Bir uyku meditasyonu aplikasyonunda şuna benzer cümleler duymuştum:
"Belki yavaş yavaş kendinizi yatağınıza bırakırken, her bir nefes alış verişinizde, gün içinde yaşadığınız bir şeyi geride bırakabilirsiniz.."
Belki yeni yıla girerken yavaş yavaş her bir saatte, sene içinde yaşadığınız bir şeyi geride bırakırsınız.
Yeni yıl, yılbaşı, Noel, Christmas derken ortaya karışık sebeplerle de olsa, senede bir gün birleşen bir "dünya" insan.
Elbette inanç ve iktisat gibi konuları bolca içeren bir tarih. Ekonomik hareketlilik aylar öncesinden başlıyor ve her halükarda yılın son gecesi zirve yapıyor. Ama herkesi kutlama-kutlamama bağlamında ilgilendiriyor. Bu kısımları bu yazıda bir yana bırakırsak (niyetim farklı), yılbaşını önce kısaca 'zaman' kavramı içinde düşüneceğim ve sonra da rahat (cozy) bir yerden ele alacağım.
Yine de biraz işime yarayacak bir açıklama ile başlayayım: Yeni yıla ve kutlamalarına -klişe tabirle- karşı değilim. 'İsteyen istediğini yapabilir, ne yaptığını bildiği sürece' ilkemden burada da vazgeçmeyerek yeni yılı yazıyorum. Bana ne çılgınca bir anlam yüklemek uygun geliyor, ne de bazı imkanlarından faydalanmamak. Yeni yılın her şeyi değiştirebilmeye kudreti olmasa da mesela, yepyeni ve sıfır bir tarih belki bazı kararlar almak için bazı insanlara bir vesile olabilir.
Gerçek anlamıyla günün sonunda, insanların o akşamı duygusal, sosyal ve psikolojik ihtiyaçları doğrultusunda yorumlayacaklarını biliyoruz. Bu yorumlar bir yandan oldukça kişisel olmakla birlikte bir yandan epeyce toplumsal etkilerle besleniyor. Şöyle ifadeler var örneğin 'yılbaşı' diye sorarsanız: e herkes kutluyor biz de tabi ki kutlayacağız; biz ailece bir arada olmak için bir fırsat olarak görüyoruz; bizim için bir şey ifade etmiyor evde olacağız, televizyona bakarız; erkenden yatıp uyuyacağım çok yorgunum; ben kutlamıyorum benim adetim değil, bunlar kapitalist sistemin oyunları, ben gelmem.
Yılbaşı bazı hoş imkanlar da sağlıyor bize, örneğin dost-ahbaplara seslenmek için elverişli bir vesile olabiliyor, güzel sözler eşliğinde bir gelecek zaman dilemek, gülmek, sohbet etmek, hatırlanmak, sevilmek, değerli bulunmak, özlenmek gibi duygusal ihtiyaçlarımıza hoşluk katıyor. Böyle imkanların kullanılmasında fayda görüyorum. Hele bizimki gibi türlü acıların ve baskıların ortalamanın üstünde olduğu stresli ülkelerde.
Yılbaşı kutlamasının benim için ortalama anlamı sanırım şöyle: 31 Aralık gecesi saat tam 00.00'da, 'Sevgili dünyalılar! Sevgili kardeşler! Dünyamız geçen yıl bu tarihten itibaren güneş etrafında gerçekleştirmesi beklenen dolanımını tamamlamıştır! Dünyamız, başarılı bir dönüşü daha 365 gün 6 saatte tamamladı, bravo, bir aksaklık olmadı. Herkes hevesle aldığı yeni ajandalara geçebilir, bu vesile ile yiyip, içip, sevdiklerini görebilir, yalnız kalmasa iyi olur. Bir kaç gün dinlenebilir ve ister istemez geçen yıla dair biraz tahlil yapabilir! kutlaması.
Mayalardan, Sezar'a, ondan sonra da artık yıldaki hesap hatasından dolayı Augustus'a devredilen bu takvim düzenleme meselesine, insanoğlu hala oldukça bağlı. Hatta bağımlı. Bir nümerotik zaman ifadesine dair heyecanlarımız ve gündemi-popülaritesi yüksek yeni yıl curcunası, önemli addedilen günleri hiç önemsemeyenleri bile bir miktar etkileyebiliyor. Tarih zamanın simgesel bir izdüşümü gibi. Peki zaman ne ki?
Güney Koreli felsefe kuramcısı ve yazar Byung-Chul Han, Zamanın Kokusu/Bulunma Sanatı Üzerine Felsefi Bir Deneme isimli kitabında, bize zannettiğimiz gibi aslında zamanın hızlanmadığını, dönemsel bir etkiyle bizim belirsiz ve amaçsız şekilde salındığımız için, bir diskroni (zaman bozulması) içinde olduğumuzu söylüyor. Kitap şu cümlelerle başlıyor: "Bugünün zaman krizi hızlanma olarak nitelendirilemez. Hızlanma çağı çoktan bitti. Bugün hızlanma olarak duyumsadığımız şey, zamansal dağılmanın semptomlarından sadece biri." Biraz ilerde şöyle yazıyor: "Bu diskroninin esas sorumlusu, zamanın atomlaşması. Zamanın eskisine göre çok daha hızlı geçtiği hissi de bundan kaynaklanıyor. Bu zamansal dağılma nedeniyle, süremin deneyimlenmesi de imkansızlaşıyor. Hiçbir şey zamanı tutmuyor."
Bu alıntıdan da düşünmeye başlayacağımız gibi, günümüz yaşantısı zaman algımızı dağıtarak ve bizi adeta jetlaga uğratarak şekillendiriyor. Zaman hızlanmıyor, deneyimlerimizin sayısı durmaksızın artıyor, hiçbirine sınır koymayarak, zenginleştiğimizi zannederek adeta kucağımızda onlarca paketle bir kaydıraktan diğerine doğru kayıyoruz. Bir sürü deneyimi atomize bir şekilde, birbirine geçmişçesine ve anlamından uzaklaşarak gerçekleştiriyoruz. Ne zamanın içinde olduğumuzu, ne dışından baktığımızı anlıyoruz. Koşarak geçtiğimiz upuzun bir caddeye benziyor yaşamlarımız, nereye gittiğimizi bilmeden, sağdaki soldaki dükkanların hepsine bakarak, ve hepsinin içine girerek, elimize geleni alarak… ama duramadığımız. (Duramayız. Deneyimlerin içinde kalamamak, duramamak bizi sersemletiyor, durmak korkutucu olmalı.
Bu girişi yılbaşı gibi belirgin tarihler üzerinden düşündüğümde zihnim hızlanıyor ve şöyle düşünüyorum: Hangi yeni yılı kutluyoruz acaba? 2020 mi, 1997 mi, 3298 mi? Ne fark eder? Birisini kutluyoruz işte. Zamanla ilişkimiz ne ki? Olmayan bir zemine basıldığı, nasıl iddia edilebilir? Durmadığımız bir zamanın aktığını nasıl fark ederiz. Durmadığımız bir yerde olanları nasıl anlarız?
Ya da yeni yılı mı kutluyoruz yoksa "bir şeyleri" mi kutluyoruz? Yada, '31 Aralıklarda topluca bir şeyler kutlanır formuna hoş geldiniz'de miyiz? Bir öncekinde, daha geçenlerde ne yapmıştık, neydi o kutladığımız? A yoksa o anma mıydı? Belki de kadına yönelik şiddeti önleme günüydü, orda şarkı söylemiştik; ama bir de sevgilimle birbirimize hediye alıp mutlaka özel bir şey yapmamız gereken bir zamanı kutlamıştık, neydi o, uğurlama mıydı, yoksa çocuklar gülsün diye miydi? Hay Allah, geçen gün de Twitter'dan şeyi kutladık, yok pardon ölüm yıldönümünde onu doğduğu için kutladık, yok yok aslında andık. Unutursak kalbimiz kurusun dediğimiz neydi, yoksa o şeyi oraya yaptırmayacağız şeysi miydi?!?!
Anlamını yitirmiş tarihler çöplüğü gibi tınlıyor…Öyle olmasın diyesi geliyor insanın.
Belirli günler ve zamanlarla, içeriklerin birbirini kovaladığı günümüz günlerinde, hangi meseleyi-ne kadar işleyebiliyoruz zihnimizde, vicdanımızda ve sosyal dünyamızda. Mesela bu ay içinde kaç anma, kutlama, unutulmayacak isimler, yıl dönümü ve doğum günü ve "bir şeyler günü" kutladınız? Belki sosyal medya hesaplarınıza bakıp söyleyebilirsiniz. Hepsini hatırlamak mümkün değil, kolay değil. İçinde kalamadığımızdan, ya da hepsi üst üste bindiğinden.
Böyle olduğunda da Han'ın anlatmaya çalıştığı gibi, 'hikayede boşluklar oluyor ve zamanın kokusu uçup gidiyor.'
Yazar kitabında bölüm verdiği Uygunsuz Zaman'ı tarif ederken bir yerde şöyle bir kısım açıyor. Güncellik noktasına indirgenmiş bir şimdiki zaman, eylem düzeyinde de uygunsuz zamanı öne çıkarır. Misal vaat etme, adanmışlık ve sadakat sahih zamansal pratiklerdi. Şimdiki zamanı geleceğe doğru devam ettirip ona bağlayarak geleceği tutarlar. Böylece istikrar sağlayan bir zamansal süreklilik meydana getirirler. Bu süreklilik, geleceği uygunsuz zamanın şiddetinden korur. Bir bitim biçimi de olan uzun vadeli bir bağlanma giderek artan bir kısa süreliğe yenik düştüğünde, psikolojik düzeyde kaygı ve huzursuzluk olarak dışa vurulan uygunsuz zaman da yükselişe geçer. Giderek artan süreksizlik, zamanın atomlaşması, süreklilik deneyimini çökertir. Dünya uygunsuz zaman dünyası olur.
Sosyal ve düşünsel dünyamıza çok sayıda vaadlerde bulunup, gerçekleştirmeyerek; varlığımızı kimilerine, kimi düşüncelere ve inançlara adayıp gereklerini yerine getirmeyerek, türlü konularda sadakat sözleri verip tutamayarak, zamansal sürekliliğimizi ortadan kaldırıp, acaba biz de uygunsuz zamana mı düştük bütün kaygı ve huzursuzluğumuzla? Sanırım bu oluyor.
Üstelik yazara göre, hızlandırılmış edimin huzursuzluğu uykuya kadar sızar. Geceleyin uykusuzluğun süremi olarak devam ettirir kendini. Han, Adorno'nun "telaşlı uykusuz gece" ifadesini kullanarak ve haklı bularak, "günün telaşı içi boş bir form olarak geceye hükmeder" der. Ve ilerleyen cümlelerin birinde şunu ekler: "İçi boş bir zamanın geçişine maruz kalınca, uyumak imkansız olur."
Anlaşılan ne kutlamamız kutlama, ne anmamız sahih, ne uykumuz uyku, ne vicdanımız rahat. Bu uygunsuz zamanda yeni yıl kutlamak oldukça ütopik görünüyor. Acaba neyi kutluyoruz?
Belki yeni yıl gelişini düşünsel dünyamıza yarayışlı hale getirmeye yardımcı olacak, içsel malzemenin pasını kaldıracak bir kaç başlık önerebilirim size. Bazı sorular, bazı düşündürmeler, benden yeni yıl armağanı olsun diye. (Bir armağanım da yazının başlığı olan şarkıyı Can Yücel'in sözleriyle, Yeni Türkü'den dinlemek olsun şimdi, dilerseniz)
Neden olmasın? Bazı şeyleri değiştirebilirsiniz, evinizi, eşyalarınızı, işinizi, saç renginizi, bunun için iyi bir vesile olabilir yeni yıl. Belki 2019'da yaşadığınız zorlu bir şeyleri geride bırakmayı da istersiniz. Ama değişimden kasıt kişilik değişimi, huy değişimi, davranışları değiştirmek ise çok zordur, hatta imkansız kısımları vardır. Bazılarına niyet edebilir, deneyebilirsiniz, ama otomatik pilotu ortadan kaldırmak nasıl hop diye mümkün olsun, bunca yıl kullanmışken uçağı. Rotası şaşar zaten, yeni bir güncelleme hazırlanmamışsa.
Yine de iyi bir haberim var. İnsanlar tamamiyle değişmezler belki ama dönüşebilirler, yaşamlarını ve kendilerini daha iyi anlayabilirler. Duygularını, davranışlarını, düşüncelerini ve bunların birbirleriyle bağlantılarını, savunmalarını, sakladıklarını, gösterdikleri semptomları, geçmişten geleceğe uzanan hayat hikayelerinin tüm bunlarla bağlantılarını daha iyi anlayabilirler. Bu da bir çok şeyi değiştirebilir, en başta baktığınız açıyı. Ancak kendinize değişim veya dönüşüm arzunuzun gerçek sebebini ve/veya motivasyonunu sormanız gereken zamanlar da olacaktır. Neden değişmek istiyorum, memnun olmadığım neler var? Değişmek istediğim kısımların, aslında yaşamımda bir işlevi yok mu? Değişmek yerine kendimi böyle kabullenmek nasıl gelir? Kendimi böyle kabullenerek hayatımı kendime göre dizayn etmek peki?
Öte yandan artık sormamanız gereken, kurcalamaktan aşınmış veya acil durumlar da olacaktır.
Sorun bir kendinize: Nasıl bir yıl geçti? 2019 benim için nasıldı? Kimler geldi, kimler geçti? Neler zorladı? Neler güzelleştirdi seneyi? Neler eklendi yaşamıma, neler ayrıldı yaşamımdan? Neleri öğrendim, neleri unuttum? Değerini yitirenler oldu mu, peki ya değer kazananlar? Nasıl bir duygu durumu hakimdi bana içinden geçtiğim bu yıl? Sosyal dünyamdan ne haber? İlişkilerim nasıldı? Sağlığım nasıl, hiç kendime bakım verdim mi? Ruhsallığım peki?
Neler oldu bu yıl dünyada? Buralarda? Hangi değerler eksildi? Hangi haksızlıklar yaşandı? Nerelerde sesimiz kısıldı? Nerelerde içimiz dağlandı? Kimler özgürlüklerinden uzakta kaldı? Nelere alıştık…nelere yutkunduk? Ne kazalar, ne haksızlıklar, ne akıl almaz kötülüklere şahit olduk? Nasıl dayandık, umudumuzu ne tuttu?
Sorular bitmeyebilir cevaplara dalınca.
Yazının başındaki meditasyon aplikasyonundaki noktaya meditatif bir ses tonuyla geri döneyim.
Belki yeni yıla girerken yavaş yavaş her bir saatte, sene içinde yaşadığınız bir şeyi geride bırakmak istersiniz…
Sahi neleri bırakmak istersiniz?
Belki uzayıp da bitmeyen bir konuyu..Belki bir yere varamayan bir seri konuşmayı..Belki verimsiz bir inanç veya düşünceyi..Belki bir idealinizi..Belki bir kimseyi...Belki bir anıyı, bir hatırayı...Belki bir uyuma alışkanlığınızı, belki gitmediğiniz spor salonunu, birazcık inatçılığınızı, bir zorlayıcı standart davranışınızı, belki her şeyi kabullenişinizi, belki dönmeyen bir sevgiliyi, belki yürümeyen bir ilişkiyi...
Belki maruz kaldığınız kötülükle mücadele etmek için iyi bir yıl olacaktır; belki düşünüp de gerçekleştirmek için bin tane bahane bulduğunuz bir eylemi gerçekleştirmek için tam sırasıdır; çocukluğunuzdan beri başlamak istediğiniz hobiyi gerçekleştirmek için daha beklememeye karar verebilirsiniz; bir kedi almaya, taşınmaya, işi bırakmaya, seyahate çıkmaya, itiraz etmeye, çalışmaya, veya üniversiteye dönmeye en uygun senedir belki 2020. Belki kendinize biraz duygusal bakım vermeye, kendinizi biraz anlamaya, biraz şefkatle anlaşılmaya olan ihtiyacınızı gidereceğiniz bir yıl olacaktır. Belki çevrenizden yardım istemeye yavaş yavaş alışacağınız bir yıl olacaktır.
Belki felsefecinin dediklerini ciddiye alarak, zamanda bulunmayı, zamanın içinde yeniden durmayı yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Düşünmeyi, tefekkür etmeyi, deneyimi içselleştirmeyi, olana içtenlikle angaje olmayı. Yavaşlamayı da gerektiren yepyeni bir bakış açısına ihtiyacımız var, belki onu geliştirmenin zamanı şimdi başlayacak.
İsyan etmeye; zulme, bastırılmaya, ötekileştirilmeye, haklarınızın çiğnenmesine daha fazla dayanamadığınız bir sene olacaktır belki.
Belki bir yardım kuruluşuna destek vermeye, dayanışmaya, yakınlaşmaya, barışmaya, hak aramaya en uygun seneye, en uygun zamana giriyorsunuzdur?
Belki de bir dünya insan için en uygun zamanlara giriyoruzdur?
Umut ediyorum öyledir. Gönlünüzcesidir.
Gelen zamanlar size iyi hisler getirsin. Sağlık, güzelce dostluklar, merhamet ve vefakar aşıklar.