Tıpkı bugünlere olduğu gibi, New York’tan uzakta olduğum zamanlarda yaşamımda eksikliğini en fazla hissettiğim şey açık ara ile ‘halk kütüphaneleri’. En fazla özlediğim mekan ise New York Halk Halk Kütüphanesinin Beşinci Caddedeki tarihi merkez binası. Hani şu ‘The Day After Tomorrow’ adlı felaket filminde kahramanlarımızın sığındığı, büyük bir felaketin ardından uygarlığın ve yaşamın yoluna devam ettiği mekan. Bu kütüphane ve avlusundaki Bryant Park’ın altı, yeryüzündeki en muhteşem kitap koleksiyonlarından birine sahiptir. Milyonlarca kitaptan oluşan bir dağın üstündeymişcesine okumak yazmak ayrı bir enerji verir insana…
Bu ünlü ve tarihi binanın giriş kapısında iki aslan heykeli bekçilik yapar. Bu iki aslandan birisinin adı Patience yani ‘tahammül’ ve diğerinin adı Fortitude yani ‘sebat’tır. Heykeltraş Edward Clark Potter’ın (ki kendisi Madison Avenue’de Morgan Kütüphanesinin önündeki iki aslanın da heykeltraşıdır) maharetli ellerinden çıkan bu iki aslan, başlangıçta biraz tereddütle karşılansa da bugün kentin açık ara en sevilen iki heykeli konumunda.
Kütüphane inşa edilirken Başkan Teddy Roosevelt, muktedirlere özgü o, ‘ben her şeyin iyisini bilirim’ cüretiyle, ‘’Aslan olur mu, iki tane bizon heykeli olsun. Bizim coğrafyamızı sembolize eden hayvanlar olsun’’ isteğinde bulunur. Bu cüretin cahili olduğu şey, efsanevi İskenderiye kütüphanesinden, Roma ve sonra da Londra’nın kütüphanelerine kadar bir gelenek olarak iki aslan heykelinin ‘kütüphane’nin bekçiliği yaptığıydı. Yani, New York Kütüphanesi, aslanlarıyla, ‘ilim dünyasında tarihi devamlılığın’ günümüzdeki meşale taşıyıcısı olduğunu ilan ediyordu. ‘Bilgi’ sadece fikirler değil, o fikirlerin kayıtlı olduğu maddi materyallerdir. İnsanlığın en kutsal hazinesi budur. Tek bir materyalin tek bir atomu yok olsa, onda kayıtlı paha biçilmez bilgi de yok olabilir. Bu nedenle de bu mekanlar her zaman, ‘en güçlüler’in koruması altında olmalıydı. Bunun için iki aslanın başlangıçtaki isimleri de ‘Leo Astor’ ve ‘Leo Lenox’ şeklindeydi. Kütüphaneyi kuran mütevelli heyetinin ve kentin en önemli iki zengini, John Jacob Astor ve James Lenox’un isimleri verilecekti önce. Belediye başkanı Fiorello LaGuardia döneminde bu isimler, kentin motivasyonuna katkı yapmak amacıyla ‘Patience’ ve ‘Fortitude’ şeklinde değiştirilecekti. Elbette ki kütüphanenin ayakta durmak için güçlülere ihtiyacı var. Ancak, bir kütüphane olarak kalabilmesi için de onlardan da bağımsız olması gerek.
Nitekim 1970’li yıllarda şehir ekonomisi çöktüğünde kütüphanede bundan oldukça olumsuz etkilenecek bu da kütüphaneyi zenginlerin kulübüne dönüştürecekti. İşte bundan dolayı da 1981’de New York Halk Kütüphanesinin başkanı olan Vartan Gregorian, bu muhteşem kurumun ikinci kurucusu gibi görülüyor. Ermeni kökenli bir göçmen çocuğu olarak Yeni Dünya'ya çocuk yaşta gelen Gregorian, kütüphanenin mütevelli heyeti başkanı olduğu 8 yılda, burayı yeniden bilginin, entelektüel ve demokratik sarayı haline getirdi. Bir keresinde New Yorker dergisine, ‘’Biz kütüphane olarak dünyaya ayna tutuyoruz. Apatllıklarına da bilgeliğine de…Yığınlara da hizmet ediyoruz, bireylere de’’ diye konuşacaktı. Gregorian, akademik yaşamına özlemini yenemeyerek, 1989’da üniversiteye geri döndüğünde, yenilenmiş binaları, bağışlarla şişmiş bütçesi, niteliği ve niceliği artmış kütüphane kadrosu, muazzam zenginliğe ulaşmış koleksiyonu nedeniyle arkasında büyük bir minnettarlıkla onu uğurlayan bir kent ve kütüphaneci ordusu bırakacaktı.
Daha önce ABD’de neden bir kültür bakanlığı olmadığını yazmıştım. Amerikan deneyiminin en büyük başarılarından biri, üniversite, kütüphane ve sanatı destekleyen çok güçlü bir sivil toplum geleneği oluşturabilmesidir. Alexis de Tocqueville, yaklaşık 200 yıl önce kaleme aldığı Amerika’da Demokrasi adlı klasik eserinde, ‘’Bir demokratik toplumun sağlığı, sivil yurttaşlarca sergilenen performansın kalitesi ile ölçülür’’ gözleminde bulunacaktı. Kentin zenginleri Astor ve Lenox da, aslında halkın da erişimine açık kişisel kütüphanelerini birleştirip, kente bu devasa kurumu kazandırarak paha biçilmez bir katkıda bulunacaktı. O günden beri de New York halk kütüphane sisteminin, yeni binalarından, restorasyonlarına ve en önemlisi koleksiyonunun geliştirimesine kadar maliyetini hayırsever yurttaşlar üstleniyor. Belediye veya vergi mükellefleri değil...
İşte bu bağımsızlık, Başkan Teddy Roosevelt’in ‘bizon’ heykel ısrarına direnme gücü de veren şey. Ve yine kütüphanenin koleksiyonun, devletin ve devletluların kafasındaki listelerin çok ötesinde olmasının da sigortası.
Bu gelenek New York ile de sınırlı değil. ABD, bir kütüphaneler ülkesi. Sadece üyelerine değil herkese açık kütüphanelere ‘public library (halk kütüphanesi)’ deniyor. Pew Araştırma merkezinin verilerine göre Amerikan nüfusunun üçte biri halk kütüphanelerinden yüksek oranda yararlanıyor. Yani, 100 milyondan fazla Amerikalı haftada en az bir kez mahalle kütüphanesine uğruyor veya kütüphaneden kitap, dergi, DVD ve benzeri materyaller kiralıyor.
Bir örnek vermem gerekirse, 2014’te sadece New York şehrinde, New York halk kütüphanelerinden yararlanan kullanıcı sayısı 37 milyon oldu. Bu kullanıcı sayısı, şehirdeki bütün müzelerin, hayvanat bahçelerinin, konser ve tiyatro salonlarının ziyaretçileri ile bütün spor dallarındaki bir yıllık toplam tribün seyircisi sayısının toplamından bile daha fazla. Dahası, New York Halk Kütüphaneleri sistemi 90 küsur şubesiyle sadece Manhattan, Bronx ve Staten Island’ta var. Yani, Brooklyn ve Queens’in yüzlerce şubelik kütüphane sistemleri bu sayıya dahil bile değil.
New York’un neredeyse tamamında ‘yürüme mesafesinde’ ulaşabileceğiniz bir halk kütüphanesi mutlaka var. Peki ne yapıyor New Yorklular bu kütüphanelerde? Yetişkinler için dil ve beceri kursları, bilgisayar ve yazılım kursları, çocuklar için eğlenceli vakit geçirerek öğrenebilecekleri özel programlar, öğrenciler için araştırma imkanları, gazete ve dergileri okuma ve elbette en büyük amaç; son çıkanlar da dahil kitap ve bilgisayar ürünlerini ücretsiz kiralama olanağı…
Ücretsiz hizmet veren halk kütüphaneleri, New York’un ‘insan sermayesi sistemi’nin can damarıdır. İşte bu kütüphaneler sayesinde New York’un en yoksul semtleri bile, 100 yıldır çok sayıda entelektüel, sanatçı, akademisyen, yazar, bilim insanı ve gazeteci yetiştirdi. Fırsat eşitliği yolunda çok önemli bir boşluğu dolduruyor. New York Times’tan Jim Dwyer, şöyle bir örnek veriyor:
“1933 yılında birgün, Yidişçe konuşulan bir göçmen evinde yaşayan Joseph Papirofsky adlı 12 yaşında bir erkek çocuğu Brooklyn’in Williamsburg semtindeki bir halk kütüphanesine girdi. Edebiyat raflarını taradı. Onlarca yıl sonra, ‘eğer para ödemek zorunda olsaydım Şekspir’in eserlerini okuyacağımdan şüpheliyim’ diyecekti. Daha sonra adını Joe Papp olarak değiştirecekti bu çocuk. New York’un parklarında yaz klasiği olan Park’ta Şekspir oyunları geleneğinin başlatıcısı ve halk tiyatrolarının kurucusu Joe Papp’tı o çocuk.” Pew Araştırma şirketinin bir araştırmasının çarpıcı sonucu ise kütüphaneyle bu yüksek etkileşimdeki insanların davranışları. Bunlar büyük ölçüde mahallelerinde komşuları tanıyan insanlar. Müzeleri ziyaret oranları ve spor karşılaşmalarına gitme oranları da kütüphane kullanıcısı olmayanlara oranla hayli yüksek. Bu 100 milyon insanın yaygın bir ortak özelliği daha var; Genelde daha açık fikirli insanlar. Tutucu ve önyargılı değiller.
Neden? Çünkü kütüphane, sadece insan ile bilgiyi buluşturmuyor, insan ile insanı da buluşturuyor. Diyalogun güvenli mekanları oluyor. Farklı etnik, politik, dini, sosyal kimliklerden insanlar aynı fiziksel ortamda bir araya geliyor. Bu da onları, öteki kimliklerin duygusuna ve özelliklerine daha aşina hale getiriyor. Bilmediği tanımadığı kimliklerden korkusunun düzeyini düşürüyor.
Kütüphaneler ‘gençlerin ödevlerini yapabileceği’ bir yer değil. Elbette ki ödev de yapılıyor ama bundan daha önemli olarak gençlerin kafasını, gözünü, ufkunu da açabilecekleri bir yer. Resmi açıklamaların, mahalle kabullerinin ötesine aşina hale geldikleri de bir yer.
Aslan ‘Tahammül’ bir yönüyle bunu sembolize ediyor. Mahalle kütüphanende, senin mahallenin geleneğine, resmi görüşüne, düşüncelerine, inançlarına uymayan veya aykırı materyalin de bulunmasına da tahammül edeceksin.
Halk kütüphanelerine, hangi kitapların, hangi gazetelerin alınacağına ‘devlet’ veya bir resmi otorite karar vermiyor. Bu Amerikan halk kütüphaneleri sistemini, dünyadaki bir çok ‘halk kütüphanesi’ sisteminden ayıran temel özelliklerden biri. Bir çok otoriter rejimde, otorite, sadece halkın kıraat etmesini istediği kitapların, gazetelerin, dergilerin raflarda yer almasına izin veriyor. Sadece onaylı sanatçıların eserlerine erişim olanağı sunuyor. Bu da devlet eliyle kültüre öldürücü bir müdahale. Örneğin ABD’deki yüzbinlerce halk kütüphanesine hangi kitapların alınacağına tek bir otorite karar verecek olsaydı, aynı otorite, hangi yazarın kitabının daha kitap mağazası raflarında bile yer almadan yüzbinlerce ‘satmasına’ da karar verme gücü kazanacaktı. Bu da yazarları, o otoritenin istemediği düşünceleri yazmayan, konuşmayan, ileriki aşamalarda ise otoritenin istediklerini yazan konuşan papağanlara dönüştürecekti. Bu bir otorite için kısa vadeli bir kazanım olabilir ama bir ülke ve ulus içinse kuşaklar boyunca tamir edilemeyecek korkunç bir kuraklık demektir. Toplumsa bir intihardır.
Bu yüzden de her kütüphanenin kendi, ‘koleksiyon geliştirme’ uzmanı var. Ve bu uzman bir yandan ülkede yayınlanan talebi yüksek son kitapları, filmleri, albümleri bir yandan da kütüphanenin bulunduğu semtteki insanların siparişlerini aldırarak koleksiyona katar. Bir kitap okumak istiyorsanız, ücretsiz olarak sipariş etmeniz yeterli. Onlar kitabı bulup getirdiklerinde size haber veriyor. Bu isterse ABD başkanını öfkeden çılgına çeviren bir kitap olsun. Örneğin yolu tesadüfen Queens’teki Sunnyside halk kütüphanesinde düşen biri, İngilizce dışı dillerdeki kitap raflarındaki Türkçe kitap yoğunluğundan, o semtte çokça Türk yaşadığı sonucuna kolaylıkla varabilir.
‘Tahammül’ ve ‘Sebat’ şehrin iki gözbebeği… 1975’te banyo yaptırıldıklarında binlerce New Yorklu bu tarihi an için toplanacaktı. New York Yankees şampiyon olduğunda, takım halinde bu iki aslanın önünden geçerek şampiyonluğunu kutlayacaktı.
Farklı olana, aykırı olana, doğru bildiğimizi yanlışlayana tahammül ve öğrenmede sebat bir mekanı kütüphane yapar. Bilmediğini okur bu şanslı iklimlerin insanları. Talihsiz iklimlerde ise sadece otoritenin doğru bildiklerini, peşin yargılarını pekiştireni kıraat etme özgürlüğü vardır. Bu yüzden de herkes sadece bildiğini okur oralarda...