O dönemde ABD Senatosu’nda Missouri Senatörlüğü de yapan Episkopalyan vaiz John Danforth, 1983 yılında Princeton Üniversitesi kampüsü içindeki kilisede, ‘medya politikayı nasıl etkiliyor?’ konulu bir konuşmasında, ‘’Bir konuda günah çıkaracağım'' diyerek politikacı olarak işlediği günahı şöyle itiraf etti:
‘’Senato’da hem Senato Finans Komitesi hem de Hükümet İşleri Komitesi üyesiyim. Bundan bir kaç yıl önce Finans Komitesi, ham petrol denkleştirme vergisi yasa tasarısını görüşmek için toplandı. Ülkenin bütün enerji sektörünü ve ekonomik geleceğini etkileyecek önemde bir yasa tasarısıydı. Aynı sabah, bir kat aşağıdaki Hükümet İşleri Komitesinde ise Bütçe Direktörü Bert Lance’ın Georgia eyaleti taşrasındaki bir banka yöneticisiyken yaptığı bir usulsüzlükle ilgili bir ‘hearing (Kongre sorgusu)’ vardı.
Lance’ın katıldığı komisyon oturumu nerdeyse bütün televizyonlar ve diğer ulusal yayın organlarında haber konusuydu. Müthiş bir medya ilgisi vardı. Finans Komitesi’ndeki toplantıda ise sadece aylık yayınlanan bir petrol dergisi muhabiri ile Wall Street Journal’ın ekonomi muhabiri vardı. Finans Komitesinde hepimizin yaşamını gerçekten etkileyebilecek ciddi bir konu görüşülüyordu. Hükümet İşleri Komitesindeki toplantı ise aslında sadece partizan mücadelenin ürünü politik bir tiyatroydu. Ve ben, her iki komitenin de üyesi olmama rağmen, medya ilgisine dayanamayarak Hükümet İşleri Komitesindeki oturuma katılmıştım’’.
Bütün gazete okurluğu kariyerim sonunda öğrendiğim en önemli gerçek şu oldu: En önemli konular, medyada en fazla konuşulan konular değil. Dünyanın ve ülkenin mevcut tablosuna, bireysel ve toplumsal yaşamımıza etkisi olan gelişmelere baktığımda, neredeyse tamamının medyada hak ettiği ilgiyi görmeyen mevzuat düzenlemeleri ile sosyo-ekonomik dinamikler olduğunu gördüm.
Günümüz gazetecisi, yarım yüzyıl öncenin gazetecisinden çok çok daha az okuyor, çünkü günümüzde ‘’hayat bir koşturmaca içinde geçiyor’’. Oysa kitaba ve bilgiye erişim olanağı, tarihte hiçbir kuşağın sahip olmadığı kadar çeşitliliğe ve hıza sahip. Yine toplu taşım ve ulaşımda büyük mesafe kat edildi. Çoğumuzun evi ile işi arasında geçen süre 1 saati bulduğunda, ‘günüm yolda geçiyor’ diye sızlanabilecek durumdayız. Bir çok işimizi makinelere veya profesyonellerine yaptırmamız nedeniyle yarım yüzyıl öncesinin gazetecilerine göre kendimize ayırabileceğimiz süre de arttı.
Peki, bizi yaşamın ve ömür süremiz içindeki gelişmelerin derinliği yerine sığ sularda çırpındıran ‘günlük koşturmaca’nın nedeni ne? Elbette başka bazı özel nedenler sayılabilir ama hiçbirinin meslekte adeta bir kansere dönüşen ‘flaş haber’ bağımlılığı kadar acil bir sorun olmadığını düşünüyorum. Aslında, ‘flaş haber’in mesleğin işleyişinde olduğu kadar okurun zihinsel bütünlüğünde de neden olabileceği hasarı daha gazeteciliğin ta ilk günlerinde fark edenler olmuş.
Klasik edebiyatın önemli isimlerinden Goethe bunların en önemlisi. Ona göre bir gazetenin ideal okunma zamanı, gazetenin basılmasından itibaren en erken 1 ay sonrasıydı. ‘’Eğer bir kişi gazeteleri, aylar geçtikten sonra eline alıp topluca okursa, ne kadar çok zaman israfı yaptığını, daha önce kimsenin fark etmediği şekilde fark eder’’ diyecekti.
Göttingen Üniversitesi'nin 1999 yılında yayınladığı ‘’Goethe, Göttingen ve Bilgelik’’ başlıklı kitapta Hansjürgen Koschwitz’in kaleme aldığı ‘’Bir gazete okuru ve eleştirmeni olarak Goethe’’ bölümünden öğrendiğimize göre Goethe, ‘günlük gazete okumanın’, insan zihnindeki illüzyonları beslediğini ve dahası böylece insanı ‘an’a hapsedip, daha geniş zamanı görme körlüğü yaşatmasıyla, yaşamın realitesinden kopardığını savunuyordu. Yine çağdaşı insanların bir yoruma, kendi ölçüleri içinde katılmaktan çok ‘taraftarlık’ duymasının kaynağının da gazeteler olduğunu belirtiyordu. Gazetenin, bu yönüyle insanı ‘yorumlar’ karşısında edilgen hale getirdiğini, bilgiden ve bilgelikten çok yorum sahibi bir insana dönüştürdüğünü kaydediyordu.
Basın özgürlüğü sadece haberleri basma özgürlüğü değil elbette. Bundan daha fazla olarak da, iktidar gücüne, onun politikalarına ve resmi açıklamalarına karşı yorum yapabilme özgürlüğüdür. Ancak Goethe’ye göre bu yorum fonksiyonunun okuyucu açısından ciddi bir riski de söz konusu; Günün sonunda herkesin aynı yoruma sahip olması. Ve bu da kolektif bakışın da bir tür baskıya dönüşmesiyle sonuçlanır.
Goethe, gazete okumaya tamamen karşı değildir. Nitekim, bu eleştirilerine rağmen iyi bir gazete okuyucusu olduğunu, en beğendiği gazetenin Fransızların Le Globe gazetesi olduğunu günlüklerinden anlıyoruz. Ama kendini günlük ve anlık gelişmelere tamamen kaptırmanın nasıl ömür, yetenek ve bilgelik törpüsü bir şey olduğuna dikkatimizi çekmeye çalışmaktadır. Nitekim, çok önemli gelişmelerin olduğu bir süreçte bile gazeteleri okumayı tamamen bir kenara bırakabildiği de vaki. Örneğin, Eckerman ile ünlü söyleşisinde Faust’un ‘Walpurgis Gecesi’ bölümünü yazarken dikkati dağılmasın diye gazete okumayı tamamen bıraktığını anlatacaktı: ‘’Dünyanın bir başka yerinde değiştirmeye gücümün olmadığı gelişmelerden haberim olmayacak. Bu da beni her gün yeni bir heyecan verici dramanın beni boş yere öfke nöbetine sürüklemesinden koruyacak’’. Depresif bir kederle olduğu yerde irrite olup debelenmektense daha uzun soluklu bir üretkenliğin ve bilgeliğin kapısını çalmak daha yararlıydı ona göre. Paris olayları sırasında Alman besteci Zelter’e yazdığı mektuplardan birinde, ‘’Bir kişinin günlük gelişmelerden haberdar olması onu ne daha zeki ne daha bilgili yapar’’ diye yazacaktı.
Goethe’nin yakındığı ‘gazete’, o dönemde şanslı bir kesimin en erken ertesi gün, çoğu kişinin ise günler sonra okuyabildiği bir medyumdu. Buna rağmen ‘günlük akıcılığın’ tüketiciliğinden şikayet eden Goethe, internet ve dahası sosyal medyada haber takibini görse hiç şüphesiz dehşete düşerdi.
Bana Goethe’yi hatırlatan ise New York Times gazetesinin teknoloji yazarlarından Farhad Manjoo’nun 7 Mart günü bu gazetede yayınlanan, ‘’İki boyunca sadece kağıt gazete okudum; İşte bu deneyimden öğrendiklerim’’ başlıklı yazısı oldu.
Farhad Manjoo’nun, ‘sosyal medya orucundayken’ yaşadığı okur deneyiminin göz açıcılığını, Florida’daki okul saldırısı hakkındaki gelişmelerden haberdar olma süreci çok çarpıcı sergiliyor. E-mail’indeki bütün haber uyarı aboneliklerini sildiği için Florida’daki katliamı, saatine gelen bir alarm ile öğrenmiş. Ancak o alarmdan 24 saat sonrasına kadarki gelişmelerden hiçbir şekilde haberi olmamış.
Peki o 24 saatte kaçırdığı sıcak gelişmeler nelerdi?
Büyük olasılıkla propaganda botlarının kaynaklık ettiği katilin solcu bir anarşist olduğu haberini (yalan haber) görmemiş. Aynı saatlerde gündeme bomba gibi düşen katilin IŞİD üyesi olduğu haberini (yalan haber) görmemiş. Birden fazla saldırgan olduğu ‘flaş haber’ini (yalan haber) görmemiş. Fox News’in katili Suriye direnişçileriyle irtibatlandıran ve o sıcak gündeme yine bomba gibi düşen haberi (yalan haber) görmemiş. Yine, başta Senatör Sanders, sol kesim ve hatta New York Times’ın bile o sıcak akışta paylaştığı ‘bunun ABD’de yılın 18’nci okul saldırısı olduğu' haberini (yalan haber) görmemiş. Bütün bu yalan haberler ve doğru olduğu halde önemsiz detaylarla dolu akış yerine ertesi gün olayı, kapısına bırakılan üç kağıt gazeteye ayırdığı 40 dakika içinde kapsamlı şekilde öğrenmiş. Üstelik bu 40 dakika sadece bu olaya değil, bu olayla ilgili haberlerin yanında, ülke ve dünyadaki çok sayıda diğer gelişme, analiz, yorum ve haberin okuması da dahil. ‘'Sadece çok daha az zamanımı harcamadım, aynı zamanda çok daha sağlıklı bir şekilde bilgilendim'’ diye yazıyor.
Manjoo, iki ay boyunca her haberde her gelişmede bunu yaşamış. 60 gün boyunca sadece NY Times, Wall Street Journal, mahalli gazetesi San Francisco Chronicle ve bir de Economist dergisinin kağıt baskılarını okumuş. Kitap okumaya, bilgilendirici podcast’ler dinlemeye, bilgilendirici uzun makaleler okumaya aniden çok fazla zamanı olduğunu fark etmiş.
‘’Yaşam değiştirici bir deneyimdi’’ diyor Manjoo:
“Cebimde taşıdığım gürültülü flaş haber makinesini kapatmak, beni hızlı arama hafızasında tutan ve günümü her an ham bir gelişme duyurusu ile dağıtan bir canavarın elinden zincirimi koparıp özgürleşmek gibiydi.”
Böylece haberlere, çok daha az telaşlı ve çok daha az bağımlı yaklaşıma kavuştuğunu söylüyor Manjoo; ‘’Çok daha derin bir bilgilenmeye sahip oldum. Bu iki ayda kazandığım boş zamanın miktarından utanıyorum. Bu sürede 6 kitap okudum. Şiire zaman ayırdım. Daha iyi bir koca ve daha iyi bir baba oldum’’.
En önemlisi de bu deneyimi ile, sorunlu dijital atmosferde bir haber müşterisi olarak konumunu fark etmesi olmuş:
‘’Son bir kaç yıldır, haberlerin dijitalleşmesinin, kolektif şekilde enforme olma sürecimize ne kadar tahribatta bulunduğunu araştırmakla geçirdik. Teknoloji bizi, sadece tek bir görüşün ses bulduğu yankı odalarına, öfkelendirici eksik ve yanlış bilgilendirmelere, kutuplaşmalara açık hale getiriyor bu da toplumu propagandaya elverişli hale getiriyor. Yapay zekanın, tıpkı yazılı metin gibi ses ve görüntünün de sahtesini yapabilme yeteneğine kavuşmasıyla da bir aynalı salon distopyasına giriyoruz ki bazıları buna ‘informasyon kıyameti’ diyor.’’
Manjoo, devletten veya Facebook’tan bu tehditlere çözüm bulmasını beklemenin beyhudeliğine de işaret ederek, asıl görevin haberciye ve okura düştüğünü dile getiriyor. Ve bu noktada deneyiminden çıkardığı üç dersi paylaşıyor.
New York Times'ı pazarlama çabası içindeymiş gibi anlaşılması riskini göze aldığını belirterek dile getirdiği ilk önerisi, dijital haber kaynağı kullanılacaksa bile, sosyal medya veya rastgele bir propaganda kaynağından değil, gerekirse maliyetini karşılayarak hem haberdar hem de bilgi sahibi olmanızı sağlayacak saygın bir haber kaynağına yönelinilmesi...
Sosyal medyada her haber, birilerince okuyucu için çiğnendikten ve sindirildikten sonraki haliyle geliyor. Yani başkasının bağırsaklarından çıkıp geliyor. Kaynak sadece haberi paylaşmıyor, o haberden ne anlaşılması gerektiğini de paylaşıyor. Çoğunlukla da haberle ilgili yorumlarını ispatlayacağını düşündükleri kısımlarını spota veya başlığa çıkararak... Algıyı bozabilecek kısımları da haberden çıkarmaları sıkça rastlanılan bir durum. Okuyucuya haberden kendisince bir yorum çıkarma alanı bırakmıyorlar. Bu haberlere eğilimimizde, ‘kalabalık bağımlılığımıza’ duygumuza dikkat çekiyor Manjoo:
“Haberin kendisinden çok diğer insanların bu haber hakkında ne dediklerine merak… Bizi, yanlış bilgilendirilmeye açık hale getiren şey bu.”
Çıkardığı ikinci ders ise Goethe’nin tavsiyesine uygun; Anında haberdar olmak illa ki iyi bir şey değil:
‘’Gerçek hayat yavaş akar. Ne olup bittiğini görmek, olan bitenin bağlamını görmek, bir uzman bakışı gibi zaman alır. Teknoloji ise hızlıdır. Akıllı telefonlar ve sosyal medya bize haber verilerini, onları sindirebileceğimizden çok daha hızlı ulaştırır. Kalan boşluğu spekülasyonlar ve yalan bilgilendirmeler doldurur’’.
Manjoo, gazete okuma deneyimi sırasında, zamanın nasıl yavaşladığının fark etmiş. Matt Flegenheimer’ın, ‘’Art arda gelen haber fırtınalarının Amerikalıların hafızasını ve zaman algısını nasıl öldürdüğüne’’ ilişkin tespitini paylaşıyor. Haberi bir gün sonra topluca okuma imkanı vermesiyle gazetenin bu duyguyu yeniden canlandırdığını söylüyor. Ancak, illa ki kağıt gazete okumak gerekmiyor. Ona göre, günde sadece bir kez belli bir süre haber okuma terbiyesi kazanmak da aynı katkıyı yapabilir. Bir tavsiyesi daha var; Telefonlara gelen haber alarmını kapatmak. Öncelikle dikkat dağıtan bir şey. İkincisi, dünya hakkında bölük parça bir paranoya duygusunun sürekli bizimle olmasını sağlıyor.
Manjoo’nun deneyiminden çıkardığı üçüncü ders ise tahmin edilebileceği gibi ‘sosyal medya’nın haber ve yorum evrenine karşı son derece temkinli olmak. ‘’İki ay sadece kağıt gazete okuduktan sonra kağıt gazetelerin ne kadar muhteşem olduğunu keşfetmedim. Keşfettiğim sosyal medyanın ne kadar berbat bir ortam olduğuydu’’ diye yazıyor. Twitter ve Facebook evreni, haber derinliğine değil, çabukluğuna önem veriyor. Çarpıcı bir sunumu, haberin gerçeklerine tercih ediyor. Ve propagandistleri, haber hakkında yetkin analiz yapabilecek uzmanlarına yeğliyor.
Manjoo'nun deneyimi, hepimizin her konuda, onu çürüten bin gerçeğin yıkamayacağı çok net kanaatlere ve bir çok kanaatimizin çoğu zaman bir soruluk canı olan çok zayıf bilgiye dayalı hale gelişinin nedenlerini sorgulamak için önemli bir kapı aralıyor.
Tam kaynağını hatırlamıyorum ama bir süre önce, ‘Twitter’dan gelişmeleri takip etmek, saatin saniye kadranından zamanı takip etmek gibi’ mealinde bir Tweet okumuştum. Saniyeleri takip etmek, zamanı en küçük ünitesine kadar anlamlandırmak değil, saniyeden daha uzun soluklu hiçbir iş yapmayı imkansız kılan korkunç bir zaman körlüğüdür. Sağlıklı bir sorgulama için de öncelikle bu 'zaman körlüğünden' ve bunun en önemli kaynağı olan sonu gelmez 'flash haber' fırtınasından arınmak gerek galiba...