Ben desem Acun Ilıcalı, siz deseniz Seda Sayan; temsil ettikleriyle, çağrıştırdıklarıyla… Ama anladım ki o, bu isimlerin ötesinde: Oprah Winfrey.Avustralya’da Oprah rüzgârı esiyor son günlerde. Sele karşı mücadele veren kıtadan geçerken Oprah, gazeteciler, her adımını takip ediyor, o ise, görünmesi gereken yerlerin dışında, köşe bucak kaçıyor. Nerede kaldığını bulmak bile, habercilerin hanesine yazılacak bir başarı.
Önemli gazeteler, “Oprahmania” manşetleri atıyor; müptelalık ve çılgınlığa gönderme yapan. Ulusal turizm kampanyasının bir parçası olarak medyatik bir ikonu kullanan Avustralya Hükümeti, kimi gazetelere göre 3, kimilerine göre 4 milyon dolar harcadığı bu kampanyada, sadece Oprah’ı değil, onunla birlikte gelen 302 kişilik fan üyeleri ile 100 kişilik yapım ekibini de misafir ediyor. “ Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” atasözünü hatırlatan bu kampanyanın sonunda Avustralya, 140 ülkede tanıtılacak. Kıta turizmine, “40 milyon seyircili Oprah” dopinginden sonra, beklenen gelir ise 47 milyon dolar.
Yatıp, kalkıp, “Oprah Winfrey”in seyir defterini, bir nevi zorunlu takip ediyoruz. Fenomen Oprah hakkında, her gün bir haber, yazılı ve görsel basında. Rivayete göre(gazetelerin yalancısıyım); beyaz ekranın, beyaz erkeklerin egemen olduğu bir alanda, cüsseli yapısıyla Amerikan rüyasının sihirli cümlesi, “we can/yapabiliriz” in yaşayan simgesi, Oprah’a röportaj için 500 bin dolar teklif edilmiş bir dergi tarafından. Ama 2,7 milyar dolarlık servete sahip bu kadın için, “paran kadar konuş” döneminin geçtiğini yazıyor gazeteler.
Sidney, Melbourne ve Uluru (Aborjin bölgesi) bölgesini kapsayan 8 günlük kampanya-tanıtım gezisi boyunca, Oprah’ı, kıtanın en militan şehri Melbourne’de 8 bin kişi karşıladı. Çoğunluğu kadındı kalabalığın. Oprah’ın 5 dakikalık “merhabası” için, geceden sabahlayanlar bile vardı. Federasyon Meydanı’nda kurulan sahnede, reklam-tanıtım-pazarlama üçgeninde verilen pozda, orta yerde Oprah, sağında ve solunda ise hem eyalet başbakanı hem de Federal Avustralya’nın başbakanı Julia Gillard vardı. Yine yazılanlara göre Federasyon Meydanı, 1964’teki Beatles konserinden sonra, ilk kez böyle bir kalabalığa ev sahipliği yapıyordu. Oprah’a gösterilen teveccühün bir sembolü olarak, 8 bin kişi hep bir ağızdan Beatles’ın “Hey Jude” sini seslendirdi.
Talk Show’un efsanevi ismi Oprah Winfrey’i “mania” ya da “fenomen” yapan şey, fanları arasındaki bir çiftin söylediklerinde gizliydi: “11 yıllık evliyim, balayına bile gidememiştim. Oprah sayesinde rüya gibi bir tatil yapıyoruz”. Evet, 302 kişilik “fan” kitlesinin içinde, ABD hiç dışına çıkmamış, hayatında hiç uçağa binmemiş kişiler vardı. Hayatımızdaki güzellikleri, kişisel iyiliğe indirgeyen bir yerden, Oprah ve onun temsil ettikleri, milyonlarca sayıdaki izleyici kitlesine, hayatlarının öznesi değil, nesnesi olmayı salık verirken, “öldüren eğlence televizyon” un gücünü de ispat ediyordu. İllüzyon mu desek, ya da, “kamera açısı” filtresinden geçen gerçeğin, göreliliği mi? Oprah’ın karizmasıyla açıklanamayacak benzeri fenomenleri Türkiye yakından bilir aslında. Her gün, sabah kuşak programlarında, kendi acılarını başkalarının acılarıyla temize çeken öykülerin seyirlik meydanında, samimiyet testinden geçmeye çalışan ekran yüzleri geliyor aklıma. Evet, bir fark var. Bizdekiler , “Çoğunluk” filmindeki gibi, egemen olanın ve onun doğruculuğun bayraktarlığını yaparken, Oprah, yoksulluk içinde geçen çocukluk döneminde yaşadığı taciz ve tecavüzleri milyonlarla paylaşabilecek kadar daha “asi”. Kilolarıyla barışık olmanın hazzını, diyet-spor salonu arasında gidip gelen kadınlara taşıyabilecek kadar daha “norm dışı”. Ancak modern dünyanın Robin Hood’u olamayacak kadar da “dünyevi”. Aslında tez konusu.
Oprah, Sidney Opera House’da çekimleri yapılacak show programının ardından kıtadan ayrılacak. “Bu kıtadan Oprah geçti” dedirtecek türden gezi ise ocak ayında 140 ülkede Oprah Winfrey Show içinde gösterilecek.