Osaka’nın güney mahallelerinden birinde eski bir Budist tapınağını ararken yolumu kaybediyorum. Bir sokakta bisikletleriyle uğraşan bir grup Japon çocuğun yanından geçerken arkamdan biraz utangaç da olsa gülerek, ‘Gaijin! Gaijin! (gavur! gavur!) diye seslendiklerini duyuyorum. Çocukken şehrimizi ziyaret eden turistlerin ardından benzer şekilde seslendiğimiz geliyor aklıma ve ‘etme bulma dünyası’ diyorum içimden. ‘Gaijin’, isim, konsept ve fiilerin şekillerle gösterildiği Kanji alfabesinde, ‘dışarı(gai)’ anlamına gelen karakter ile ‘kişi(jin)’ anlamına gelen karakterin yan yana yazılmasıyla elde edilen bir kelime. Japonca’da, Japon olmayan kişileri ifade ediyor. Günlük konuşma dilinde sıkça kullanılsa da, rencide edici olabilir diye Japon televizyonları, yayınlarında ‘gaijin’ sözcüğünün geçmemesi için özel dikkat gösteriyor. Bir Japonya acemisi olarak ben rencide edici bulmadım. Burada, uzun yıllardır yaşayan bir çok yabancıyı da ‘gaijin’i çok dert etmiş görmedim. Hatta buluştukları bir çok sosyal veya sanal ortama ‘gaijin’ adı verecek kadar da benimsemişler bu adlandırmayı...
Tanıştığım ‘gaijin’lerin öyküleri, kabaca ikiye ayrılıyor; Macerası Kansai’den başlayanlar ve macerası Kanto’dan başlayanlar diye... Benim Japonya maceram Kansai’den başladı. Yani çoğunluktaki ‘gaijin’lerin aksine, bu ülkede Tokyo yerine önce Osaka’ya geldim. Japonya, 7 bine yakın adadan oluşan bir adalar ülkesi ama ülkenin yüzde 90’ından fazlasını dört büyük ada oluşturuyor. Bu dört adanın en büyüğü olan Honşu (Ana Ada), ülkenin kalbi aslında. Ve bu Honşu adasının orta kesimindeki iki bölgesi, yani Kanto ve Kansai, Japonya deyince aklımıza gelecek şeylerin çoğunu barındırıyor. Herşeyden önce ülkenin en büyük iki metropolünden biri Kanto’da diğeri ise Kansai’de. Kanto bölgesinde, birbirleriyle birleşmiş Tokyo, Yokohama, Kawasaki gibi şehirlerden oluşan dev Tokyo metropolitanında 35 milyonu aşkın insan yaşıyor. Dünyanın bu en büyük metropolünün gayri safi hasılası 1.9 trilyon doları geçiyor. Kansai bölgesi ise, Osaka, Kyoto ve Kobe’den oluşan Osaka büyük metropol bölgesi ile 20 milyonu aşkın nüfusa sahip... Osaka metropolitan bölgesinin gayri safi milli hasılası ise 341 milyar doları aşıyor.
Tokyo, bugünkü Japonya’nın dünyaya açılan penceresi. Kraliyet sarayının şehri, politika ve ekonominin merkezi. Ancak tarih boyunca Tokyo, bir samuray şehriydi. 1800’lerin sonunda bile Tokyo’nun üçte ikisine, şehir nüfusunun en az yarısını oluşturan samuraylar sahipti. 19’ncu yüzyıl sonunda başlayan Meiji döneminde, batı tarzı bir devlet yapısı oluştukça bu samurayların çoğu takım elbiseli bürokratlara dönüştü. Öte yandan Osaka’nın samuray nüfusu ise tarihinin hiçbir döneminde yüzde 10’un üzerine çıkmadı. Osaka, işlek limanıyla yüzyıllarca tüccarların şehriydi ve Japon kapitalizminin doğum yeri oldu. Belki de bu iki farklı arka plandan dolayı özelde Tokyo ile Osaka arasındaki genelde Kanto ve Kansai bölgeleri arasında sonu gelmez bir rekabet süregidiyor. Kanto – Kansai rekabetinin tarihi, bir yönüyle, Japonya’nın iktidar ve kültürel egemenlik çekişmelerinin de tarihi...
Günümüzde kalbi Kanto’da atsa da Japon uygarlığının öyküsü aslında Kansai’de başlıyor. Osaka’nın hemen kuzey doğusundaki Nara şehri, Japon uygarlığının ilk başkenti. Nara’dan sonra, 1894 yılına kadar yaklaşık 1000 yıl boyunca Japonya’nın başkenti Kyoto kenti oldu.
‘Kyoto’, Japonca’da ‘başkent’ demek. Tıpkı Çince’deki ‘Pekin’ gibi. Bu nedenle Pekin ve Kyoto’nun, Kanji alfabesi karakterleri benzer şekilde yazılır. Tokugawa Şogunlarının ‘Edo (Körfez)’ adlı şehirde kurdukları hakimiyetin sona erdiği 1860’lı yıllarda, Kyoto’daki Japon imparatorluğu sarayını Edo’ya taşıdı ve Edo şehrine 1868 yılında ‘ToKyoto’, yani, ‘doğudaki başkent’ adını verdi. Yıllar içinde ismin sonundaki ‘to’ eki düştü. Bugün kısaca ‘Tokyo’ deniliyor bu yeni başkente.
Kyoto’nun başkent olduğu yüzlerce yıl, klasik Japon kültürünün altın çağı olarak nitelendiriliyor. Bugün bile her köşesinde bir UNESCO dünya mirası barındırıyor. Muazzam saraylara, muhteşem tapınaklara, büyüleyici Japon bahçelerine ev sahipliği yapan Kyoto ve Nara şehirleri, ‘Japonya’nın ruhu’dur. Kansai bölgesinin bir diğer şehri Kobe ise kozmopolitanizmi ile ünlü. Japonya’dan ayrılmanın ve bu ülkeye ayak basmanın ölüm cezasıyla cezalandırıldığı yüzlerce yıllık izolasyon çağında ve hemen sonrasında Kobe limanı dünyaya açılan kapıydı. Birçok moda, batılı zevk, trend buradan Japonya’ya yayıldı. Kansai’nin merkezindeki Osaka ise bugün bile bir tüccar şehridir. Kansai bölgesinin kendine özgü bu dört şehri, Tokyo’nun temsil ettiği Japon şehir standardizasyonunun dışında kalırlar.Günümüzde oldukça yumuşasa da, ‘gerçek Japonya kimdir?’ mücadelesini, iki şehre (Tokyo-Osaka) veya iki bölgeye (Kansai- Kanto) bugün hakim sosyal atmosferde bile gözlemlemek mümkün. Öncelikle Tokyolular daha sofistike insanlar ve ortalama entelektüel düzeyi Osakalılara göre daha yüksek. Şehirde samuray ağırbaşlılığı ve sessizliği hakim. İnsanları saygılı, mesafeli ve resmi. Tokyo metrosunda yabancılardan ve liseli kızlardan başka yüksek sesle konuşana çok nadir rastlanır. Osaka trenleri ise daha canlı bir atmosfere sahiptir. Osakalılar, Tokyoluların ‘sululuk’ göreceği derecede sıcak kanlı, güler yüzlü ve konuşkan insanlar. Japon televizyonlarının ‘Kansai-ben’ aksanlı komedyenlerle dolu olması tesadüf değil.
İki bölgenin lehçelerine (Kanto-ben ve Kansai-ben) veya Japon kültürüne çok vakıf olmayan bencileyin acemi ‘gaijin’lerin farklılığı en net gözlemleyebileceği yerlerden biri ise trafik. Tokyo’da küçük sokaklarda yol boşken bile kırmızıda karşıya geçen görülmez. Osakalılar ise, trafik kurallarını müsait ortamlarda esnetmeye eğilimliler. Caddelerde değil ama küçük sokaklarda yol boşsa kırmızıda geçene rastlayabilirsiniz. Osaka şoförleri daha seri araba kullanır. Yine müşteri ile sohbet eden taksi şoförlerine daha çok Osaka’da rastlarsınız. Yürüyen merdivenlerde de Osakalılar sağda durur, yürüyerek çıkanlar onların solundan yürür. Tokyo’da ise duracaklar solda durur, yürüyenler onların sağından yürür.
Kadim bir ticaret merkezi olan Osaka’da özellikle esnaf dükkanlarındaki alışverişlerde pazarlık yapabilirsiniz. Tokyo’da bu ayıptır. Gerçek Osakalılar, bu tüccar kültüründen dolayı belki de, ‘nasılsın (konniçiva)’ yerine, ‘kazancın nasıl (mukarimakka)’ şeklinde selamlaşırlar.
İki bölgenin Japonca’yı konuşma şekilleri de farklılıklara sahiptir. Kanto-ben lehçesiyle konuşan Tokyolular, Osaka lehçesini(Kansai-ben) küçümser ve düzgün Japonca olarak görmez. Osaka’da öğrendiğiniz bir telaffuzla, Tokyo’da konuştuğunuzda, ‘Osaka’da mı öğrendin Japonca’yı..?’ tepkisiyle karşılaşmanız olası. Osaka ve Tokyo aksan farklılığını bir çok kelimede vurgulu şekilde görmek mümkün. Örneğin yemek yeme çubuklarının Japonca adı olan ‘haşi’… ‘Haşi’ aynı zamanda ‘köprü’ demek. Ancak Kanto ve Kansai’de farklı şekillerde… Kansai’de ‘haşi’nin ilk hecesine vurgu yaparsanız köprü, ikinci hecesine vurgu yaparsanız yemek çubuğu olur. Kansai’de ise bunun tam tersi…
Tokyoluları en çok kızdıran şey, Osakalıların, lehçelerini Tokyo’ya geldiklerinde bile terketmemeleri. Osaka uzmanı yazar Koichi Otani, ‘’Tokyo metrosunda yüksek sesle Osaka lehçesiyle konuşanlar görebilirsiniz. Çünkü biz Osakalılar, kültürel olarak Tokyo’nun yanında ikincil olduğumuzu düşünmüyoruz. Eşit görüyoruz kendimizi. Gerçek Japonya Osaka’dır. Tokyo biraz Amerikan kolonisi gibi bir havaya sahip’’ diyor.
Otani böyle diyor ama iki şehir arasındaki rekabetin günümüzdeki sembolik alanlarından bir tanesi de bir Amerikan sporu olan beyzboldur. Beyzbolun dünyada en popüler olduğu ülkelerden biridir Japonya. Ve Osaka’nın Hanshin Tigers takımı ile Tokyo’nun Yomiori Giants takımı arasındaki rekabet, Japon sporunun ilgi çeken rekabetlerinden biridir. Gerçi, Giants nerdeyse her sene şampiyon olduğu için sadece Osaka’da değil Japonya genelinde de en nefret edilen takımdır... Ülkedeki bir çok beyzbolsever, tuttukları takımın kazanmasından çok Giants yenildiğinde mutlu olur. Ülkenin en ateşli taraftar topluluğunun ise Osaka Tigers taraftarı olduğunu söylememe gerek var mı bilmiyorum. ‘Çarşı’ özleminizi bir nebze olsun giderebileceğiniz bir tribün var burada…
Japonya macerası Osaka’dan başlayan biri olarak Tokyo’dan da çok etkilendiğimi kayda geçireyim. Tokyo, gerçekten de muhteşem bir metropol. Muazzam kalabalığına rağmen, toplu taşım sistemi, düzeni ve güvenli atmosferiyle etkileyici bir şehircilik başarısı. Kültürel zenginliği de görkemli. İngilizce bilenin fazla olması nedeniyle bencileyin acemi ‘gaijin’ler için avantajlı bile sayılır. Üstelik, samuraylara saygım da sonsuz… Ama hakemliğime her başvurduklarında yine de reyimi Kansai’den yana kullanırım. Nara’nın aziz geyiklerine, Kobe’li Osaka’lı ahbaplarıma selam eder, aşık olduğum Kyoto’nun gözlerinden öperim.