"İnsan anlamaya çalışacağına baskı kurar, ilişki kuracağına maniple eder çünkü birisiyle ilişki kurmak büyük bir anlayış gerektirir."
Osho
İçinde bulunduğumuz yüzyılda, özellikle son bir yılı aşkın sürede yalnızlık hissi ile çok derinden tanıştık. Sebebi olarak sosyal izolasyonu görüyoruz. Gerçek neden dıştan mı geliyor, içten mi?
Sosyal izolasyon olmasaydı bu kadar yalnız kalmaz mıydık?
Bu iki soruya yanıt aramak için ilk önce kavramlara bakalım. Yalnızlık söz konusu olunca iki kavramın birbiriyle sıkça karıştığına tanık oluyorum: Yalnızlık ve tek başınalık.
Yalnızlık üzerine çalışan sosyal bilimcilerden Peaplau ve Perlman yalnızlığı bir kişinin arzuladığı ilişki ile yaşadığı ilişki arasındaki uyumsuzluk sonucunda oluşan, istenmeyen öznel bir psikolojik durum olarak tanımlıyorlar. Bu demek oluyor ki, birey ya gerçekten doyum sağlayacağı ilişkiler içinde değil ya da içinde bulunduğu ilişkilerde paylaşımda bulunduğunun ve yalnız olmadığının farkında değil.
Yalnızlıkla ilgili üç önemli özellik belirliyorlar:
İlki, yalnızlık sosyal ilişkilerdeki yetersizlikten kaynaklanıyor.
İkincisi, yalnızlık kişinin kendi yorumuna dayalı bir deneyimdir. Bu noktada sosyal izolasyonla aynı şey olmadığını söylüyorlar. İnsanlar yalnızken yalnız hissetmeyebiliyor ya da kalabalık içindeyken yalnız hissedebiliyorlar.
Üçüncüsü ise, yalnızlık duygusu strese ve mutsuzluğa yol açıyor. Sürekli hale geldiğinde yaşamı tehdit eden bir durum yaratıyor.
Tam bu noktada tek başınalık ile yalnızlık arasındaki farkı bilmemiz bize iyi gelecek. Bireylerle yaptığım görüşmelerde iki şeyin birbirine karıştığını fark ettim. İlki, tek başına olma korkusu ile yalnızlık duygusu. İkincisi, tek başına (yalın) olmak ile duygusal yalnızlık.
Oldukça korkutucu gibi görünebiliyor ve yalnızlıkla sıkça karıştırıldığı zaman negatif yönde bağımlılık ilişkisi yaratmaya sebep olabiliyor.
Tek başınalık bu konuda çalışan sosyal bilimciler tarafından daha çok gönüllülük temeline dayanan bir biçimi vurguluyor.
Tek başına geçirilen zaman yaşadıklarınızı gözden geçirme, düşünme, yazma, Tanrıyla konuşma, meditasyon yapma gibi aktiviteler yer alıyor. Tüm bu aktiviteler ise psikolojik anlamda olgunlaşma sağlayan durumlar olarak görülüyor.
Evet, son bir yılda tek başınalık bizim tercih ettiğimizin dışında bize dayatılan bir yaşam biçimi olduğu doğrudur. Yine de bu süreci bireysel olarak yönetme şansına sahibiz. Tek başınalığı, sosyal izolasyonu üretkenlikle destekleyebilirsek yaşam doyumumuzu, ruhsal sağlığımızı koruyabiliyoruz.
Aynı zamanda tek başınalık halini psikolojik olgunlaşma sürecine katkı olarak görebilirseniz bu dönemi daha yetkin, gelişmiş bireyler olmak için size sunulmuş bir fırsat olarak görebilirsiniz. Önemli olan gerçekten güvenilir kaynaklarla bu işi yapabilmek. Birçok platformda bunun için sunulmuş açık kaynak bilgiler mevcut. Güvenilirliğine dikkat ederek kullanmayı, öğrenmeyi seçebilirsiniz. İmkânınız varsa profesyonel destek kaynaklarını da kullanabilirsiniz.
Fakat, sorun şu ki, gerçek problem ne tek başınalık ne yalnızlık. Gerçek problem Osho'nun söylediği gibi ilişki kurmak yerine seçtiğimiz başka şeyler. Genelde anlamak yerine baskı kurmayı, ilişki kurmak yerine de maniple etmeyi seçiyoruz çünkü hoşgörüden, birbirimizi kabul etmekten, emekle yoğrulmuş kalıcı sevgi bağları yaratmaktan alabildiğine uzağız. Birçok bireyin ilişkileri maniple ettiği gibi kavramları da maniple etme yeteneği oldukça gelişmiş durumda.
Birlikteliğin getirdiği, ebeveyn olmanın, eş olmanın, ev arkadaşı olmanın, dost olmanın, arkadaş olmanın sorumluluğunu almak yerine tek başınalık durumunu maniple ederek yaşamayı tercih eden çok kişi var.
İlişkilerini yapıcı adımlarla beslemek, kendini birlikteliğe açmak için geliştirmek yerine, kişisel gücünü yükseltecek konfor alanını kurarak diğerini dışta bırakmaya, görmezden gelmeye eğilimli çok insan var. Bunda da azımsanmayacak başarılar elde ediyorlar. Etmiyor olsalardı, yalnızlık duygusu yüzyıla damgasını vuran bir durum olmaz, psikolojik olarak kendinizi desteksiz çaresiz hissetmezdiniz.
Evladı için "Arkadaşı yoksa ben ne yapayım?" diyeni duydum. Aynı evde yaşadığı kişi için "Özgüveni yoksa ben n'apayım?" diyeni duydum. Elindeki sabah kahvaltısı olarak tuttuğu açmayı arkadaşıyla paylaşmak isteyen öğrencisine "Zaten sende bir tane var, niye ona veriyorsun?" diyen akademisyeni duydum. Bakmayın siz cümle sonlarındaki soru işaretlerine, onlar dilbilgisi kurallarından dolayı benim yerleştirdiklerim. Oysa bunlar daha çok beni ilgilendirmiyor, ilgilenmiyorum anlamında söylenen sözlerdi.
Maalesef ki, bunları söyleyenlerin çoğu erkekti.
Erkek cinsiyetine mahkûm etmeyeyim bu sözleri, genişleteyim. Aslında bunlar eril akıl denilen, bencillikle, çıkarcılıkla, rekabetçilikle ve vurdumduymazlıkla harmanlanmış bir zihniyetin ürünü.
Hâl bu olunca işler de epey değişik boyutlara ulaşıyor.
Yapılan bir araştırmada 1900'lerde evde tek başına yaşayan insan bulmak yüzde 1'den daha az bir durumken 1972'de bu oran yüzde 6'ya 2008'de ise yüzde 12'lere çıkıyor.
Peki, bu insanlar bir uyanışa geçerek mi tek başınalığı seçiyorlar?
Tabii ki hayır.
Yakın ilişkilerin, sosyal ilişkilerin alabildiğine bencil, çıkarcı olması nedeniyle bir süre her şeyin sorumluluğunu alan hane üyesi kendi sorumluluk alanını daraltmak, sağlığını koruyabilmek adına tek başınalığı seçmeye başlıyor. Ne yazık ki, çoğu tek başına yaşayan insan üretken olmak için değil, zorunluluktan seçtiği için de artan bir yalnızlık duygusuyla karşı karşıya kalıyor.
Son bir yıldır yüzleştiğimiz yalnızlık duygusu da ilişkilerimizin çok uzun süredir karşılıklı paylaşımdan doğmadığını anlamamızdan kaynaklanıyor. Yalnızlığın ikinci temel özelliği olan "kalabalık içinde yalnız hissetme" hâli devreye giriyor. Bu ise hane içinde başlıyor.
Birçok kişi son bir yılda yalnızlık duygusunu aşmak için çeşitli yöntemler denedi, deniyor. Konuşarak sorunları halletme, iş bölümü yapma, kurallar koyma, anlaşmalar yapma, sınırlar belirleme gibi çok şey denendi. Hatta kendi bireysel kimliğini yıkacak, yok edecek şekilde affetme, hoş görme, yok sayma gibi birçok yolu da denedi, deniyor. Bazıları buradan ilişkilerini güçlendirerek çıktı, çıkıyor. Bazıları ise hâlâ çözüm bulamamış olmanın rahatsızlığı ile ilişkilerini ağır aksak sürdürmeyi deniyor.
Tüm bu süreçlerden geçtiyseniz, hâlâ sorunun içinde sıkışıp kaldığınızı hissediyorsanız başka bir açıdan bakmaya başlamak gerekebilir.
Kim bilir, yalnızlık duygunuz sizden kaynaklanmıyor olabilir.
Kim bilir, sorunlar eksikliğinizden, yetersizliğinizden ya da ilişki kurmayı bilmemenizden kaynaklı olmayabilir.
Kim bilir, partneriniz ilişkiyi, duyarlılığınızı, sevginizi, özverinizi istismar ediyor olabilir.
Belki artık ilişkide olduğunuz insanı ya da insanları gerçekten tanıma zamanınız gelmiştir. Belki artık ilişkilerinizin gerçeği ile yüzleşme zamanınız gelmiştir.
Önümüzdeki bir aylık süreci bunun farkındalığına ayırmanızı öneririm. Köprüden önceki son çıkışı kullanmak herkese iyi gelecektir.
Kim bilir, belki herkes aynı yolun yolcusu değildir.
Kim bilir, belki biraz cesaret ve vazgeçme gücü kazanmak için iyi ve güzel bir dönemdesinizdir.
Kim bilir, belki artık boş umutlar, boş beklentiler yaratmak yerine gerçekle yüzleşip daha sağlıklı ilişkiler kurma şansınız olabilir.
Kim bilir, belki herkes böyle yaşıyor yapacak bir şey yok kabul edeyim, demek yerine belki de daha iyi, daha sağlıklı bir ilişkiye geçebilecek kadar değerliyim ve sevilesiyim, diyebilirsiniz.
Kim bilir, ilişkide olduğumuz insanı maniple eden kişi olarak görmek yerine kendi katkınızın ilişkide yarattığı negatif etkiyi görebilirsiniz.
Kim bilir, belki mutluluğunuz için yarattığınız baskıcılığın farkına varabilirsiniz.
Kim bilir, kurban olduğunuzu sandığınız yerde cellatlık yapıyor olabilirsiniz.
Not: Yalnızlık duygusu başta da belirttiğim gibi tek bir kaynaktan kaynaklanmıyor, bütün bir farkındalık için yazı dizisini tamamlanmasını beklemenizi öneririm. Salı günleri yalnızlık üzerine yazmaya devam ediyor olacağım.
Kavram açıklamaları, istatistik bilgiler için kullandığım kaynak:
Kahraman H. (2018); Klinik Bir Olgu Olarak Yalnızlık: Yalnızlık ve Psikolojik Bozukluklar, Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, (5)2,1-24.