişçileri ne de o günün ve bugünün seçmen kitleleri bunu hak ediyor.
Bu ülke son bir buçuk yılda bile çok önemli iki deneyim yaşadı. Birisi başarı hikayesi birisi başarısızlık.
Otuz beş yıldır süren ve kökleri daha derin olan Kürt meselesinde ilk kez bu Başbakan meselenin gerçek taraflarını sürece dahil ettiği için çözüm için umutluyuz. Gezi Parkı direnişi başlayana dek beş aydır toplumun beklentisi ve umutlanışı gün be gün artıyordu. Çatışmalar da tüm provokasyon ve manipülasyonlara karşın durmuştu. Gelinen bu nokta bile başarı hikayesinin ön şartının ne olduğunu söylüyor.
Bir de başarısızlık hikayemiz var. Anayasa Uzlaşma Komisyonu kuruldu, yeni anayasa süreci tanımlandı ve talepler toplandı. Ama bugün hala somut bir ilerleme sağlayabilmiş gibi görünmüyor ve hepimiz yeni anayasadan umutsuzuz. Çünkü hiçbir parti toplanan o talepleri değerlendirip kendi pozisyonlarını o taleplere göre düzenlemedi. Her bir partinin başlangıçtaki ezberi, kırmızı çizgileri neyse halen de o. Halkın ve sivil toplum örgütlerinin neyi talep ettiklerini anlamaya çalışsalar ve kendi pozisyonlarını ayarlasalardı yeni anayasada uzlaşma alanı daha genişti halbuki.
Hala içinde yaşadığımız bu iki hikaye bile ne yapılması gerektiğini herkese göstermiyor mu?