"Benim dikkatimi çeken şey; Cumhuriyetçi Parti'nin ulusal kongresini izliyorum ve sürekli korku tellallığı yapıyorlar. Donald Trump ve diğerleri korku tellallığı yaparken; ölenler biziz, vurulanlar biziz, belli toplulukların içinde yaşamasına izin verilmeyenler biziz. Asıldık, vurulduk ve onlardan duyduğumuz tek şey korku. Biz bu ülkeyi sevmeye devam ederken, bu ülke bizi sevmiyor. Bu bana inanılmaz geliyor. Bu gerçekten çok üzücü."
-Doc Rivers, Los Angeles Clippers Baş Antrenörü
26 Ağustos 2020 Çarşamba. NBA bubble'ı[1] Orlando'da devam ediyor. Normal sezon bitmiş ve tüm izleyiciler ve sporcuların sabırsızlıkla beklediği play-off mücadelesine geçilmiş. Rakipleri Orlando Magic dahil herkes, Milwaukee Bucks takımının Doğu Konferansı ilk tur serisinin beşinci maçına çıkmaya hazırlandığını düşünürken, Milwaukee Bucks oyuncuları maça çıkmayı reddediyor.
Maçtan bir gün önce, Milwaukee guard'ı George Hill, USA Today gazetesinden Jeff Zillgitt'e verdiği demeçte şöyle diyor:
"Dürüst olmak gerekirse bu lanet yere (NBA Bubble'ı) gelmemeliydik bile. Buraya gelmemiz, tüm odaklanılması gereken olayları ikinci plana itti. Ama olan oldu ve artık buradayız. Buradan yapabileceğimiz hiçbir şey yok, ama buradaki işimiz bitince kesinlikle bazı şeylerin yapılması gerektiğini düşünüyorum."
ABD halkının büyük bir kısmı gibi, NBA oyuncularının da öfkesi, 25 Mayıs tarihinde Minneapolis'te George Floyd adlı siyahi bir kişinin polis tarafından zalimce öldürülmesiyle başladı. Pek çok NBA oyuncusu, ABD'nin tamamına yayılan protesto gösterilerinde yer aldı, hatta bir kısmı gösterilere liderlik etti.
Aslında George Hill'in endişelerinin benzerini, NBA pandemi arası sonrası yeniden başlamadan önce bazı oyuncular dile getirmişti. Brooklyn Nets guard'ı Kyrie Irving, basketbolun dönüşünün gündemi ırkçılık karşıtı hareketten uzaklaştıracağı konusunda endişeliydi. Los Angeles Clippers guard'ı Lou Williams ise NBA'in geri dönüşünü iyi düşünmeleri gerektiğini söylüyordu. Williams'a göre eğer insanlar protestolara katılmak yerine NBA maçlarını izlemeyi tercih edeceklerse, ligin hiç başlamaması çok daha yerinde bir karar olacaktı. Oyuncuların bir kısmı NBA'in yeniden başlamasına kuşkuyla baksa da, çoğunluğu bu kararı destekledi. Bunda, hem NBA ve takım yönetimlerinin oyunculara verdiği destek, hem de oyuncuların bulundukları konumu bir platform olarak kullanabilecekleri düşüncesi etkili oldu. NBA yönetimi, maçların oynanacağı salonlara "Black Lives Matter"[2] yazıları koyarken oyuncuların da formalarında bazı mesajları taşımalarına izin verdi. Fakat bu mesajlar önce NBA yönetiminden onay almalıydı. Sonuç olarak NBA yönetimi tarafından 29 farklı mesaja izin çıktı.[3]
Toronto Raptors guard'ı Norman Powell, kendine bu 29 mesajdan farklı bir mesaj seçmişti: "Am I Next?" (Sıradaki Ben Miyim?). Hiçbir siyah insanın hayatının güvencede olmadığını anlatan bu vurucu mesaj, NBA yönetiminin sansürüne uğradı. Powell, bu karara tepki gösterirken, NBA'in kalıplaşmış sloganlarını kullanmak istemediğini ve kendini sınırlandırılmış hissettiğini söylese de, formasına "Black Lives Matter" yazdırarak maçlara çıktı.
Aslında Powell'ın yaşadığı bu hayal kırıklığı bile sistemik ırkçılığa karşı mücadelenin sistem içinde verilemeyeceğini gösteriyor. Üstelik NBA, ifade özgürlüğü konusunda dünyanın diğer tüm spor organizasyonlarına örnek teşkil etmesi gereken bir lig olduğu halde. NBA yönetimi gerek oyuncu gerek diğer personeli özelinde ifade özgürlüğünü sonuna kadar destekliyor. LeBron James, Gregg Popovich ve Steve Kerr gibi ligin önde gelen isimleri sosyal ve siyasi meselelerde son derece aktif. Hatta bu isimlerin ABD Başkanı Donald Trump'u da sertçe eleştirdiğini sıklıkla görüyoruz. NBA yönetimi, personelinin kendini ifade etmesini destekliyor çünkü paydaşlarını mutlu etmenin ligin çıkarına olacağını biliyor.
NBA oyuncularının ırkçılığa karşı özellikle seslerini yükseltmelerinin temel bir nedeni var. Ligde oynayan oyuncuların yüzde 80'inden fazlası siyahi oyunculardan oluşuyor. Durum buyken, NBA'in ırkçılığa karşı ortak bir tutum sergilemesi kaçınılmaz hale geliyor. Lig yönetimi, ifade özgürlüğüne ne kadar destek veriyorsa, ırkçılığa karşı da bir o kadar sert tavır alıyor. 2014 yılında, o zamanın Los Angeles Clippers takım sahibi Donald Sterling'in kız arkadaşıyla yaptığı bir telefon konuşması basın tarafından ele geçirilmişti. Konuşmada Sterling kız arkadaşına siyah insanlarla fotoğraf çektirip Instagram'a koymamasını ve siyah insanları maçlara getirmemesini söylüyordu. NBA yönetimi, Sterling'in ömür boyu NBA maçlarına gitmesini yasaklarken, 2,5 milyon dolarlık bir para cezası verdi. Bu miktar, kurallara göre verilebilecek en yüksek para cezasıydı. Sterling'e ceza vermekle yetinmeyen lig yönetimi ve diğer takım sahipleri, 80 yaşındaki avukatı takımı satmaya da zorladılar ve başarılı oldular.
Hem oyuncular hem de ligdeki diğer personel sosyal ve siyasi meselelerde bu denli aktifken, Orlando bubble'ı devam ettiği esnada ABD yeni bir polis şiddetiyle sarsıldı. Wisconsin eyaletinin Kenosha şehrinde Jacob Blake adlı siyahi vatandaş arabasına binmek üzereyken polis tarafından sırtından yedi kurşunla vuruldu. Bu olay üzerine, Doğu Konferansı yarı final ilk maçına hazırlanan Toronto Raptors oyuncularının maça çıkmamayı aralarında konuştukları basına yansıdı. Bardağı taşıran ve Milwaukee Bucks oyuncularının greve gitmesine sebep olan olay ise Kyle Rittenhouse isimli 17 yaşındaki beyaz bir saldırganın, Kenosha'da Blake'in vurulmasını protesto eden gruba otomatik silahla saldırması ve iki kişinin ölümüne, bir kişinin de ağır yaralanmasına sebep olmasıydı. Elinde otomatik silahla polisin yanından geçmesine rağmen, polisin müdahale etmediği Rittenhouse, ülkede ırkçılığın ne boyutlarda olduğunu ortaya koyuyordu.[4] Olayın, Bucks takımı açısından bir diğer önemi, Milwaukee'nin de Kenosha gibi Wisconsin eyaletinde yer alması ve iki şehrin birbirlerine olan yakınlığıydı.
Milwaukee takımının maça çıkmayacağını açıklaması sonrası beklendiği gibi hem rakipleri Orlando Magic hem de ilerleyen saatlerde maça çıkmaya hazırlanan diğer takımlar, Bucks'ın grevine destek vererek maçlara çıkmayacaklarını açıkladılar. NBA takımlarını ilerleyen saatlerde kadınlar basketbol ligi WNBA, beyzbol ligi MLB ve futbol ligi MLS takımları da izledi. Oyuncular, bazı beylik laflarla bu işin çözülemeyeceğini anlamışlardı. Los Angeles Lakers oyuncusu JR Smith, "bizi dinlemediniz, şimdi bizi göremeyeceksiniz" diyerek durumu özetlemişti. Nitekim, hem kendi aralarında hem de takım sahipleriyle yaptıkları toplantılarda oyuncuların tek bir talebi vardı: Harekete geçilmesi. Oyuncuların rahatsızlığı, hem NBA yönetimi hem de takım sahiplerinin herhangi bir somut adım atmamasından kaynaklanıyordu. Sermaye sahipleri, bir takım söylem ve sloganlara "izin vererek" oyuncuların, deyim yerindeyse, "gazını almaktan" başka hiçbir şey yapmamıştı.
NBA takım sahiplerinin arasında da ABD'deki diğer sermaye sahipleri gibi pek çok Cumhuriyetçi isim bulunuyor. Dallas Mavericks takım sahibi Mark Cuban, sıkı bir Cumhuriyetçi olmasına rağmen hem ırkçılık karşıtı protestolara katılarak destek veriyor, hem de sık sık Trump yönetimini eleştirmekten geri durmuyor. Tüm Cumhuriyetçi takım sahipleri ise Cuban gibi Trump yönetimine karşıt bir tutum sergilemiyor. Örneğin Houston Rockets takım sahibi Tilman Fertitta, henüz geçtiğimiz Haziran ayında Donald Trump'ın 2020 Başkanlık Seçim kampanyasına 140 bin dolarlık bir bağış yaptı. Miami Heat takım sahibi Micky Arison ise, başkanın hem yakın arkadaşı hem de sahibi olduğu Carnival Corp., Trump'un başkan olmadan önce bir televizyon kişiliği olarak şöhret kazandığı "The Apprentice" adlı reality şovunun sponsorları arasındaydı.
Siyasi duruşları ne olursa olsun, grev karşısında takım sahipleri oyuncuların taleplerini dinlemek zorunda kaldı. Ne de olsa, işin ucunda gelir kaybı tehlikesi vardı. Ligde yıllar içinde giderek daha güçlü bir konuma gelen oyuncular, takım sahiplerini köşeye sıkıştırarak en büyük güç gösterisini sergilediler. Etkileyici olan, bu güç gösterisini kendi çıkarları için değil, toplum yararına göstermiş olmalarıydı. Basketbolcular, takım sahiplerinin aksiyon almasını isterken, ana gündem maddesi NBA salonlarının 3 Kasım'da yapılacak Başkanlık Seçimleri için oy verme noktaları olarak kullanılmasıydı. Bu talep, takım sahipleri tarafından kabul edildi.
Oyuncular oy verme işlemine özellikle önem veriyorlar. George Floyd'un öldürülmesi sonrası devam eden protestolar sırasında LeBron James'in önderliğinde bazı sporcular "More Than a Vote" adında bir vakıf kurdular. Bu vakfın amacı, özellikle siyah vatandaşların yoğun olarak yaşadığı bölgelerde sandığa gitme oranlarını arttırmak ve yine bu bölgelerde oluşan seçim görevlisi açığını kapatmak. 1984 yılından beri yapılan dokuz başkanlık seçiminde sadece Barack Obama'nın aday olduğu 2008 ve 2012 Seçimlerinde siyahların beyazlardan daha yüksek oranda sandığa gittiği görülüyor.[5] Siyahi seçmenin yüzde 80-yüzde 90 arası oranda Demokrat Parti adaylarına oy verdiği[6] de göz önüne alındığında, More Than a Vote vakfının nihai hedefinin Donald Trump'u başkanlıktan indirmek olduğu anlaşılıyor.
NBA oyuncularının eylemleri, diğer tüm ırkçılık karşıtı protesto gösterileri gibi ülkelerinin sistemik ırkçılığa karşı harekete geçmesini talep ediyor. More Than a Vote vakfı gibi inisiyatifler belki siyahi seçmenin sandığa gitme oranını arttırarak Demokrat Parti adayı Joe Biden'in seçilmesine yardımcı olacak. Fakat istedikleri değişimi Biden'ın ya da siyasi duruşu merkezde konumlanan benzer liderlerin gerçekleştiremeyeceği ya da bu değişimin kısa vadede ortaya çıkmayacağı kesin. Yüz yıllardır mücadelesi verilen bir konunun NBA oyuncuları tarafından çözülebileceğini düşünmek hem saflık hem de oyunculara haksızlık olur. Oyuncuların gerçekleştirdiği bu eylemi değişimin bir öncüsü ya da değişimi sağlayacak bir araç olmaktan ziyade, bir adım olarak nitelendirmek daha faydalı olacaktır. Sadece siyahları değil, diğer dezavantajlı kesimleri de siyasi sürece dahil etmek kısa vadede önlerindeki en büyük tehlikelerden biri olan Trump yönetimini iktidardan indirmek için var olan en kısa yollardan biri. Trump ve şürekası, ırkçılığa karşı herhangi bir adım atmak bir yana, ırkçılık karşıtı protestoculara karşı şiddet kullanılmasını teşvik ederken, beyaz ırkçı gruplara hiçbir tepki göstermiyor. Yazar, şair ve aktivist James Baldwin'in dediği gibi: "Cehalet, güçle birleştiğinde adaletin en vahşi düşmanı haline gelir".
Oyuncular ve takım sahiplerinin toplantısı sonrası maçlar üç günlük aranın ardından yeniden başladı. Bucks'ın grevi, aslında bir NBA maçındaki ilk grev değildi. Benzer bir olay daha önce bir kez, 1961 yılında yaşanmış ve bir gösteri maçında efsanevi Boston Celtics pivotu Bill Russell, bir grup takım arkadaşıyla beraber maça çıkmayı reddetmişti. Sebep yine ırksal adaletsizlikti. Neredeyse 60 yıl sonra, NBA oyuncularının yine aynı sebeple greve gitmesi, ABD'deki ırkçılığın bireysel ve rastlantısal değil sistemik olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
[1] NBA yönetimi, pandemi nedeniyle lig Mart ayında ertelendikten sonra Orlando'daki Disneyworld ile anlaşarak burada normal sezon maçlarının bir kısmının ve playoff maçlarının oynanacağı izole bir ortam hazırladı. Bu ortama, gayrı resmi olarak, balon anlamına gelen bubble deniyor.
[2] Black Lives Matter hareketi, ilk olarak 2013 yılında Trayvon Martin adlı siyahi bir gencin öldürülmesi sonrası başlamış, 2020 yılında George Floyd'un polis tarafından öldürülmesinden sonra yeniden ortaya çıkmıştır. Civis Analytics firmasının araştırmasına göre, halen devam eden protestolara şu ana kadar 16 ila 25 milyon arasında insanın katıldığı düşünülmektedir.
[3] Bu mesajların en popülerlerinden bazıları: "Equality" (Eşitlik), "Black Lives Matter" (Siyahi İnsanların Hayatı Önemlidir), "Peace" (Barış), "Freedom" (Özgürlük)
[4] ABD polisinin silahlı beyaz kişi ve gruplara bakışını, Peter Sterne'nin Jacobin'deki yazısı kapsamlı şekilde açıklıyor.
[5] CAWP - GENDER DIFFERENCES IN VOTER TURNOUT *
[6] Five Thirty Eight - Why So Many Black Voters Are Democrats, Even When They Aren’t Liberal