Emre Erbirer
İstanbul Caz Festivali bu yıl “#25 Yıldır Caz ve Dahası” mottosuyla yola çıkıyor. 25 yılda 700’den fazla konserde, 5200’ün üzerinde sanatçı ve 730 bine yakın seyirciyi ağırlayan İstanbul Caz Festivali’nin ben de 7 yılında, 180’den fazla konserde yer almışım. Festivalin son 10 yılının küçük de olsa bir parçası olmuş biri olarak, beraber büyüdüğüm, caz, iş ve daha birçok şeyi sayesinde öğrendiğim bu festival ile kurduğum kişisel ilişkiye bu yazı sayesinde bir kez daha göz atma ve hatırlama şansı edindim.
Yıl 2007. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi okumaya başladım. Bu bölüme girerken tek bir hayalim vardı, festival yapmak. Çocukluğumdan beri annemle gittiğim İKSV festivalleri ve bienalleri, lisede okurken hayatıma yeni yeni giren H2000, Rock’n Coke, One Love Festival, ve diğerleri. Hepsi, bu hayatta ne yapmak istediğimi keşfetmem için birer adım olmuştu. İşte tüm bu düşüncelerle ve tam olarak ne yapacağımı pek de bilmeden, üniversitenin ilk yılında, kendimi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın o zamanlar Luvr Apartmanı’ndaki ofisinin kapısında buldum. Eskilerin “mihmandar” olarak adlandırıldığı, bizim o zamanlar “rehber” dediğimiz, şimdiki adıyla ise “sanatçı asistanı” olmak için başvurmuştum. İşte İstanbul Caz Festivali’nin bir parçası olmam da bununla başladı. 2008 yılında gerçekleşen 15. İstanbul Caz Festivali’nde bir rehber olarak çalışmaya başladığımda, festival de ben de beraber büyüyorduk. Ve şimdi, festival çeyrek asra gelmişken, geçtiğimiz 10 yılda, sanırım ben de, onunla beraber çok şey öğrendim, büyüdüm ve geliştim. 2008 yılında başlayan rehberlik maceramda 2.5 sene boyunca George Dalaras’tan Santana’ya, Leonard Cohen’den Grace Jones’a, Seal’dan Marcus Miller’a kadar birçok isme rehberlik yaptım. İstanbul Caz Festivali sayesinde Grace Jones’u kucağımda taşıdım, Marcus Miller ile Sanayi Mahallesi’nin arka sokaklarında kayboldum, Seal’la bilek güreşi yaptım, bir gecede 40 konser dinlenebileceğini öğrendim, Leonard Cohen’e sarıldım, çocukluğumdan beri hayran olduğum Morrissey ve Hugh Laurie gibi isimlerle tanıştım. İstanbul Caz Festivali benim en yakın arkadaşımı bulduğum yer, ilk tam zamanlı işim, ve sonrasında da büyük bir parçası olduğum “İKSV ailem” olmuştu. Ve 2014 yılında Vakıf’tan ayrılmama rağmen İKSV benim ailem, okulum, ilk göz ağrım, heyecanım ve gururum olmaya devam etti. 2008 yılındaki İstanbul Caz Festivali, festivalin 15. yılına yakışır bir şekilde, adeta bir yıldızlar geçidiydi. Herbie Hancock’tan Marcus Miller’a, Pink Martini’den Rufus Wainwright’a, Yasmin Levy’den Dee Dee Bridgewater’a, Stacey Kent’ten Lenny Kravitz’e birçok ismin yer aldığı festival programı, birçok kişiye göre uzun yıllardır oluşturulmuş en iyi programdı. Bir ay içinde bu kadar güçlü ismi dinlemiş, ve hatta bir kısmıyla beraber çalışmış ve tanışmış olmak beni adeta büyülemişti. Caz Kenti, Caz Vapuru, Genç Caz ve Avrupa Caz Kulübü gibi favori bölümlerimde ise festivalin aslında ne kadar çok yönlü olduğunu keşfetmiştim. İstanbul’da denizin ortasında caz dinlemek, İstiklal Caddesi’nin en güzel olduğu zamanlarda tüm caddeyi bir caz bandosu ile arşınlamak, genç cazcıların heyecanını paylaşmak ve Nardis’te ve sonradan Salon’da Avrupa Caz Kulübü buluşmalarına tanık olmak, 20 yaşında hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir deneyimdi.
2010 yılına geldiğimizde ise İstanbul Caz Festivali sayesinde yine bir ilki yaşadım. İKSV’nin Medya İlişkileri ekibinden Üstüngel İnanç’ın beni Pazarlama Direktörü Tuba Tortop ile tanıştırması ile o zaman aklıma bile gelmeyecek bir işe giriştim. Mayıs ayında bir öğle arasında yapılan bir konuşma, benim ilk tam zamanlı işimin tohumlarının atılmasını ve festivalin dijital dünyadaki kimliğinin oluşmasını sağlamıştı. 2010 yılında gerçekleşen 17. İstanbul Caz Festivali ile festival, ilk defa sosyal medyaya giriyordu, ve festivalin tüm sosyal medya iletişimini benim yürütmemi teklif ediyorlardı. Hayatında daha önce böyle bir iş yapmamış biri için büyük bir sorumluluktu. İKSV’nin herkesin söylediği gibi bir “okul” olması, benim için kelimenin tam anlamıyla gerçekleşiyordu. Yine, hem festival hem de ben, beraber öğreniyor, beraber büyüyor ve beraber değişiyorduk.
Festivalin ilk yılında Facebook ve Twitter ile başlayan sosyal medya maceramız, 4.5 sene boyunca İKSV’de büyüyerek, gelişerek ve dijital dünyaya paralel olarak değişerek devam etti. Festivalin ilk yılında birçok şeyi deneme yanılma yöntemiyle öğreniyorduk. O yıl Sepetçiler Kasrı’nda Martha Wainwright Sings Piaf başlıklı konserde bizi eşsiz Edith Piaf yorumuyla buluşturan Martha Wainwright’ın İstanbul’a gelirken bebeğiyle uçakta çektiği fotoğrafı festivalin Facebook sayfasından paylaşmamız, ve takipçilerimizden Martha Wainwright'ın piyanisti Thomas Bartlett'e İstanbul'dan gurme tavsiyeler toplamamız, o yıllardaki sosyal medya iletişimi için ziyadesiyle yenilikçi ve özgün hareketlerdi. O yıl ilk defa gerçekleşen ve Beyoğlu’nu daha önce görmediği bir kalabalık ve coşkuyla buluşturan Tünel Şenliği boyunca tüm mekânlar arası Twitter’dan yaptığımız canlı yayın, festivaldeki tüm konserlere sosyal medya üzerinden verdiğimiz davetiyeler, festival takipçilerinin otopark, hava durumu, trafik gibi konularda sordukları sorulara verdiğimiz hızlı cevaplar ile festivalin uzun yıllardır kemikleşmiş izleyici kitlesini, şimdi de dijital dünyada festival ile buluşturuyorduk. Bu yazıyı yazmak için biraz sosyal medyada dolanayım, arşivlere dalayım dedim. İstanbul Caz Festivali’nin şu anda Twitter’da 1 milyondan fazla takipçisi var. 2010 yılında başladığımız sosyal medya iletişiminde bugün festivalin Twitter hesabının (üstelik kullanımı giderek düşen bir mecra olmasına rağmen) bu sayıya ulaşacağı belki de kimsenin aklına gelmezdi.
Aradan zaman geçti, sosyal medya değişti, festival değişti, ben büyüdüm, festival büyüdü. Bu süreçte değişmeyen tek şey, festivalin kapsayıcılığı, gelişime ve değişime olan inancı ve bitmeyen enerjisi oldu. Festival, her sene “Neyi farklı yapabiliriz?”, “Başka ne ekleyebiliriz?”, “Başka kime ulaşabiliriz?” sorularını sorarak ilerlemeye devam etti. 2012 yılında UNESCO tarafından ilân edilen Uluslararası Caz Günü’nün ilk uluslararası etkinliği bir sonraki yıl İstanbul Caz Festivali’nin girişimi ile İstanbul’da gerçekleşti. Üstelik bu özel gün, Türkiye’deki iki büyük caz festivalinin sponsorları Akbank ve Garanti Bankası’nın bir araya gelmesini de sağladı. Festival’in uzun yıllardır devam ettirdiği “Ustalarla Buluşmalar” ve “Avrupa Caz Kulübü” gibi serileri, yine gerçekleştiği yıllarda birçok keşfi ve alternatif sanatçıyı sahnesinde ağırlamış “Yeni Ozanlar” serisi, festivalin genç yeteneklere kucak açan “Genç Caz” ve geçtiğimiz yıl hayata geçirdiği “Vitrin - Türkiye Güncel Müzik Buluşması”, ve tabii ki festivalin şehirle buluşmasını sağlayan Caz Vapuru, Tünel Şenliği, Parklarda Caz gibi etkinlikleri İstanbul Caz Festivali’nin 25 yıla nasıl “caz ve dahası”nı sığdırdığını açık bir şekilde gösteriyor.
Bu noktada festivalin 25 yıla sığdırdıklarını, 700’den fazla konser, 5200’ün üzerinde sanatçı ve 730 bine yakın seyirciden çok daha fazlası olduğunu söyleyebiliriz. Festival bu sektörde eğitim gören, çalışan, üreten birçok kişi için bir “okul” olmakla kalmadı, birçok kalıcı dostluğun, ortaklığın ve hatta ailenin temelini attı. O yüzden İstanbul Caz Festivali, 25 yıldır bu şehre, insanlara ve bana Caz ve Dahası’nı sunuyor.
*kültür.limited Kurucusu ve ATÖLYE İletişim Yöneticisi
İstanbul Caz Festivali 25. yaşını kutluyor. Bu vesileyle her hafta sürpriz bir isim, 25 yıldır cazı ve çok daha fazlasını İstanbul’a taşıyan festivalin unutulmaz konserlerini, perde arkasını, caza dair bilgi ve birikimlerini T24 okurları için yazıyor. Yazıların ardından sohbet, #25YıldırCazveDahası etiketiyle sosyal medyada da devam ediyor. |