Tam da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, içinde bulunduğumuz 2012 senesinde, çoğunluğu kadın olan 382 işçi Roseteks Giyim Sanayi A.Ş. adlı şirket tarafından kapıya konur. İçinde yaşadığımız toplum düzeninde garip veya yapılmadık bir şey değildir, Türkiye’de her gün on binlerce insan işe alınmakta ve işten atılmaktadır. Bu açıdan sıradan bir olaydır.
Ancak bu sıradan olayın meydana geliş biçimi hiç de kanuni olmaz. AKP’nin, iktidardaki ilk yılını doldurmadan TÜSİAD’ıyla MÜSİAD’ıyla sermaye sınıfının taleplerini karşılamak amacıyla Mayıs 2003’te çıkardığı ve “ücretli kölelik düzeni” denilerek çokça eleştirilen 4857 sayılı kanuna bile riayet edilmemiştir. İşten çıkartılan işçilerin kıdem ve ihbar tazminatları ödenmediği gibi, 2 ay 8 günlük maaşlarının da üzerine yatılmıştır.
İşçiler haklarını aramak için resmi makamlara başvururlar ancak bir sonuç alamazlar. Bu arada işyerleri kapandığı için, seslerini kamuoyuna duyurmak amacıyla eski patronlarının sahibi olduğu Köşebaşı Restoranları önünde eyleme dururlar.
İşçilere haklarının verilmesi hususunda ortalarda görünmeyen devlet bir süre sonra gülcemalini gösterir. Eylemci işçiler, sosyete kebapçısı olarak da bilinen bu restoranların avukatlarınca kaleme alınan birkaç satırlık bir şikâyet dilekçesi sonucu polis tarafından evlerinden alınır, ifade vermek üzere karakola götürülür. Çalışma hürriyetini engellemek(!), tehdit ve şantaj yoluyla para sızdırmaya çalışmak(!) ve Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet gibi şeylerle suçlanmaktadırlar. (En acayibi de bu sonuncusu. İşletmenin avukatlarının devlet yetkilileriyle empati kurası gelmiş anlaşılan).
Polisler, işçilerin taleplerine karşı sermayenin önünde siper olur. 35 direnişçi işçinin önünde eylem yaptığı Köşebaşı Restoran, Çevik Kuvvet tarafından “korumaya” alınır. 1 Eylül’de ise göz yaşartıcı gaz eşliğinde savunma konumundan taarruz konumuna geçer polisler. İki işçi hastanelik olur. İşçilerin avukatlarından Şükriye Erden’in kolu kırılır.
İroniye bakın ki Erden ve diğer avukat Taylan Tanay, Çağdaş Hukukçular Derneği’nin “imdat polis kurulu” üyesidirler ama tabii Türkiye Cumhuriyeti’nde her fani bir gün polis şiddetini katı veya gaz halde tadacaktır, bugün değilse yarın, o da değilse öbür gün.
Neyse ki başlarına gelenler işçileri yıldırabilmiş değil. Onlar hâlâ Cumartesi ve Pazar günleri 19.30-21.30 arasında Köşebaşı’nın Levent şubesi önünde, Pazar günleri 17.00-18.30 arasındaysa Nişantaşı şubesi önünde barışçıl ve demokratik eylemlerini sürdürüyorlar, haklarını istiyorlar. Satın aldığımız ürün ve hizmetlerde mutlaka birilerinin emeği vardır, bu aşikâr, ancak bazı ürün ve hizmetler “çalıntı emek” de ihtiva edebiliyor. Eh, onları tüketmemek de bizim en demokratik hakkımız…
Yazıya soldan girdik, soL’dan devam edelim. Dün (Pazar) gecesi soL gazetesinin, dostları ve destekçileriyle buluştuğu bir kokteyl düzenlendi, Kadıköy’de derin nefes alabildiğimiz mekânlardan biri olan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nde. Nathalie Cardone’nin Commandante Che Guevera’sı ve Victor Jara’nın El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido’sunun icra edildiği mütevazı ama leziz bir blues dinletisinin ardından Yiğit Günay ve Kemal Okuyan’ın konuşmalarını dinledik. Dostlarla beraber olduk, sohbet ettik, eğlendik. İlerleyen saatlerde gazetenin ilk sayısından nüshalar geldi ve herkes heyecanla sol basının bu yeni doğan bebeğini inceledi, sevdi.
Yolun açık soL.