Son cümle olarak söylemem gereken kanaatimi baştan söyleyeyim süreç ne olursa olsun artık sürecektir.
Eğer süreç tanımınız yalnızca PKK’nın vazgeçmesi ve çatışmaların durması ise başka. Yok, eğer süreç tanımınız devletin, yönetimin ve toplumun demokratikleşmesi ve barışın inşası ise başka sonuca varırsınız.
Nitekim bugünkü sürçmelerin nedeni ya da yavaş gidiyoruz izlenimini yaratan şey aktörlerdeki bu yanlış tanımlamadır.
Bugün geldiği nokta itibariyle Kürt meselesi olarak adlandırdığımız mesele bu ülke için artık yalnızca “Kürtlere dair” ve “Kürtlerden ibaret” bir mesele değildir. Tüm ülkenin, hepimizin hayatına dair bir meseledir.
İkincisi yine Kürt meselesi yalnızca terör, çatışma gibi kavramlarla koşulma zamanını geçirmiştir. Baştan beri de böyleydi aslında. Yıllardır çözülememesinin nedeni de bu yanlış tanımlamadır. Belki birkaç yıl öncesine kadar meselenin bu iki boyutunu ayırarak çözebilirdik. Ama bugün şu gerçekliği kabul etmeliyiz ki meselenin bu iki boyutunu ayrıştırmak artık mümkün değildir.
Veri hal, Kürt meselesinin baş aktörlerinden birisi PKK’dır ama mesele bunu da aşmış kapsamda ve aktör-katman-boyut-eksen çeşitliliğindedir.
O zaman bu karmaşıklaşmış gibi görünen mesele yalnızca karşı taraftaki aktörün ne yapacağına göre kurgulanamaz. Artık tüm aktörler ve dinamikler kontrolünüzde olmadığına göre yapılacak şey ideal çözüm için kendi yapmanız gerekenleri bir an önce yapmaktır.
Bu da devletin, yönetimin ve toplumun demokratikleşmesidir. Bu ise zihniyetin, kurumların ve kuralların değişmesi sürecidir. Benim anladığım, analiz etmeye ve öneriler yapmaya çalıştığım süreç de budur.
Kurum ve kural değişikliklerini yavaş bir tempoyla yapsak da, yapmamız gerekenleri güncel siyasetin gerilimlerine ve geleneksel siyasi zihniyetlere rehin vererek ertelesek de toplumda zihniyet değişimi sanılandan çok daha hızlı ve yoğundur. KONDA araştırmalarına göre anadilde eğitim hakkını kabul edenler iki yıl önce dörtte bir iken bugün yüzde kırk beşlere gelmiştir.
Toplumda Kürt meselesine dair genel eğilim hem olumlu kanaatin hem de olumsuz kanaatin aynı anda beraberce büyümesidir. Yani gri alan küçülmekte, görüşler iki uca doğru kristalize olmaktadır. Bu denli yoğun tartışma ortamının sonucunun böyle olması doğaldır da. Hem umutlar ve olumlu görüşler, hem de karamsarlık, korkular ve olumsuz görüşler çoğalmaktadır. İkircikli ruh hali ve tutumları besleyen, çoğaltan ve meşrulaştıran zemin budur.
Bu eğilimin tek nedeni Kürt meselesi dinamikleri değil üstelik. Aynı zamanda ülkedeki siyasi kutuplaşma ve gerilimler de Kürt meselesine dair tartışmaları etkilemektedir.
Artık siyasetin kurum ve kural değişiklikleri için toplumun önüne bir hedefler manzumesi, vizyonu koymasının zamanıdır. Sürecin en önemli eksiği hala topluma barışın ve demokratikleşmenin vaatlerinin tam olarak anlatılamamasıdır. Süreç soyut söylemlerle sürdürülmeye çalışıldığı için karşı görüştekilerin olumsuz tutumları gelişmekte, “bilerek” yanlış yapanlara alan ve fırsat açılmaktadır.
İki yıl süren anayasa çalışmaları ve tartışmaları, üç yıldır süren açılım süreçleri ve tartışmaları toplumsal beklentileri de geri dönülemez bir yere getirmiştir. Gelinen yer aktörlere bir bakıma mecburiyetçilik dayatmaktadır. O nedenle ne olursa, olsun süreç sürecektir.
Barışı inşa etmemiz gerektiğine inanan, ülkenin geleceğine müdahil olmak isteyen herkesin yapması gereken şey öncelikle ikircikli halden ve dilden kurtulmaktır. İkincisi aktörleri ve zeminleri çeşitlendirmektir.
Üçüncüsü de dünü değil yarını ve vaatleri konuşmaktır. Tüm bunları yapabilmenin zemini ise tüm ikircikliliğe ve umutsuzluğa karşın yeni anayasa tartışmalarını diri tutmaktır. Medya ve kanaat önderlerindeki “artık seçimler geldi, anayasa yapılamaz” inancının aksine, her yerde ve her zeminde yeni anayasayı tartışmanın, devletin-yönetimin demokratikleşmesini savunmanın tam zamanıdır.