Taksim’de ne oldu? Gezi Parkını koruma amaçlı, Taksim Platformu etrafında uzun zamandır çok az sayıdaki kararlı ve dirençli insanın yürüttüğü eylem, nasıl oldu da bir kitle hareketine dönüştü? Geçtiğimiz beş günlük süreç birçok şehir efsanesini de yerle bir etti.
En yaygın, kabullenilmesi en kolay efsaneydi bugünün gençliğinin apolitik olduğu. Zaman ve mekandan bağımsız, ritmi hızlanmış yeni gündelik hayatı anlamaya çalışmadan herkes bu efsaneye sarıldı. Örgüt, hiyerarşi, örgüt disiplini gibi kavramlarla büyümüş ve yaşamış kuşakların anladığı siyaset yapma tarzı bugüne uygun değil. Şube binalarına sıkıştırılmış hayatı, ne slogan atacağını, ne yapacağını hiyerarşi içinde büyüklerin kararlaştırdığı eylemleriyle geleneksel politikada ısrar etmek asıl bugünün apolitikliğiydi. Sonu gelmez toplantılar, uzlaşmanın değil uzlaşmazlığın hedeflendiği tartışmalar, muhalefet ettiği devletten geri kalmayan tek tipçilik bugünün gençlerine göre olmadı hiçbir zaman. Ama değişeni anlamak yerine apolitik gençlik efsanesi herkesin kolayına geldi.
Giderek büyüyen direniş sırasında ve olaylar bittiğinde sokaklar, meydanlar gençliğindi. Doğrudan bir örgütlenmeye ait olmadan anlık sokak örgütlenmeleriyle, tüm farklılıklarıyla, tüm yaşam sevinçleriyle gençlerin ve kadınların eylemi ve direnişiydi olanlar. En sert polis müdahalelerinin olduğu sırada bile gençler ve kadınlar en öndeydi.
Gençlerin ve kadınların politika yapmaktan anladıklarının önceki tanımlara uymadığı da böylece anlaşılmış oldu. Onlar “feda kültürüyle” ve “söze dayalı” politika yapmak yerine, “haz alarak” ve “eylemlilik” içinde bir başka tarzdan politika yapıyorlar.
Yukarıdaki gözlemimi teyit eden bir başka şey Taksim’de spor takımları taraftar gruplarının varlığı ve yaptıklarıydı. Benim kuşağımın yaygın tekerlemesiydi “ne sağcı ne solcu, futbolcudur futbolcu” sözü. Ülkenin en fanatik taraftar gruplarının tümü sokaklarda ve meydanlardaydı. Yeni kentli gündelik hayatın önemlice aidiyetlerinden birisi olan “taraftarlığı” apolitiklik ve yalnızca futbol muhabbetinden ibaret sanan efsane de yerle bir oldu.
Yeni gündelik hayatın aidiyetlerinin, siyaset tanımının, siyaset yapma tarzının ne denli bildiklerimizden farklı olduğu ortaya çıktı.
Bu sivil başarı hikayesinin tohumlarını Taksim Platformu ekti. Taksim Platformu farklı siyasi geleneklerden gelseler de bir mesele etrafında nasıl birlik olunabileceğini gösterdi. Taksim Platformu siyasetlerin ittifak görüşmeleriyle oluşmadı. Gerçekten Gezi Parkı ve Taksim için dertlenenlerin bu dertle baş edebilmelerinin yolunu bulmak için oluştu. Gerek oluşumuyla, gerek aylardır gösterdiği kararlılık ve dirençliliğiyle, gerekse de seçtiği eylem biçimlerindeki çeşitlilik zenginliğiyle, sabırla ve umutla çalıştılar. Onların direngenliği ve çoğulculuğu her gün geniş kitlelere bulaştı.
Önce Gezi Parkını korumak şeklinde başlayan eylem, üçüncü gün polis şiddetine tepkiye ve dördüncü gün hayatı ve özgürlükleri koruma eylemine dönüştü.
Eğer eski bildik siyaset tarzıyla ve bir örgütün yönettiği eylemler olsaydı söz konusu olan bugün bu noktada olunamayacağı açık.
Statükonun askerlerinin, provakatörlerin, başarıyı sahiplenmeye çalışan “liken ve kimliksiz” ama kendini sol sanan siyasetlerin çabalarına karşı binlerce genç, kadın ve insan kendi hayat tarzı ve özgürlük alanı üzerindeki tehdit algısına başkaldırdı. Ama kimsenin kuyruğuna da takılmadı.
Cumhuriyet mitinglerindeki gibi geniş kitleleri manipüle edebileceklerini sananlar da yanıldıklarını ve hala ne olup bittiğini anlayamadıklarını yakın zamanda görecekler.
Uzun süredir direnin küçük grubun başından beri yanındaydı Sırrı Süreyya Önder. Partisi ve örgütü adına değil, Gezi Parkı ve Taksim adına, İstanbul’un bir milletvekili olarak oradaydı. Bir tek gün, başkalarının yaptığı gibi partisi adına Gezi Parkında ve Taksimde nutuk atmadı. Partisi adına değil, Taksim ve İstanbul adına konuştu ve en önde direndi. Başarıyı da partisine yazmaya kalkışmadı.
Bu ülkede yeni bir siyasi muhalefet örgütlenecekse bu çevre hareketinden ve çevreye dair meselelerden toplumsal taban bulabilir. Bu toplumun çevre bilinci ve farkındalığı sanılandan daha yüksek. Daha bir kuşak içinde derelerin, nehirlerin yok olduğunu görmüş toplumun belleğinde çevreye dair olumsuz deneyimler çok diri. Toplumun ihtiyaç ve taleplerinden beslenen, toplumun çevre duyarlılığından hareketle yeni bir vaat ve ütopya üretmeyi başarabilecek bir hareket yaşam şansı bulacak.
Ak Parti ise yıllardır büyüme fetişizminin arkasına saklanarak çevre meselesini küçümsüyor. Toplumun örgütlenme hünerindeki eksikliğe ve muhaliflerinin de beceriksizliğine yaslanarak bazı hatalarını sürdürebileceğini umuyor.
Güçlü ekonomi, güçlü devlet, güçlü asker, güçlü polis ve dindar toplum idealini tüm tabanının desteklediğini sanıyor. Kendi tabanından güç alarak da özgürlük yerine güvenlik, demokrasi yerine çoğunluğun değerlerini geçerli kılabileceğini sanıyor.
Daha da önemlisi Ak Parti varlığına itiraz edenler ile politikalarına karşı çıkanları aynı damardan beslenen ve aynı derdi olan insanlar sanıyor. Üstelik bu kategoriye koyduğu milyonları rakibi sanıyor ve hala “onlar şu kadar ben de meydana bu kadar insan dikebilirim” diyebiliyor.
Taksimi AVM’ler ve rezidanslarla soylulaştırırken, genel ahlak kuralları bahanesiyle özgürlük alanlarını ve hayat tarzlarını da disiplin altına alabileceğini sanıyor.
Öte yandan da Ak Parti de diğer partiler kadar Taksim’de ne olup bittiğini anlamlandıramıyor. “Samimi vatandaşları ayrı tutuyoruz ama…” diye başlayan cümlelerle Başbakan da, Belediye Başkanı da, Vali de farklı bir şey olduğunu görmüş olsa da hala anlamlandıramamış olduklarını açık ediyor.
Malum gruplar, Ergenekoncu zihniyetin manipülasyonları elbette bolca vardı Taksim’de. Ama bu beş güne damgasını vuran belirleyici karakter bunlar değildi. Öyle olmadığını muhalefet partileri, statükonun askerleri kadar hükümet de anlayacak.
Remziye hayatı boyunca düzene muhalif olmuş, bu uğurda sessizce, elinden geldiğince mücadele etmiş bir genç kardeşim, KONDA ailesinin bir ferdiydi. Ülkenin ve dünyanın tüm doktorları iğrenç bir hastalığın pençesinde ölüme gitmekte olduğunu söyledikleri günden sonra bile direndi. Daha birkaç hafta önce KONDA’nın minik balkonuna çiçekler dikerken de günleri geri saymakta olduğunu biliyordu. Tedavisi sırasında karıma emanet ettiği orkidesini geri istedi. Orkidesi yanındayken ölmeye yattı. Son güne kadar, kendisi gibi olan dostları, gösterdikleri dayanışmacılıkla, hep beraber, başka türden yaşamların da kurulabileceğini öğrettiler bize. Şimdi hepimiz Remziye’siz kaldık. Işıklar, orkideler ve çiçekler içinde yat sevgili kardeşim.